T24 - Başbakan'ın Kars'taki "İnsanlık Anıtı" heykelinin yıkılması talimatını vermesinden sonra Heykeltıraş Mehmet Aksoy, "Ben kendi yaptığım heykeli kırdım. Bir kere hırstan kırdım, çünkü taşımaktan yoruldum. Bir de beğenmediğim zaman da kırarım tabii ki... Ama onu daha iyisini yapmak istediğim için yapıyorum. Fakat büyük anıtlarda ve şehre konulacak kamusal alanlardaki heykellerde bu riske giremezsiniz" dedi.
Vatan gazetesinden Tuğrul Tunalıgil'in "“Türkiye’de heykelleri tutuklanan ilk heykeltıraş benim” başlığıyla yayımlanan (16 Ocak 2011) yazısı şöyle:
“Türkiye’de heykelleri tutuklanan ilk heykeltıraş benim”
Ülkemizi defalarca yurt dışındaki Bienaller’de temsilen eden, iki kez Devlet Resim ve Heykel Sergisi Ödülü sahibi olan 71 yaşındaki heykeltıraş Mehmet Aksoy, Kars’a yaptırdığı “İnsanlık Anıtı” Başbakan Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelenince, bir anda Türkiye’nin gündemine oturdu. Anıtının yıkılması polemik konusu olan heykeltıraşın başı, daha önce de yaptırdığı heykeller yüzünden beladan kurtulmadı. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’le, Ankara’da ise Belediye Başkanı Melih Gökçek’le eserleri yüzünden karşı karşıya geldi.
Ünlü heykeltıraşla çalışmalarını yaptığı Polonezköy’deki “böcek ev”inde geçmişte
heykel sanatı uğruna yaşadıklarını konuştuk...
Kars’ta yıktırılacak olan “İnsanlık Anıtı” heykeliniz çok tartışıldı. Daha önce de heykelleriniz yüzünden başınız belaya girdi mi?
Türkiye’de heykel düşmanlığı ve heykelin dinle karıştırılması yüzünden başıma çok işler geldi. 1975’te Akademi’de hoca olduğum günlerde maser yaptığım Berlin’den Türkiye’ye dönüyordum. Heykellerimi konteynıra koydum. Gümrükte açılan konteynırdan Nazım Hikmet Heykeli, bir köylü başı ve bir rölyef çıktı. Memur önce köylüyü görüp “Bu Lenin mi?” diye sordu. Ben de “Hayır, bu köylü başı” dedim. “Bak, şakakları geniş, elmacık kemikleri çıkık” dedi. Gülerek yanıtladım, “Biz Orta Asya’dan geldik. Bizde böyle bir adam normaldir. Belki de Lenin’de Tatar soyu vardır” dedim. Bu kez de “Bu Nazım Hikmet mi?” dedi. Ben de “Evet” dedim. Adam “Hadi kardeşim, şubeye gidip bir çay içelim” diyerek beni karakola götürdü. Başlarındaki şef heykelleri görünce, “Tutuklayın bu heykelleri, indirin hepsini aşağı” dedi. Şefin koluna girdim ve “Bunları indiremezsiniz” dedim. Eğilip kulağına dedim ki, “Şefim şu an ilk defa heykel tutuklayan bir polis şefi oluyorsunuz. Yarın gazetelerde ‘Mehmet Aksoy’un heykelleri tutuklanmış!’ diye sizin adınız çıkacak. Bu heykellerin bir suçu varsa, mahkemeye verilir. Ama onları tutuklayamazsınız” dedim. Beni içeriye aldılar. 2 saat bekledikten sonra ben ve heykellerim serbest kaldık...
“Heykelimi engellemek için belediye elektrikleri bile kesti”
* Halkın sahip çıktığı heykelleriniz de oldu mu?
1975 yılında Antalya’da meydanın ortasında “işçi ve çocuğu heykeli” yapıyorduk. Halk bana model durdu. Kahveci çırağını o çocuğun portresi olarak yaptım. Halk da heykelime çok sempati duydu. Halk benimseyince adı “Kara Ali’nin Oğlu” konuldu. Hatta heykeli yaparken herkes gelip bana heykelin anlamını soruyordu. Aynı anda ressamlar da duvarlara resimler yapıyorlardı. Bir baktık bir gece bütün resimlerin üzerine boya atılmış, benim heykelimi aşağıya indirip kırmışlar. Heykelim 3 parçaya ayrılmış. O anda çocuğum öldürülmüş gibi oldu. O hırsla “Bu heykeli demirden yapacağım ve artık kimse kıramayacak” dedim. Heykeli yeniden yapmak için gece gündüz çalıştım. Bu kez de o zamanki AP Belediyesi elektrikleri kesti. Her yerde elektrik yanıyor, biz belediyenin önünde çalışıyoruz, elektrik yok! Günde 15 saat çalışarak heykeli bitirdim. Sonunda betonun üzerinde uyuya kalmışım. Şu anda heykel Antalya Parkı’nda denize karşı çok güzel bir yerde... 12 Eylül’ün hışmından halk sahip çıktığı için kurtuldu.
