Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, mahkemenin 47. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada Hükümete sınırsız güç uyarısı yaptı ve ''Demokrasilerde elbette egemenlik halka aittir, fakat siyasi çoğunluğun otoritesi de sınırsız değildir'' dedi.
'Adalet'in gözü açıldı!
Erdoğan: Acil anayasal düzenleme gerekli
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen insanların onurlarının yok edildiğini belirterek, "Bu bir insanlık suçudur" dedi.
Anayasa Mahkemesinin 47. kuruluş yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Kılıç, hukuk devletinin, hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı idarenin tüm eylem ve işleminin yargı denetimine tabi tutulduğu, kişilerin her türlü korku ve endişeden arındırılarak hukuksal güvenliklerinin sağlandığı devlet olduğunu söyledi.
'Güçlü bir yargı, demokrasinin güvencesi'
"Devlet güç ve kudret demektir" diyen Kılıç, bunun sınırlanmadığı ve denetlenmediği yerde keyfilik ve hukuksuzluk olduğunu belirtti. Hukuk devletinin temel unsuru olan yargının, toplumu hukuk süzgeçinden geçirerek arındıran bir niteliğe sahip olduğunu dile getiren Kılıç, "Bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmamış bir yargının, arındırmadan daha çok kirliliği artıracağı kuşkusuzdur. Güçlü ve tarafsız bir yargı demokrasinin, laikliğin ve sosyal devletin güvencesidir. Başına buyrukları hukuk içine çeken yargının en son sözü söyleyen güç olması sebebiyle tarafsızlığı ve bağımsızlığı yaşamsal önem taşır" dedi.
Bir yargıcın tarafsızlığının onun onuru olduğuna işaret eden Kılıç, yargıcın, vicdanında kurulan mahkemede tarafsızlığını etkileyecek duygularına, öznel düşüncesine ve öfkesine kayıtsız kalmak zorunda olduğunu dile getirdi. Kılıç, şunları kaydetti:
'Yargıya müdahale ve baskı sürüyor'
"Anayasa'nın 138. maddesinde, açıkça, 'hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz' denilmesine rağmen, yargıyı etkileme ve yönlendirme çabaları halen devam etmektedir.
Her önemli davada yargı siyasi düşüncelerle kuşatılmakta, mahkeme hakimlerinden önce, medya ve siyaset dünyasının yargıçları kararlarını vererek davayı sonuçlandırmaktadır. Mahkemeleri yönlendirme ve etkileme çabaları ile hakimlerin ve savcıların özel hayatlarının didiklenerek vicdani kanaatlerinden uzaklaştırma gayretleri suçtur. Savcılarımızın işlenen bu suçlara karşı hareketsizliği düşündürücü ve üzücüdür. Yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen
insanların onurları yok edilmektedir. Bu bir insanlık suçudur. Yok edilen insanlık onurunun doğurduğu öfke, demokrasiden ve hukuk devletinden intikam alma duygusuna dönüşmeden gerekli olan her türlü düzenleme acilen yapılmalıdır.”
'Siyasi otorite sınırsız değildir'
Kılıç, demokratik anayasaların en önemli işlevinin siyasi iktidarı etkili bir şekilde sınırlandırmak suretiyle bireyin hak ve özgürlüklerini korumak olduğunu belirtti. Kılıç, anayasaların bu
işlevinin toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olan özgürlük ve otorite arasındaki denge arayışının sonucu olduğunu ifade etti.
Bireysel özgürlüklerin ancak otoritenin kullanım alanının hukuk kurallarıyla belirlendiği ve sınırlandığı durumlarda güvence altına alınabileceğini vurgulayan Kılıç, tarihin sınırlandırılmayan iktidarın, hak ve özgürlükler için çok ciddi bir tehlike teşkil ettiğinin canlı şahidi olduğunu
söyledi.
Kılıç, bu durumun çağdaş demokratik rejimler de geçerli olduğuna işaret derek, ''Demokrasilerde elbette egemenlik halka ait olmakla birlikte egemenliği kullanan siyasal otoritesi de sınırsız değildir. Buradaki sınır bireylerin hak ve özgürlükleridir. Ancak bu hak ve özgürlüklerin belirlenmesi ve korunması sürecinde de ciddi sorunların ortaya çıktığı da bir gerçektir'' diye konuştu.
