Ali Bayramoğlu
(Yeni Şafak, 29 Mart 2012)
Suriye konusu pek çok açıdan ısınıyor ve Türkiye'nin siyasi gündemini pek çok açıdan kuşatacağa benziyor...
İstanbul bir kaç gün önce Suriyeli muhalifler toplantısına ev sahipliği yaptı, Nisan başında "Suriye'nin Dostları" adı altında pek çok ülke biraraya gelecek ve gündemi Esad rejimine yönelik yaptırımlar ve bu rejimle ilişkilerin tümüyle kopması oluşturacak.
Türkiye bu oyunda "oyun kurucu" rolünü açık bir şekilde üstlenmiş durumda...
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Güney Kore gezisinin önemli yönlerinden birisini de Suriye meselesi oluşturdu...
Obama'nın Erdoğan'la yaptığı görüşme sonrası Suriye'ye "öldürücü olmayan yardımlar"ın başladığını açıklaması, bunlar içinde bir tür askeri malzemenin, haberleşme ekipmanlarının da bulunması, bunun Suriye direniş birliklerinin kordinasyonu için önemli bir rol oynayacak olması, gidilen istikametin ne olduğunu açıkça gösteriyor.
Suriye, Türkiye için, Türkiye'nin bölge politikaları ve ilişkileri için önemli bir ülke...
Özellikle Kürt sorunu, PKK açısından ele alanırsa, hasım ya da mesafeli bir Suriye'nin Türkiye'ye çıkaracağı fatura muhtemelen baba Esad döneminden daha ağır olacaktır...
Suriye'deki rejim meselesi Türkiye için sadece bölgede istikrar ve demokrasi öncülüğü yapmak gibi tercihleri açısından değil, aynı zamanda, izlediği Kürt politikası açısında da önemli...
Cengiz Çandar dün şunları yazıyordu?
"Türkiye'nin 'Kürt sorunu'nu da, bundan böyle, Suriye'deki gelişmelerin prizmasından okumamız gerekecek. En azından bizim devletin en üst kademelerinde böyle bir 'algı' ve 'okuma' var. Üst düzey yetkililerden biri, 'Rusya-İran-PKK;PJAK ve Suriye'nin aynı ekseni teşkil ettiğini' söyledi..."
Nitekim bugün itibariyle bakıldığında Suriye-PKK arası bir ilişki hattı oluşuyor... Suriye PKK'nın nefes alma, yenilenme, üslenme ihtiyaçlarına karşılık veriyor. Türkiye'nin bu konudaki yakın müttefiki ise şu aşamada Barzani olarak görünüyor...
Bu denklemi besleyen bir de dış, ama son derece önemli bir daire var...
Suriye'nin önemli bir destekçisi İran...
Maliki, Esad, Hizbullah üzerinden Akdeniz'e ulaşan Şii koridoru için Suriye rejimi hayati önemde görünüyor.
İbrahim Karagül birkaç gün once, bu konuda şu tespiti yapıyordu: "İran-Suriye aksı, bugünkü Ortadoğu denkleminin bel kemiği. Suriye'nin düşmesi İran'ı ciddi oranda zayıflatacak. Tahran buna hiçbir zaman razı olmayacak, 'Suriye kartı'nı elinden kaçırmak istemeyecek. Bu 'aks'a çok daha güçlü bir üye katıldı şimdi; Irak... Suriye düşerse Irak öne çıkacak, İran'a kalkan olacak..."
Bir tarafta dış daire böyle görünüyor...
Türkiye'nin merkezinde yer aldığı taraftaki dış daire ise ABD, Barzani, Körfez ülkeleri, AB üyelerinden oluşuyor.
Bu dairede yer alan kimi ülkeler için insani bir rejim kadar bölge dengeleri ve İran meselesi, kimi ülkeler için ise Şii-Sunni farklılaşması önemli bir rol oynuyor. Türkiye'nin de Kürt meselesi, bölge öncülüğü yanında, söz konusu farklılaşmada benzer bir bakışa sahip olduğunu da eklemek gerekiyor.
Bu koşullarda, özellikle açık bir kullanım aracı haline gelebilecek Kürt meselesi açısından Esad'ın gitmesi Türkiye'nin resmi politikalarının "olmazsa olmazı"...
Ankara'nın oynadığı öncü rolde yoğunluğun ve angajmanın artmasını açıklayan ana neden bu.
Türkiye Esad'ın her koşulda devrileceğini düşünüyor.
Başbakan'dan Dışişleri Bakanı'na ve müsteşarına hemen her düzeyde bunu üstelik zaman biçerek telaffuz ediyor. Başbakan 6 ay diyor, Dışişleri'nin tahmini ise Esad en fazla 2 yıl dayanabilir.
Böyle olur mu?
Esad hızla gider mi?
Kalır ya da gitmesi uzun sürerse ne olur?
Türkiye'nin başı ciddi olarak ağrır ve bu ağrıyı Kürt sorunu yapar...
Güvenlikçi politikalar, güvenlik endeksli dış politik tercihler derken, ülke Kürt sorununda savaş diline esir olur. Kürt meselesini güç kavgalarının mutlak aracı haline getirir.