Yaşam

Mehmet Altan: Bütün insanları vatandaşımız olarak görebilecek miyiz?

Prof. Dr. Mehmet Altan’ın Küresel Vicdan adlı kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı

03 Kasım 2011 02:00

T24 - Prof. Dr. Mehmet Altan, "Küresel Vicdan" adıyla çıkan yeni kitabında, “dünya vatandaşlığı” bilincinin oluşabilmesi için “küresel vicdan”a ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Altan’a göre, “Bütün insanları vatandaşımız olarak görebilecek miyiz sorusunu sormanın zamanı geldi”


Prof. Dr. Mehmet Altan’ın Küresel Vicdan adlı kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı. Kitabın girişinde, “Bütün dünyayı vatanımız, bütün insanları da vatandaşımız olarak görebilecek miyiz? Bu soruları sormanın ve cevaplar aramanın zamanı geldi” diyen Altan, böyle bir “dünya vatandaşlığı” bilincinin oluşmasında anahtar unsur olarak küresel vicdanı görüyor.


Altan’a göre, oluşmakta olan yeni çağın en önemli özellikleri: Bilgi toplumu, bilgi ekonomisi, anti-Protestanlık, beyinsel yaratıcılığın gelişimi... “Yeni çağın olmazsa olmazı küresel vicdanın, kendi yolunda yürümekte olduğunu adeta görüyorum. Bu çalışma, onun yürüyüşüne ve gelişimine yönelik bir selamlama arzusudur” cümlesiyle kendini özetleyen kitabın “Yeni Çağın Alametleri” başlıklı bölümünden geniş bir alıntı sunuyoruz.



Sınıfsal Dönüşüm: Ezilenler Öne Çıkıyor


Yeni çağın en önemli vasıflarından biri de insanın özgürleşmesi, yaşam sınırlarının ve davranış biçimlerinin genişleyerek değişmesidir. İnsanın özgürleşmesi tam da daha önce yeterince özgür olamayan, ezilmiş ve horlanmış sınıfların yukarı doğru çıkmasını sağlar. Yaklaşmakta olan bu çağın sosyolojik analizlerinde öne çıkan nokta, alt sınıf mensuplarının basamakları tırmanarak daha yukarı noktalara doğru yükselmesidir. Gerçekten de insanın özgürleşmesi, ezilenlerin öne çıkmasını gerektirir. Çünkü ileri teknoloji ancak toplumların zenginleşmesiyle geniş kitlelere ulaştırılabilir. Bu da herkesin iyi eğitim almasını, zenginleşmesini ve kaliteli bir talebin üretilmesini gerektirir.


Bu durum, ulusdevletin bittiği bir çağda hâlâ ulus-devlet bile olamamış, yoksulluğun hâlâ mevcut olduğu, insanlarının özgürlüklerinin gelişmesine izin vermeyen, totaliter bir diktatörlükte gerçekleşemez. Küreselleşme savunucularının insan haklarına, piyasa ekonomisine ve demokrasiye bu kadar önem vermesinin sebebi de budur. İnsan hakları olmadan demokrasi, demokrasi olmadan da toplumsal gelişme olmaz. Öte yandan, uluslararası ilişkilerde demokratik kanallar kullanılmazsa, silahlı çatışmalar ortaya çıkar.



Avlanmayan Avcı: Zamanın Ruhu


Küresel arenada kendilerine yer bulamayan ve hem av hem de avcı olan ülkelerin ve anlayışların aksine, zamanın ruhu ve tarihin temposu yegâne avlanmayan avcıdır. Zamanın ruhu öyle önemlidir ki, Roma İmparatorluğu da dâhil olmak üzere, pek çok büyük devlet tam da zamanın ruhunu algılayamadığı için avlanmış ve sonuç olarak yıkılmıştır.


Zamanın ruhunun değişmesine Yüz Yıl Savaşları örnek verilebilir. Bu savaş, görünen yüzüyle, Fransa ve İngiltere arasındaki taht savaşı olarak kabul edilirken, sosyolojik olarak aslında ulusdevletlerin kurulmasını işaret eder. Bu bakımdan, tarihte ve bugün olup bitenlere tarihsel bir perspektifle bakmak kaçınılmazdır. Yeryüzünün nereye gittiğini görmek istiyorsak değişime bakmamız gerekir.


