Agos gazetesini kuran ekipte yer alan Karin Karakaşlı, Yeni Şafak yazarı Markar Esayan'ın, "ilk yuvam" dediği ve gazeteciliğe başladığı Agos gazetesine yönelik ağır eleştirilerine cevap verdi. Karakaşlı, Esayan'ın "Ermenilerin önündeki tercihler ve AGOS..." başlıklı dünkü (24 Eylül 2014) yazısında, "Ermeni cemaatin BirGün'ü olacağınıza yeni Türkiye'nin gazetesi olun" sözlerine ilişkin olarak, "Agos sıfat zengini bir gazete. Bugüne kadar kendisine küstah, hain, işbirlikçi, devletçi, ulusalcı, dinci, solcu, muhafazakâr, sapkın, radikal, Ermeni milliyetçisi, Kürtçü gibi sadece farklı değil tezat atıflarda bulunulmuştur. Açıkçası yayın politikası olarak doğru çizgide durduğumuzu, en çok da bu tersten sağlama ile anlarız" dedi. Karakaşlı, "Aranan ‘makbul’ Agos burada bulunmuyor. Ne yapalım, tipi böyle" ifadesini kullandı.
"Agos bir kişi ya da yapıya angaje olmadığı oranda Agos'tur" diyen Karakaşlı, "Esayan’ın bu ilkeden haberi yok. Tıpkı hayattayken ‘Hrant Abi’ diye hitap ettiği bir insandan ölümünün ardından ‘dostum Hrant’ eşleşmeleri eşliğinde bahsedişindeki hadsizlikten bihaber oluşu gibi" dedi.
Esayan'ın Hrant Dink yaşarken, "bir kez bile gazeteye adımını atmadığını" da ekleyen Karakaşlı eleştirisini şöyle sürdürdü:
"Hrant Dink döneminde yazı yollamak dışında bir kere ayak basmadığı gazeteyi 'ilk yuvam' olarak niteleyen Esayan'ın bu ilkeden haberi yok. Tıpkı hayattayken 'Hrant Abi' diye hitap ettiği bir insandan ölümünün ardından 'dostum Hrant' eşleşmeleri eşliğinde bahsedişindeki hadsizlikten bihaber oluşu gibi."
Karakaş'ın Agos'ta "Bir ‘makbul’ Agos aranıyor" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2014) yazısı şöyle:
Agos’un en başından beri, tirajı ile açıklanamayacak simgesel bir önemi oldu. Ermeni meselesinin tabu olmaktan çıkıp konuşulabilir kılınmasında etkin rol oynayan gazete, kurucusu ve Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in gazete binasının önünde öldürülmesiyle birlikte daha da özneleşti.
Talihin ne acı cilvesidir ki bizzat bu cinayet davasının kendisi iktidar ile Gülen cemaati arasındaki güçler ilişkisini ve bürokrasinin içindeki İttihatçı zihniyeti faş etti. Agos da jandarmasından, istihbaratına, emniyetten, bürokratına bu cinayette dahli olan her kesimin peşine düştü. Bu hükümet zamanında ülkenin yüzkarası bir müsamereye indirgenen cinayet davasına ilişkin “Dink davasının paralel yapının insafına bırakılması ve cinayetin manevi kaldıraç gücünün hesaplanamamış olmasından bahsetmek “Böylelikle Dink cinayeti üzerinden önce gazete sonra da cemaatin bir bölümü rehin alındı veya kendisini teslim etmeye hazırdı” diyebilmek insaf ve izandan hiç nasiplenmemeyi gerektiriyor.
Bu gereği layıkıyla yerine getiren Markar Esayan’ın ’Ermenilerin Önündeki Tercihler ve Agos’ yazısına göre ortalık güllük gülistanlık. En iyi örnekse anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılmasının sadece Kürtlerin değil diğer halkların da benzer sorunlarını çözüyor olmasıymış. Nitekim geçenlerde Süryani Mor Efrem Anaokulu açılmış. Önceki yıl da Gökçeada Rum İlkokulu’nun açılması yönünde engeller kaldırılmış.
Hani neredeyse kulağımda “Biz ayrı dünyaların insanlarıyız Necla” repliğini duyar gibiyim. Esayan devamla “Çok zor bir dönemdi. Arkasına sığınılacak sağlam gerekçeler var ama hiçbiri Agos gibi değerli bir mecraya yönelik özensiz editöryel tavrı haklı kılmıyor” buyurmuş. Sormadan duramıyorum. Cumhuriyet’in Ermeni ve Kürt meselesine ilişkin yakın dönem politikaları inkâr ve imha üzerine kurulu da hükümetin bu iki konuya yaklaşımı pirüpak mı? Bunca ölüm, kayıp ve gasp edilen mal mülk üzerinden girişilen konjonktürel hamleler birer lütuf mu? Özenli editöryel tavır, ‘afedersiniz’ eşittir koşulsuz biat mı?
Bir de şu bölüme bakalım: “Ama en nihayetinde etkisi ve temsiliyeti abartılmaması gereken küçük bir gazeteden söz ediyoruz. Kimse Ermenilerin alternatif fikir merkezleri üretmemesi için elini kolunu bağlamış değil…”
Buradan çıkardığım sonuç, Ermeni toplumunun da ülkenin de ‘kımıl’ Agos’a mecbur olmadığı ve alternatif dendiğine göre ‘makbul’ versiyon bir Ermeni gazetesi arayışı olduğudur. Ne alâ. Bizzat Hrant Dink’in hayattayken desteklediği bir girişimdir bu. Ne kadar çok, ne kadar farklı yayın, o kadar iyi. Buyrun hodri meydan, kurun gazetenizi. Yeter ki Agos’un isminden ‘kurucu özne’ gibi afili tanımlamalarla kendi siyasi ihtiraslarınıza uygun bir dökme kalıp çıkarmaya yeltenmeyin.