“Evren bu heykel komünist işi Atatürk’ün kalpağından belli dedi”
* 12 Eylül demişken bir de Kenan Evren’le bir maceranız oldu sanırım...
1979 yılında TBMM’nin alt geçidine konulması için bir Atatürk heykeli yarışması açıldı. Ankara’ya bir kamyonet dolusu heykelle gittim. Akademiden hocaların olduğu jüri dışında, oy hakkı olmayan “Onur Jürisi”nde Kenan Evren ve Meclis Başkanı Karakaş vardı. Sonuçlar ertesi gün açıklanacaktı. Ben heyecanımdan duramadığım için sonucu beklemeden İstanbul’a geldim. Heyecanımı yatıştırmak için balığa çıktım. Sonra bir çocuk bana seslendi, “Polis seni arıyor” dedi. 1979 yılındayız. 12 Eylül’e 5 kala polis beni arayınca, önce “Ben ne yaptım ki?” diye korktum. Polis bana doğru geldi ve bir anda elime yapışıp öpmeye kalktı. “Hocam, Ankara’dan haber geldi, birinci oldunuz.” O heyecanla elimdeki balık torbasını yere bırakıp polisi Türk filmlerindeki gibi havaya kaldırıp döndürdüm. Ama akşam TV’de haberleri açınca, okulda heykel bölüm başkanı Hüseyin Gezer’in birinci olduğunu öğrendim. Jüri başkanı “Tebrik ederiz, aslında sanatsal birincimiz sensin” dedi. Ben de “Bu zaten sanat yarışması değil miydi?” dedim. Günler sonra bir jüri üyesi gerçeği açıkladı: “Biz senin heykeli oy birliği ile seçtik. Ama bir arkadaşımız heykeli Evren Paşa’ya anlatırken heyecanlandı. ‘Bakın paşam, Nazım Hikmet’in şiirindeki gibi Atatürk sarışın bir kurda benziyor’ dedi. Kenan Evren de, ‘Anladım zaten, bu komünist işi. Atatürk bile zaten kalpaklı’ dedi ve birinciyi değiştirtti.” Şimdi o heykelimin maketi hâlâ evimde duruyor.
“Nazım’ın heykelini yurt dışına kaçırırken üzerini alçıyla kapadım”
* Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’le nasıl karşı karşıya geldiniz?
“Periler Ülkesi” adlı bir heykelim vardı. 5 yıl Dolmabahçe Sarayı’ndaki havuzun içinde sergilendi. Herkes gelip onunla fotoğraf çektiriyordu, hatta oradaki bir kuğu da o heykele âşık oldu. O heykeli oradan kaldırınca, o kuğu da öldü. Sonra da heykeli Ankara’dan satın alıp Altınpark’taki havuzun içine koydular. Melih Gökçek seçildiğinde, bir 19 Mayıs günü yaptığı ilk iş o heykeli müstehcen bulduğu için kaldırtmak oldu. “Her tarafı gözüküyor, tükürürüm bu sanatın içine” dedi. Ben de mahkemeye verdim. 11 yıl sonra mahkeme kararıyla tekrar heykeli yerine koydurduk. Şimdi heykel yerinde duruyor. Ama heykele yerlerde sürüklenerek götürülmüş, ciddi bir zarar verilmiş. Ben de hiç ellemedim. Biraz ibret olsun diye öyle görünsün istedim.
* Heykel sanatıyla uğraşırken başka nasıl zorluklara göğüs gerdiniz?
Nazım Hikmet’in büstünü 12 Eylül’den sonra Türkiye’den dışarıya çıkarmak istedim. O sırada Berlin’de bir müzede sergi açacaktım. Ben de heykellerimi buradan oraya aldırıyordum. Ama Nazım Hikmet’in büstü olduğu anlaşılırsa, onu yurt dışına çıkarmak imkânsızdı. Ben de bari “Heykelin üzerini bir alçıyla kapatın” dedim. Arkadaşlarım heykeli alçıladılar. Heykel Berlin’e bir geldi ama tanımak mümkün değildi. Alçıyı kırıp heykeli çıkardık. Çıkarırken de iyi alçı sürmedikleri için burun kısmına bir darbe gelince, heykelin burnu “tak” diye düştü. Şimdi o heykelin burnu hâlâ kırıktır. O maceranın izini taşır... Nazım’ın da çektiklerine bir bakın, heykeli bile polislerden kaçıyor. Böylece heykeli de Nazım’ın hayatıyla bir özdeşleşme yaşadı.
“Heykelimi kırarım ama daha iyisini yapmak için”
“Ben kendi yaptığım heykeli kırdım. Bir kere hırstan kırdım, çünkü taşımaktan yoruldum. Bir de beğenmediğim zaman da kırarım tabii ki... Ama onu daha iyisini yapmak istediğim için yapıyorum. Fakat büyük anıtlarda ve şehre konulacak kamusal alanlardaki heykellerde bu riske giremezsiniz. Ben Kars’taki anıtın 10 adet maketini yaptım. Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ hemen ‘cart’ diye yaptığımız bir heykel değil. Üzerinde çok ciddi çalıştık. Defalarca denedik, yerinde incelemeler ve canlandırmalar yaptık.”