T24 - İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygi, "başta polis, yargı, eğitim, üniversiteler ve Diyanet olmak üzere devletin temel kurumlarında hızlı ve hummalı bir kadrolaşma faaliyeti yürütüldüğünü" yazdı. "Bunu halk oyuyla seçilmiş mevcut iktidar mı yürütmektedir? Büyük ölçüde hayır... Adına 'Teşkilat' diyeceğim, o yürütüyor" diyen Eygi, söz konusu kadrolaşma konusunda ismini anmadan Fethullah Gülen cemaatine işaret etti.
Eygi, Milli Gazete'deki yazısında "teşkilat" olarak andığı kesimden Fethullah Gülen cemaatini kastettiğini, "Geride bıraktığımız mübarek Ramazan'da birtakım Müslümanlar hahamlarla, papazlarla, patriklerle, rahiplerle, kıssislerle, gayr-i Müslim ruhanîlerle bir araya geldiler, lüks ve gösterişli iftar sofralarında birlikte yemek yediler" gibi ifadelerle belli etti. Gülen cemaatinin, her Ramazan ayında Türkiye'deki gayrimüslim ruhanî liderlerin de davetli olduğu iftar yemekleri verdiği biliniyor.
Eygi'nin "Temel Kurumlarda Kadrolaşma" başlığıyla Milli Gazete'de yayımlanan (23 Kasım 2011) yazısı şöyle:
Temel Kurumlarda Kadrolaşma
Ana konu: Temel kurumlarda kadrolaşma. AYRINTILAR: Başta polis, yargı, eğitim, üniversiteler, Diyanet olmak üzere devletin temel kurumlarında hızlı ve hummalı bir kadrolaşma faaliyeti yürütülmektedir. Bunu halk oyuyla seçilmiş mevcut iktidar mı yürütmektedir? Büyük ölçüde hayır...
Adına "Teşkilat" diyeceğim, o yürütüyor.
Buna hakkı var mıdır?
Bir dereceye kadar hakkı vardır.
Masonlar temel kurumlara, işlerin başına kendi adamlarını geçirmek istemiyorlar mı?
Sabataycılar aynı şeyi yapmadılar mı?
Bir ara bazı temel kurumlarda militan Alevi kadrolaşması olmadı mı?
Atatürkçüler temel kurumları Atatürkçü kadrolarla doldurmak istemiyor mu?
Lakin bugünkü Teşkilat kadrolaşmasının bazı çok olumsuz, çok vahim, çok tehlikeli tarafları var.
Teşkilat son derece tekelci.
İslamî tarafı var ama kendisinden olmayan Müslümanlara üvey evlat muamelesi yapıyor.
Mesela polis teşkilatındaki Teşkilat mensubu dindar polislerle, Teşkilata bağlı olmayan dindar polisleri ayırıyor, üye/bağlı olmayanlara iyi gözle bakmıyor.
Madem ki, islamî bir teşkilatsın, şu kurallara ve ilkelere riayet etmekle yükümlüsün:
(1) Kur'ana, Sünnete, Şeriata, tek kelimeyle İslam'a göre emanetler yani vazifeler, memuriyetler, makamlar, müdürlükler, başkanlıklar, hizmetler ehil olanlara verilir. Şu tarikata, bu Teşkilata, şu Cemaate mensubiyetin önemi yoktur.
(2) İslam'da temel kurum Ümmettir, cemaat veya Teşkilat değil.
(3) Ümmet içinde çeşitlilik vardır.
(4) Ümmete hizmet etmek isteyenler çeşitliliği göz önüne alacak ve çoğulcu olacaklardır. Peygamberimiz "Ümmetimin (olumlu) çeşitliliği geniş bir rahmettir" buyurmuştur.
(5) Ümmetin içinde hayli cemaat, tarikat, grup, hizip, fırka, meşreb bulunmaktadır. Bunların dışlanması büyük hata olur.
(6) Türkiye halkını bir bütün olarak ele almak ve militan, agresif İslam düşmanları dışında, millî barış ve mutabakat zihniyetinin ışığında işbirliği yapmak gerekir.
