T24 - Eski Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu ABD’yle ilişkilerde girilen yeni dönemi değerlendirdi. Loğoğlu: "Senatör Sam Brownback’in Başkan Obama’ya yazdığı mektupta laiklik vurgusu yapması Türkiye’deki ana eksen kaymasının artık Washington’da dahi algılanabilir hale geldiğini göstermektedir."
"İzlenen dış politika nedeniyle Türkiye’yle ilişkiler artık “stratejik ortaklık” “model ortaklık” anlamını taşımıyor. Bu kavramlar tarih olmuştur. Şimdi Türk-ABD ilişkileri belirsizliklerle dolu bir döneme girmektedir."
Cumhuriyet gazetesi yazarı Leyla Tavşanoğlu'nun "Atlantik ötesi rahatsızlıklar ciddi boyutta" başlığıyla yayımlanan (12 Eylül 2010) yazısı şöyle:
Atlantik ötesi rahatsızlıklar ciddi boyutta
Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ni uzun yıllar yürüten emekli diplomat Faruk Loğoğlu’yla iki ülke arasında esen soğuk rüzgârları konuşuyoruz. Bir ilk olmasa da Ankara’daki ABD Büyükelçiliği makamı hâlâ boş. Washington’dan son yapılan atama ABD Senatosu’nca kırmızı kart gördü. Bu gelişmelere ilişkin Loğoğlu şu önemli değerlendirmeyi yapıyor: “Washington’da bugün Türkiye bağlamında kapsamlı bir rahatsızlık var.”
- ABD yönetimi tarafından Ankara’ya büyükelçi olarak atanmak istenen Frank Ricciardone’yi ABD Senatosu veto etti. Atamaya esas karşı çıkan da Kansas Senatörü Sam Brownback oldu. Brownback üstelik Başkan Obama’ya Ricciardone’nin güvenilmez bir diplomat olduğunu anlatan bir mektup yazdı. Bildiğim kadarıyla ilk kez bir ABD’nin Ankara büyükelçi adayı böyle bir vetoyla karşılaştı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Frank Ricciardone’nin ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak adaylığının Senato onay sürecinde bir engele takılması Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde yaşanmakta olan sıkıntıların bir parçası ve sonucudur. Aslında bu adaylık Senato Dış İlişkiler Komitesi tarafından onaylanarak önemli bir aşamayı geride bırakmıştır. Ancak (Cumhuriyetçi Parti’den muhafazakâr) Senatör Sam Brownback, Riccirdione’nin adaylığının nihai onay yeri olan Senato genel kuruluna inmesini engelleme hakkını kullanarak, onay sürecini geçici olarak durdurmuştur. Senato bugünlerde yeniden toplandığında konu tekrar gündeme gelebilecektir. Brownback 16 Ağustos tarihinde Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a gönderdiği bir mektupla itiraz gerekçesini bildirmiştir. Senatörün itirazının odağının Riccirdione’nin, deneyimli bir diplomat olmasına rağmen, daha önce görev yaptığı ülkelerde, özellikle Irak ve Mısır’da, demokrasinin güçlenmesi hedefine ilgisiz kaldığı, muhalefet gruplarına destek vermediği hususu olduğu kaydedilmektedir. Senatör, bu bağlamda Türkiye’de mevcut siyasi durumun duyarlı olduğunu, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin rejimin laik kökenlerinden uzaklaşmakta olduğu izlenimini verdiğini, laik muhalefetin göz ardı edilmemesi gerektiğini, önümüzdeki yıl ülkede hayati önem taşıyan seçimlerde laik kesimin kendilerini gösterme şansına sahip olacaklarını kaydetmiştir. Senatör devamla, bu şartlarda ABD’nin “güçlü ikili ilişkiler uğruna” hele ülkede muhalefet partilerinin etkisiz hale getirilmeleri ihtimali varken, Türkiye’deki iktidar partisine fiilen destek anlamına gelecek adımlardan kaçınması gerektiğini belirtmiştir. Senatör ayrıca “Türkiye’nin İran’a yakınlaşması ve İsrail’den uzaklaşmasının” ABD için sonuçlarının henüz yeterince değerlendirilmediğine de değinerek, Türkiye bağlamında kapsamlı bir rahatsızlık olduğunu ihsas etmiştir.
Bu durumda Obama yönetimi, Senatör Brownback’i ikna etmeye ve Riccirdione’nin adaylığının Senato genel kuruluna götürülerek onaylanmasını sağlamaya çalışacaktır. Senato’nun yönetim tarafından gösterilen büyükelçi adaylarının reddedilmesi sık rastlanan bir olay değildir. Galip ihtimal, Brownback’in itirazını kaldırmaya razı edilmesidir. Ancak sonuç ne olursa olsun, bu gelişme Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında ABD Kongresi’nde hem yoğun bir ilgi, hem ciddi kaygılar olduğuna işaret etmektedir. Amerikalı senatörün laiklik vurgusu ise Türkiye’de içerdeki ana eksen kaymasının artık Washington’da dahi algılanabilir hale geldiğini göstermektedir.
