Hürriyet yazarı "Uğur Gürses, Türkiye'nin borç defterinin kabardığını" belirterek "Siyasete düşen görev de bu; yerleşik olmayan yatırımcılarla olan ilişkisini, 'borç veren' ilişkisinden, 'gelip iş kuran' biçimine çevirmesidir. Sabit yatırımla varlık kuran ya da satın alarak iş üreten tasarrufları ülkeye çekmenin zeminini oluşturmasıdır" dedi.
Hanede yaşamını, kazancının çok üzerinde bir refah sergileyerek yürüten; ama bunu günübirlik borçlarla sürdüren bir aileye dışarıdan bakınca, “davulun sesi” hoş gelebilir.
Borç defterinde ne yazdığı çok daha önemlidir. Tasarruf açığı olan ülkelerin kısa bir zaman aralığında sergilediği refahın yakıtı da dış kaynağa bağlı. Uzun vadede “kendi bahçesini” toparlayıp uzun ve kalıcı kaynaklara ulaşanlar, bu refahı da kalıcı kılıyor. Kısa vadeli borçla sağlanan refah da sürdürülebilir olmuyor.
Türkiye’nin aylık ve yıllık dönemlerle sağladığı döviz gelir ve giderlerinin, ödemelerinin tablosu; ödemeler dengesi tablosudur. Bu bir akım tablodur. Bu akımların “tortusu” da, yani stok hali de “uluslararası yatırım pozisyonunda” (UYP) izlenir. Uluslararası yatırım pozisyonu, yerleşik yurttaş ve şirketlerin yurtdışı döviz varlıkları ile yurtdışından sağladıkları borç ve yatırım olmak üzere yükümlülükleri gösterir. Net pozisyon ise net döviz yükümlülüklerimizi gösteriyor. Bu tutar da, 2006 yılında 205 milyar dolar iken, 2017 Temmuz ayı itibariyle 450 milyar dolara geldi.
Net UYP yani, net döviz yükümlülük stokumuz 2006’da milli gelirin yüzde 37’sine karşılık gelirken, şimdi yüzde 56’sına karşılık geliyor.
Özellikle borca dayanarak büyüyen bir ülke iseniz bu pozisyondaki ağırlığın, doğrudan yatırımlara ve hisse senedi kanalıyla dolaylı olarak yerleşik şirket varlıklarına yatırımları teşvik etmeniz beklenir.
10 yılda bu yolda mesafe almamız gerekirken, tablo borçlanma lehine değişmiş. Doğrudan yatırımların kayda değer hızda arttığı, 10 yılda neredeyse ikiye katlanıyor olduğu görülse de, 2017’de 7 ayda 43 milyar dolarlık artış burada önemli faktör. Bunun nedeni de borsa yükselişinin yüzde 40’lara vurması. Oysa 7 ayda giren doğrudan yatırım sadece 5.7 milyar dolar.
Toplam yükümlülükler içinde şampiyonluk 2.5 kata yakın büyüyen borç senetlerinde. Yani kamu ve özel borçlanma tahvillerinde. Şirketler, bankalar ve kamunun kredi ya da borçlanmayla oluşan stokun toplam yükümlülüklerdeki payı 2006’daki yüzde 63’ten, 2017 Temmuz’unda yüzde 69’a ulaştı. Bu büyüklük, 2006’da toplam 220 milyar dolar iken, 2017 Temmuz’unda 400 milyar doları bulmuş durumda.
Hisse senedi ya da doğrudan yatırımlarda kayda değer artışlara bakarken, şu hatırlatmayı da koymak gerekiyor; değeri TL olarak hesaplanan ama sonunda dolara çevrilen varlıklar ya da yükümlülüklerde zaman zaman gözlenen yüksek artışların, bizatihi kur iniş çıkışlarından etkilendiğini dikkate almak gerekiyor. Ayrıca TL varlık fiyat artışları da bunda etkili. Örneğin borsada işlem gören şirketlerin TL değerinde borsa yükselişleri ile ortaya çıkan artış, kur pek değişmiyorsa UYP’de döviz cinsi değerlerini de yükseltiyor.
Bir ülkenin değişim ve dönüşümün, sürdürülebilir büyümenin izleri uluslararası yatırım pozisyonda belirgin bir değişimle gözlenebilir. Son 10 yılda Türkiye’nin yurttaşlarının, şirketlerinin ve devletin döviz varlıkları sadece 77 milyar dolar artabilirken, yükümlülükleri 321 milyar dolar artmış. Böylece net yükümlülük 244 milyar dolar artmış. Bunun içindeki ağırlığın da, 212 milyar dolarlık artışla krediler ve borç senetlerinden geldiği görülüyor.
Türkiye’nin 2005 sonrasında Avrupa Birliği hikayesi, doğrudan yatırımlarda kendini göstermişti. Sadece 2006-2009 arası 4 yıllık dönemde Türkiye’ye giren doğrudan yatırım miktarı 70 milyar dolar oldu. Bugünkü stokun da önemli bir bölümü bu. Türkiye “hikayesini” kaybettikçe ekonomisinin büyüme için ihtiyacı olan kaynak borca ağırlık veriyor.
İşte siyasete düşen görev de bu; yerleşik olmayan yatırımcılarla olan ilişkisini, “borç veren” ilişkisinden, “gelip iş kuran” biçimine çevirmesidir. Sabit yatırımla varlık kuran ya da satın alarak iş üreten tasarrufları ülkeye çekmenin zeminini oluşturmasıdır.