(7) Poliste kadrolaşma yapılacaksa, bütün İslamî cemaat, grup, teşkilat ve fırkalardan eleman alınmalıdır. Sadece bir cemaatin mensuplarını emniyet teşkilatına doldurmak çok yanlış olur. Vazifesini yapıyor, devlete, ülkeye ve halka hıyanet etmiyor, resmî ideolojiye din gibi bağlı değil, insan haklarına saygılı... Böyle bir dinsizi bile, zarar veremeyeceği mevki ve makamlarda istihdam etmek gerekir.
(8) Emanetleri ehil olanlara değil de, şu veya bu cemaat mensuplarına dağıtmak (emanete hıyanet olacağı için) haramdır.
(9) Benim tanıdığım beş vakit namaz kılan çok vasıflı ve ehil nice yargı, eğitim, emniyet, üniversite mensubu kimseler şu anda büyük infial içindedir. Biz Müslüman olduğumuz halde, şu veya bu cemaat mensubu olmadığımız için dışlanıyoruz diyorlar.
(10) Ümmet bütünlüğünü, Ümmet çeşitliliğini inkar ederek, sadece cemaat veya Teşkilat militanlığı ve holiganlığı ile doğru dürüst hizmet etmek mümkün değildir.
Hiçbir şahsı ve kurumu isim vererek, kimlik belirterek suçlamak istemem ama geride bıraktığımız mübarek Ramazan'da birtakım Müslümanlar hahamlarla, papazlarla, patriklerle, rahiplerle, kıssislerle, gayr-i Müslim ruhanîlerle bir araya geldiler, lüks ve gösterişli iftar sofralarında birlikte yemek yediler, fotoğrafcılara gülücüklü pozlar verdiler ama o kutsal ayda on büyük İslamî cemaatin lideri, üstadı, başkanı, hocası bir araya gelemedi.
Temel devlet kurumlarındaki tekelci kadrolaşma İslam'a ve hikmete aykırıdır. Böyle bir kadrolaşma hizip ve fırka çekişmelerine, bir tür (silahsız) iç savaşa, vahim bir tefrikaya yol açar.
İslam dünyasında tarikata dayanan tek devlet Senegal'dir. Orada da bir tarikatın değil, iki tarikatın kadrolaşması vardır.
Türkiye ele avuca sığmaz, idaresi çok zor, fokur fokur kaynayan bir kazana benzeyen, iç barışını ve millî mutabakatını yitirmiş büyük bir ülkedir.
Bu ülkede bir Teşkilat veya cemaatin tekelci hegemonyasını kurmak imkansız denecek derecede zordur.
Ehliyete bakmayıp da Teşkilat üyesi olmasına bakarak yapılan kadrolaşma, hem dine aykırı, hem hikmete (bilgeliğe) aykırıdır. Devlet, ülke, halk menfaatlerine de zıttır.
Bugünkü tekelci kadrolaşma büyük tepkilere yol açacaktır.
İleride çok vahim kamplaşmalar olabilir.
Bendeniz çoğunluğa mensup bir Sünnî Müslüman olarak temel kurumlarda Sünnî Müslümanların ağırlıkta olmasını isterim ve bu konuda haklıyım.
Lakin milyonlarca Alevînin dışlanmasını da istemem. Onlara da militanlık yapmamaları şartıyla vazife verilmelidir.
Bugün Türkiye Müslümanları çeşitli meşreblere mensuptur. Nakşiler, Kadiriler, Rüfailer, Risale-i Nur talebeleri, Süleyman Efendi bağlıları ve daha niceleri.
Kadrolaşma sürecinde bunların hiçbiri üvey evlat muamelesi görmemeli, dışlanmamalıdır.
Ehliyetsiz olanlara kesinlikle emanet teslim edilmemelidir.
Üstünlük şu veya bu cemaate mensup olmakla elde edilmez; ilimle, irfanla, yüksek ahlak ve karakterle, ihlasla, taqva ile elde edilir.
Acaba bu uyarılarım bazıları üzerinde müessir (etkili) olabilecek midir?
Konuyu bütün Müslümanların dikkatine arz ediyorum.