ABD, İsrail’i Türkiye için feda etmez
- Türkiye’nin İran’la zenginleştirilmiş uranyum takası anlaşması yapması, BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a nükleer gücü nedeniyle yaptırımlar uygulanmasını öngören karara hayır oyu vermesi ve İsrail’le ilişkileri düzeltmemekteki ısrarının Ankara-Washington ilişkilerini iyice germesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Başkan Obama için Afganistan meselesinin yanı sıra İran konusu en öncelikli dış politika sorunudur. Arap-İsrail ihtilafının çözümü ise Obama için, iç siyaset saikleriyle de, ağırlıklı dış politika hedefleri arasındadır. Yine Washington açısından bir yanda İran meselesi ile diğer yanda bir ulusal çıkar olarak tanımladığı “İsrail’in güvenliği” de birbirine bağlı iki konudur. Bu nedenlerle, Türkiye’nin son dönemlerde İran ve İsrail’e yönelik politikaları Washington’da derin hayal kırıklığına ve ciddi kaygılara yol açmış bulunmaktadır. Türk dış politikasında eksen kayması tartışmalarının yoğunlaştığı şu günlerde yaşanan bu gelişmeler ABD yönetimi ve Kongresi’nin Türkiye’yle ikili ilişkilerin durumunu sorgular hale getirmiştir.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri öteden beri en çok ve yakından etkileyen unsurlardan biri Türkiye-İsrail ilişkilerinin durumu olmuştur. Türkiye-İsrail bağları ne kadar güçlü olmuşsa, ABD Türkiye’ye yaklaşımında daha olumlu ve rahat davranabilmiş, Ankara-Tel Aviv arasında gerginlikler olduğunda ise, öncelikle ABD Kongresi, hatta yönetim katında Türkiye’yle ilgili sıkıntılar yaşanmıştır.
Gerek ABD yönetimi ve Kongresi’nde, gerek İsrail devleti üzerinde ciddi ve sürekli etkiye sahip olan Yahudi lobisi artık Türkiye’nin yanında değildir. Türkiye-ABD-İsrail ilişkileri sacayağında Türk-İsrail ayağının kırılmış olması, Türk-Amerikan bağlantısını da zayıflatmıştır. Ancak hiçbir ABD yönetimi, Türkiye gibi üçüncü bir başka ülke uğruna İsrail’i feda etmeyeceğine göre, Türk-Amerikan ilişkilerindeki mevcut gerginliğin yakın bir gelecekte giderilmesi ihtimali oldukça düşüktür. Zira AKP iktidarı da İran ve İsrail konularındaki bilinen yaklaşımlarını sürdürmekte kararlı gözükmektedir. Kimin doğru, kimin yanlış olduğundan bağımsız olarak, bunun anlamı hem Türkiye, hem ABD için önem ve öncelik taşıyan İran ve İsrail konularında Ankara ve Washington’ın farklı çizgi ve beklentilerini sürdürecekleri ve netice olarak ikili ilişkilerindeki bu önemli gerginlik kaynağının devam edeceğidir.
Mullen’in Koşaner’i ziyaretinin anlamı
- Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu başkanlığındaki bir heyet Washington’la ilişkileri yumuşatmak için ABD’ye gitti. Ancak esas olarak ABD basınında çıkan haberlere göre eli boş döndü. Bundan sonda Ankara-Washington ilişkileri nasıl bir dönemece girer?
- Müsteşar Sinirlioğlu’nun ABD ziyaretinden “eli boş döndü” değerlendirmesi yerinde değildir. Türk-Amerikan ilişkilerini düzgün bir zemine oturtmak öncelikle karşılıklı olarak siyasilerin görevidir. Teknik seviyedeki temas ve danışmalar, daha çok, siyasi liderlere Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında sunulan görüş ve önerilerin sağlıklı ve yapıcı olmasını sağlama amacına yöneliktir. Bu itibarla, Büyükelçi Sinirlioğlu ve heyetimizin, ülkemizin görüş ve beklentilerini ehliyetli biçimde aktardıklarından emin olabiliriz. Bununla beraber, Kongre kanadıyla bir görüşme yapılamamış olması ise iki taraf için de önemli bir eksikliktir.