Halk iradesinin sınırlandırılması
Geçen yüzyılın en önemli liberal düşünürlerinden Friedrich Hayek'in, demokratik rejimlerin temel meselesini, ''halk iradesinin, onun üstünde başka bir irade tesis etmeden nasıl sınırlandırılacağı'' konusunun oluşturduğuna dikkati çektiğini kaydeden Kılıç, Hayek'in bu sözünün anayasa yargısının varlığını ve sınırlarını belirlediğini ifade etti. Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Anayasa mahkemeleri, halk iradesi sonucu ortaya çıkan yasama ve yürütme organlarını sınırlandırmak için kurulmuştur. Bu mahkemelerin meşruiyeti de temel hak ve özgürlükleri korumak amacıyla çoğunluğun iktidarını sınırlandırma işlevinden kaynaklanmaktır. Ancak negatif yasa koyucu olarak da nitelendirilen anayasa yargısı alanında faaliyet gösteren aktörlerin varoluş hikmetinden uzaklaştığı bireysel hakları koruyamadığı ya da demokratik siyasi iradeyi vesayet
altına almaya kalkıştığı durumlarda anayasa yargısı meşruluk kriziyle karşı karşıya kalmaya mahkumdur.”
'İnsanlık onuru en temel değerdir'
Militarizmin, otoriter ve totaliter anlayışların yarattığı yıkımın ardından dünya milletlerinin ortak iradesiyle kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ana eksenini de insan onurunun oluşturduğuna dikkati çeken Kılıç, şöyle konuştu:
''İnsan onuru, hiç kimsenin bir eşya gibi muamele göremeyeceğini, bütünüyle haklardan mahrum bırakılamayacağını, haysiyet kırıcı ceza ve uygulamalara tabi tutulmayacağını, işkencenin yasaklandığını, devamına değer görülmeyen yaşamların sona erdirilmesine izin verilmeyeceğini, kişinin en kıymetli varlık olduğu hakkında hiç kimsenin, hiçbir devlet kurumunun, hangi ülkede yargıç kararı ne olursa olsun tasarrufta bulunamayacağını emreder. İnsan onuru sadece imtiyazlıların onuru değil, insan onuru ortak paydasına sahip her varlığın koşulsuz amasız, fakatsız sahip olduğu temel değerdir. Bunda belirli bir cins, etnik yapı, dini inanış felsefi veya ahlaki aidiyete göre ayırım yapmanın olanağı yoktur. Onurlu muamele etnik dini, ideolojik homojenliğin sağlanması şartına da bağlanamaz. Öyle bir değerdir ki onu lütfetmek hiçbir sistemin veya hiçbir devlet sisteminin haddine değildir. Siyasal düzenler bunu yalnızca kabul
eder, saygı duyar ve korumaya varlığının temel nedeni görür.
Kant'tan örnek verdi
Büyük filozof Kant'ın ifadesiyle 'insan amacın bizatihi kendisidir, hiçbir koşulda amaç için bir araca indirgenemez.' İnsan onuru, ne başkalarının temel hakları gerekçe gösterilerek geçersiz kılınabilir ne de anayasa ve siyasi yapıda egemen olan anayasal değerler gerekçe gösterilerek zayıflatılabilir. Aksine anayasalarda yer alan normlar insan onurunun da bu şekilde korunduğunun da göstergesidir.”
‘Demokrasi bir barış tekniğidir’
''Demokrasi, gerginlikleri ve çatışmaları yok etme iddiasında bulunmayan ancak hoşgörü kültürüyle tarafları birlikte yaşamaya ikna eden bir barış tekniğidir'' diyen Kılıç, Tolstoy'un, ''kafa yapısınca düşünce, yürek yapısınca sevgi vardır'' sözlerinin toplumun çok renkliliğini anlattığını belirtti.
Kılıç, büyük kurtarıcı Gazi Mustafa Kemal'in ''dogma istemiyorum, donar kalırız'' sözüyle sorgulayan, eleştiren ve bilimin aydınlık yolunda kaybettiklerini arayan bir toplumu işaret ettiğini, ''En büyük eserim TBMM'dir'' diyerek milli iradenin ve demokratik rejimin öngördüğü onurlu bir hayatın programını çizdiğini kaydetti.