Şu halde denilebilir ki uluslararası kamuoyu kendi halkının gelişmesini, bireyselleşmesini ve dolayısıyla dünyanın üretim biçiminin gelişmesini engelleyen ülkeleri diskalifiye edecektir. Dünün ulusal egemenlik kavramı bile bugün gücünü yitirmektedir. Devletin yekpareliği ve mutlak bağımsızlığı sona ermekte ve dünyadaki tüm unsurlar bağımlı hale gelmektedir. Bugün artık kutsal olan insandır; çünkü ulusdevletlerin iç ve dış egemenlikleri iflas etmiş, beyinsel kabiliyetin öne çıkması dolayısıyla gelişen insan odaklı yaklaşım hâkimiyetini ilan etmiştir. Bizde ise hâlâ birey olma, dünyanın bir ferdi olma, küresel vatandaş olma algısı gelişmedi. Oysa Said Nursi “İnsanı büyütseniz kâinat, kâinatı küçültseniz insan olur,” der.



Tüketerek Var Olmak


Türkiye’deki insanlar da dâhil olmak üzere, dünya toplumlarının üretimden büyük oranda koptukları söylenebilir. Sanayi sonrası topluma doğru bir değişimin gerçekleştiği süreçte gelinen noktada, genç kuşaklar büyük oranda zamanın ruhundan etkilenmektedir. Türkiye bu büyük dönüşümün içinde tam manasıyla yer almamasına rağmen, toplum dünyanın bu yöneliminden kaçınılmaz olarak etkilenmiştir. Diğer taraftan, Türkiye’de 25 yaşın üstündeki insanların ortalama eğitim süresi 6.5 yıl ise, bu ülkede ciddi bir üretim yapılması imkânı yok demektir.


Bu dönemdeki bazı sorunlar üretimden kopmaktan kaynaklanmaktadır. Beyinsel buluş yapabilecek seviyenin çok altında olmamız, özellikle genç kitleler açısından hayatı çok zorlaştırır. Asgari ücret alamayacak durumdaki bir genç bile, böyle bir dünyada olağanüstü lüks bir yaşamı arzulayabilir. Bu durum, suç örgütlerinin içinde yer almak, gücünü negatif olandan üretmek, negatif olarak var olmak ve bu şekilde iyi bir yaşam sürmek gibi muazzam bir sapma ortaya çıkartır.


Oysa bugün dünyada var olmanın koşulu, yeni bir buluş yapmaktır. Bu yeni buluşu yapamayan bir kişi, sanayi dönemindeki kol gücü önemini kaybettiği için, arzuladığı kazancı sağlayamaz ve imrendiği yaşamla mevcut hayatı arasında somut bir uçurum oluşur. Hem eski sanayi döneminin üretim biçimini inkâr edip hem de yeni düzene ayak uyduramamak, hak etmeden elde etme, çalışmadan pay alma hedefini öne çıkarır. Sanayi döneminden kopup sanayi sonrası döneme geçememiş, Türkiye gibi nitelik sıkıntısı çeken, donanımı zayıf genç nüfusun en büyük sorunu budur: üretmeden çok iyi yaşama hayali. Bu da ancak ahlak tanımayan bir yaklaşımla mümkün olabilir.



Küresel Vicdana Doğru


Küresel vicdan, Türkiye gibi, sanayi toplumuyla sanayi sonrası toplum arasında kalan bir toplumda tam manasıyla anlaşılamıyor. Bu kitabı önemli kılan şeyin tam da bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü küreselleşme süreci dünyada çok şeyi değiştirdi, değiştiriyor ve değiştirecek. Bu değişimleri iyi anlamak ve karar alma süreçlerinde bu değişime uygun hareket etmek durumundayız. Aksi takdirde, bize yolumuzu gösterecek başka aktörlerle muhatap olmak durumunda kalabiliriz.


Nitekim eskiden ulusal kamu değeri bir devletin vatandaşlarına zarar verdiğinde, uluslararası kamuoyu devreye girer, düzenlemeler yapar, önlemler alır, hatta caydırıcı cezalar verirdi. Kısmen günümüzde, ama büyük ölçüde yarın, küresel kamu değerleri zarar gördüğünde küresel otoriteler devreye girecek. Bu yeni küresel sürecin etkin ve adaletli işlemesi için küresel müdahale kararlarını alan ve uygulayan kurumların, kuruluşların kendi meşruiyetleri de çok önemli.


Bugün için bu meşruiyet meselesi tartışmalı olabilir ama süreç bu doğrultuda, küresel müdahalelerin etkinliğinin ve meşruiyetinin artması yönünde işliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “yeni NATO konsepti” gibi kavramlar ve kurumlar bu yeni “küresel vicdanın” somut icra unsurları olarak da okunabilir.


İnsan hayatının ve insani değerlerin korunmasının en büyük küresel kamu hizmeti haline geldiği günümüzde, küresel vicdan tüm dünyada bireyin mutlak bir şekilde en kutsal canlı sayılması üzerine inşa edilen bir kavram olarak boy atıyor. İnsan hayatı büyük bir hızla küresel bir kamu değeri haline geliyor. Türkiye de bu küresel değişime ayak uydurmak zorunda.