Ancak Ankara-Washington ilişkilerinin bundan sonraki seyrini etkileyecek hususlar, hangi seviyede hangi ziyaretlerin gerçekleştirildiği değildir. Washington, Türkiye’ye daha gerçekçi bir gözle bakmakta ve ilişkilerin daha da kötüye gitmesini istememektedir. ABD Genelkurmay Başkanı Mullen’in yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’i ziyaretini Amerikalıların arayı yumuşatma arzusunun bir parçası olarak görmek gerekir. Ancak ilişkilerin seyrini tarafların İran, Irak, Afganistan, İsrail, Ortadoğu barış süreci, Ermeni soykırım iddiaları ve PKK gibi ortak gündemlerindeki noktalara ilişkin tutumları olacaktır. Bu açıdan baktığımızda ise, önümüzdeki dönemde iki ülkeyi tehlikelerle dolu bir güzergâhın beklediğini, ciddi bir yol kazasına uğramamak için tarafların çok dikkatli davranmalarını gerektirecek bir dönemin eşiğinde olduğunu söyleyebiliriz. AKP iktidarının İslami değer ve kavramlara dayalı dünya bakış açısının gereği olarak izlediği dış politika Türkiye’yi Batılı dost ve müttefiklerinden uzaklaştırmakta ve Türkiye’yi giderek İslam ve Arap dünyasının bir parçası haline getirmektedir. Bu gidişat karşısında “stratejik ortaklık” veya Başkan Obama’nın “model ortaklık” olarak tanımladığı Türkiye’yle ilişkiler ABD için artık aynı anlamı taşımamaktadır. Bu kavramlar tarih olmuştur. Şimdi ise Türk-Amerikan ilişkileri belirsizliklerle dolu bir döneme girmektedir.
- Ankara’nın İsrail’le ilişkileri iyice bozması ABD’deki Yahudi kuruluşlarının da tepkileriyle karşılaşıyor. Son olarak American Jewish Committee (AJC) İcra Direktörü David Harris’in, “Türkiye’nin yön değiştirmesi bizi üzüyor. Türkiye’nin doğal dost ve ortakları İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah mı?” sözlerini nasıl karşıladınız?
- Türkiye-İsrail ilişkilerinde son dönemde yaşanan ciddi gerginliklerin önemli bir sonucu da ABD’deki güçlü Yahudi lobisinin Türkiye’den uzaklaşması olmuştur. Bu aşamada Yahudi lobisi Türkiye aleyhine aktif faaliyet göstermekten ziyade Türk-Amerikan ilişkilerine ve ABD Kongresi’nde önem taşıyan Ermeni tasarıları gibi konularda Türkiye’ye yardımcı olmaktan imtina etmekle yetinmektedir. Bu pasif tutum bile Türkiye’nin çıkarlarına ciddi ölçülerde olumsuz etki yapmaktadır. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde tek bir oyla kaybettiğimiz Ermeni tasarısı oylamasını, eğer Yahudi lobisinin desteği olsaydı, kazanabilirdik.
Türkiye’nin İran, Hamas ve Hizbullah konularındaki tutumu ve İsrail’le ikili ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi Amerikan Yahudileri arasında şaşkınlık, hayal kırıklığı ve derin kaygılara yol açmıştır. Ancak Yahudi lobisi Türkiye’yi henüz gözden çıkarmak istemediğinden ve Türkiye’yi kışkırtmamak için rahatsızlıklarını ölçülü bir biçimde ifade etmeye özen göstermektedir.
Önde gelen Yahudi kuruluşu AJC’nin yetkilisinin bu gözlemi Yahudi örgütlerine mahsus bir tepki değildir. ABD yönetimi içinde ve Kongre’de de bu kanıda olanlar olduğu gibi, Avrupa’da ve ülkemizde de bu görüşü benimseyenler vardır. Çünkü Türkiye artık bir Avrupa-Atlantik camiasının bir üyesi değilmiş de, Ortadoğu’nun bir Müslüman ülkesiymiş gibi hareket ettiği izlenimi yaratmakta ve bu izlenimi, dış politika karar ve uygulamalarıyla bertaraf etmek yerine, giderek güçlendirmektedir. Din ideolojisine dayalı ve ülkenin içindeki değişimin dışarıya uzantısından ibaret olan bu dış politikanın Türkiye’nin küresel konum ve çıkarlarına uzun vadede ciddi zararlar vermesi kaçınılmazdır.
Türkiye bölgenin kilit ülkesi olarak Arap-İsrail ihtilafının çözümünde çok önemli roller oynayabilecek ve katkılar yapabilecek birikim, derinlik ve yeteneğe sahiptir. Ancak Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulması ve karşılıklı güven ortamının yok olması nedeniyle Türkiye maalesef kendi davranışları neticesinde kendini Ortadoğu barış süreci denkleminin dışına itmiştir. Nitekim Filistin ve İsrail arasında bugünlerde başlayan doğrudan görüşmeler vesilesiyle Mısır ve Ürdün Washington’a davet edilirken, asıl orada olması gereken Türkiye bu şansı yitirmiştir. Bu itibarla, Ortadoğu bölgesinin istikrar ve refahı için Türkiye-İsrail ilişkilerinin karşılıklı güven esasına dayalı bir zemine yeniden oturtulması için tarafların gereken adımları atmaları acil bir ihtiyaçtır.