Politika
Koşaner Doğrulasa da, Yasadışı Dinleme Suçtur
İşkence ile elde edilen beyanatlar delil kabul edilebilir mi? Hayır. Çünkü...
29 Ağustos 2011 03:00
Utku Çakırözer
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi
İşkence ile elde edilen beyanatlar delil kabul edilebilir mi? Hayır. Çünkü hukuka ve insan haklarına aykırı bir yoldan elde edilmişlerdir. Türkiye’nin bu demokratik anlayışa erişmesi uzun yıllar almıştır. “İşkenceyle delil elde edilebilir, işkencecinin sorumluluğu ise ayrı değerlendirilir” şeklindeki ilkel ve çarpık bakıştan kurtulmamız on yıllar süren bir mücadele ile mümkün olabilmiştir.
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Işık Koşaner’e ait olduğu ileri sürülen yasadışı dinleme kayıtlarına da aynen ‘işkenceyle elde edilen delil’ muamelesi yapılması gerekir. Bu benzetmeyi yapan Ankara Barosu Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu’nun hukuki yaklaşımını özetlemek gerekirse;
“Kim tarafından ve nasıl kayda alındığı bilinmeyen, hatta gerçek olup olmadığı dahi sabit olmayan bir konuşmanın gerçekmiş gibi peşinen varsayılıp içeriğinin değerlendirilmesi tıpkı işkenceyle elde edilen delil anlayışına benzemektedir. Nasıl ki işkenceyle elde edilen beyanın güvenilirliği yok ise yasadışı yoldan elde edilen kayda da içerik açısından güvenilemez. Dinlenen ister Başbakan, ister Genelkurmay Başkanı isterse herhangi bir yurttaş olsun hiç farketmez. Anayasaya ve yasalarımıza göre yasadışı yoldan elde edilmiş hiçbir belge delil olamaz. Yasadışı yolla elde edilen bir kaydın içeriğinin doğruluğu da tereddütlüdür. Özel hayatın gizliliğinin ihlalinin kanuni dayanağı yoksa, bu tür dinlemeler hem suç teşkil eder hem de fayda değil zarar verir. Bu yapılan, belden aşağı, ahlaktan yoksun ve suç teşkil eden ucuz bir siyasettir.”
Koşaner’e göre ‘hukuksuzluk ve ahlaksızlık’
Feyzioğlu’nun bu sözlerini yazıya dökerken, Koşaner’in dinleme kayıtlarıyla ilgili açıklaması geldi. O da yapılanı ‘ahlaksızlık ve hukuksuzluk’ olarak tanımladı. Arkasında olduğunu ifade ettiği sözlerinin çarpıtılarak kamuoyuna sunulduğunu belirtti ve tüm bunların ardında bu yılki YAŞ toplantısı öncesinde aldığı istifa kararı nedeniyle kendisini gayri ahlaki ve gayri hukuki bir tartışma içine çekme çabasının yattığı iddiasını gündeme getirdi.
Koşaner’in bu ifadelerini Baro Başkanı Feyzioğlu’na aktardığımda tutumun değiştirme ihtiyacı duymaksızın şu yorumları ekledi:
“Koşaner’in dinleme kayıtlarının doğrulaması, suç teşkil eden yasadışı dinleme uygulamasını kesinlikle meşru kılamaz. Olayın yasadışılığını görmeksizin, ‘Bak neler konuşmuşlar’ diye tavır almaya başlarsak bu yöntemlere başvuranlar, sonuç aldıklarını gördükçe aynı ahlak dışı yöntemlerini uygulamaya devam edeceklerdir. Toplum olarak yapmamız gereken, yasadışı yöntemle elde edilmiş kayıtları dikkate alıp değerlendirmemektir.”
HSYK’de ‘dün dündür’ yaklaşımı
‘Deniz Feneri’ davasını yürüten savcıların görevden alınmasını konusunda ise Feyzioğlu, kararda “HSYK’nin yapısında 12 Eylül referandumuyla gerçekleştirilen değişikliğin” önemine dikkat çekiyor. Eski HSYK döneminde, Ergenekon savcılarının soruşturmalardaki eksik ve hatalarını sorgulayan şikâyetler eşliğinde savcıların alınması talepleri gündeme geldiğinde hükümetin bu girişimleri ‘yargıya müdahale’ diye kınadığını ve HSYK toplantısını yaptırmadığını anımsatan Feyzioğlu önceki gün Deniz Feneri davasında alınan kararın anlamını şöyle yorumluyor:
“Daha bir yıl önce savcıların korunması için bu tavrı gösteren siyasi iktidar, şimdi, yürümekte olan bir başka soruşturmada tam iddianame tanzim aşamasındayken üç savcının aynı anda görevden alınmasına göz yumuyor. Bundan çıkan tek sonuç, ‘Dün HSYK benim değildi ama bugün benim ilemde’ anlayışı içinde olduklarıdır”
Bu tür uygulamaların Türkiye’de toplumun yargıya güvenini sarstığını belirten Feyzioğlu, “İki ayrı davada bir yıl arayla uyguladığı birbirinden farklı iki usul, hem soruşturulan ve yargılanan insanlar hem de bu davaları takip eden kitlelerin yargıdan umudunu keserek onu düşman gibi görmeye başlaması tehlikesi doğurabileceği” endişesini paylaşarak şu uyarıyı yapılyor:
“Demokratik devlet toplumun yargıdan kopuşunu ciddiye almaz ve tam tersine bunu bastırmaya kalkışırsa, o zaman baskıcı ve totaliter bir devlet haline dönüşür. Yolun sonu faşizmdir…”