Din ve laiklik kavramlarının bir takım siyasi hareketlere stratejik ve lojistik destekler sağlarken, bireysel hak ve özgürlük alanında daralmalara neden olduğunu vurgulayan Kılıç, dini ilgilendiren alanlarla siyaseti ilgilendiren alanlar arasındaki sınır anlaşmazlıklarının sağlıklı bir tartışma zeminini ortadan kaldırdığına dikkati çekti.
''Siyasilerin ilgi alanı haline gelen din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin sorunlar çözülmedikçe siyasetin dinden beslenmesi kaçınılmaz görülmektedir'' diyen Kılıç, Anayasa'nın öngördüğü laik ve demokratik ilkelerin devletin ideolojiler, inançlar ve inançsızlıklar karşısında tarafsız ve eşit uzaklıkta kalmasını zorunlu kıldığını söyledi.
'Partiler kapatılabilmeli ama...'
Siyasi partilerle ilgili anayasal düzenlemelere de değinen Kılıç, Anayasa'nın 68. maddesinin 4. fıkrasında siyasi partilerin Anayasa'ya aykırı eylemlerinin belirtildiğini ancak Siyasi Partiler Yasası'nda bunların açılımlarının yapılmaması nedeniyle belirsizliklerin yargı kararlarıyla
doldurulduğunu söyledi. Kılıç, şöyle konuştu:
''Siyasi partilerin temelli kapatılmasına ilişkin yaptırım kaldırılmamalı, ancak kapatma öncesi aşamalarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde belirtilen standartlara uygun çerçevenin çizilmesi öncelikle benimsenmeli, terör, şiddet, baskı içeren eylem ve söylemler ile barışçıl
çözümler birbirinden ayrılarak uygulanacak yaptırımlar geciktirilmeden düzenlenmeli ve kapatma davaları demokratik siyasi hayatı biçimlendirme aracı olmaktan çıkarılmalıdır.
'Yüzde 10 seçim barajı kalkmalı'
Anayasal değerlere aykırı faaliyette bulunan siyasi partilere belirtilen suçların Anayasa
Mahkemesi'nce tespiti halinde temelli kapatılma yerine Hazine yardımından yoksun bırakılma cezasının verilmesi siyasi suçun niteliğiyle uyuşmayan bir ara yaptırımdır. Karşı ağırlık bu değildir ve gözden geçirilmeye muhtaçtır. Kapatma öncesi ara yaptırımlar ağırlığına göre çeşitlendirilmeli ve siyasi nitelikle dengeli ve uygun hale getirilmelidir. Böylece siyasi partilerin kapatılma
davalarında Hazine yardımından faydalananlarla yaralanmayanlar arasındaki yaptırım eşitsizliğinin de giderilmiş olacağı kuşkusuzdur. Seçimlerde uygulanan yüzde 10'luk seçim barajı ile siyasi partilere Hazine’den yapılacak mali yardım için öngörülen en az yüzde 7'lik oy barajının bir demokratik rejimin katılımcılığıyla ne de hakça dağıtım ilkesiyle izahı mümkündür. Bu düzenlemeler demokratik katılımcılığın özünü zedelemeden değiştirilmelidir.''
'Yargı reformu bitmeyen bir senfoni'
Yargı reformuna da değinen Kılıç, bu konunun yıllardır bitmeyen bir senfoniye dönüştüğünü
söyledi. Kılıç, ötelenen, gizlenen yargıya ait sorunların yıllar geçtikçe büyümeye devam
ettiğini kaydetti.
'Bireysel başvuru hakkı tanınmalı'
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvurularda Türkiye'nin Rusya'dan sonra
aleyhine en çok başvuru yapılan ülke olduğuna dikkati çeken Kılıç, bunun nedenini gerekli iç denetim sisteminin kurulup işletilememesi olarak gösterdi. Kılıç, “Bu nedenle tüm yargı yolları tükendikten sonra bireysel başvuru hakkı tanınmalı” dedi.