Zira Agos’u Agos yapan tam da bu kabına sığmama ve hiçbir kullanıma elverişli olmama halidir. Bu durumu en iyi Hrant Dink’in ‘İbadetse eğer demokratlık’ yazısındaki şu bölüm özetler: “Türk-Ermeni ilişkisi(zliği) üzerine yıllardır karalıyorum, dil döküyorum. Her seferinde Türkiyeli bir Ermeni olarak kaldım. Değişik adreslere konuşmak durumunda kalırken özellikle iki noktaya özen gösterdim. Birincisi hitap ettiğim adrese karşı eleştirel durabilmeye, ikincisi bu adresleri birbirine karıştırmamaya. Ne yazık ki aynı özeni hitap ettiğim adresler çoğunlukla göstermediler. Avrupalılarla konuşurken Avrupalıları eleştirdim ama bu eleştirilerimden Ermeniler ya da Türkler kendilerine pay çıkarıp, kendi sorumluluklarını boşladılar. Türklerle konuşurken Türkleri eleştirdim ama buradan da Avrupalılar ya da Ermeniler kendilerine pay çıkarıp kendi hatalarını örtmeye çabaladılar. Tabi Ermenilerle konuşurken de Ermenileri eleştirdim ama bundan da özellikle Türkler kendilerine pay çıkarıp, kendilerini avuttular. Diyeceğim o ki çok yerildim, çok övüldüm... Sanırım, bu benim gibi biri için bundan böyle de kaçınılmaz bir handikap. Ama ne çare ki bu duruma karşı benim samimi olmak dışında başkaca da alabileceğim bir tedbir yok. Adresler beni şaşırsa da ben adresleri şaşırmayacağım… Hepsi bu.”
Agos sıfat zengini bir gazete. Bugüne kadar kendisine küstah, hain, işbirlikçi, devletçi, ulusalcı, dinci, solcu, muhafazakâr, sapkın, radikal, Ermeni milliyetçisi, Kürtçü gibi sadece farklı değil tezat atıflarda bulunulmuştur. Açıkçası yayın politikası olarak doğru çizgide durduğumuzu, en çok da bu tersten sağlama ile anlarız.
Elbette hiçbir yayın organı hatadan azade değil. Agos en başından beri ve şimdilerde giderek sadece bildiren değil olduran bir yanı olduğunun bilinciyle hareket ediyor. Dolayısıyla manşetleri ve sözü ile önümüzdeki kritik dönemde etkin bir rol oynamanın gereği ve sorumluluğunu hissediyor.
Hal, duruş ve kadro buyken Agos’un Esayan’ın arzuladığı “Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni medyanın özgün bir parçası” olamayacağı aşikâr. Zira bahsedilen şey, kısaca angajman. O noktada halihazırdaki gazetenin tabii Markar Esayan’la hiçbir zaman uzlaşamayacağı bir duruşu var. O duruş da Agos’un bir kişi ya da yapıya angaje olmadığı oranda Agos olduğu şiarından kaynaklanır. Belli ki ‘Agos’un ‘toparlanmasını bekleyen’ ve Hrant Dink döneminde yazı yollamak dışında bir kere ayak basmadığı gazeteyi ‘ilk yuvam’ olarak niteleyen Esayan’ın bu ilkeden haberi yok. Tıpkı hayattayken ‘Hrant Abi’ diye hitap ettiği bir insandan ölümünün ardından ‘dostum Hrant’ eşleşmeleri eşliğinde bahsedişindeki hadsizlikten bihaber oluşu gibi.
Ez cümle, aranan ‘makbul’ Agos burada bulunmuyor. Ne yapalım, tipi böyle."
Eseyan'a Rober Koptaş da ağır cevapladı
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, Yeni Şafak yazarı Markar Esayan'ın, "ilk yuvam" dediği ve gazeteciliğe başladığı Agos gazetesine yönelik ağır eleştirilerine cevap verdi. Koptaş, Esayan'ın "Ermenilerin önündeki tercihler ve AGOS..." başlıklı dünkü (24 Eylül 2014) yazısında, "Şimdi bir takım isimler (Türk, Kürt veya Ermeni) birer Yoldaş Pançuni rolüne soyunmuş haldeler. Ermeni cemaatin BirGün'ü olacağınıza yeni Türkiye'nin gazetesi olun" sözlerine ilişkin olarak "Biz bir türlü senin gibi onursuzluğu beceremedik. Yoldaş Pançuni'yi biliyorsan, bnagalez kelimesinin anlamını da biliyorsundur. Master yapmış adamsın, bizden öğrenecek değilsin, ama bilmeyenler için söyleyelim, çanak yalayıcı demek. Takdir edersin Markar, bnagalaz'leri, yaladıkları çanakların sahipleri bile ciddiye almaz. Eh, biz de almıyoruz" diye konuştu.
Koptaş'ın Agos'ta "Agos, Ermeniler, ‘bnagalez’ler" başlığıyla yayımlanan (25 Eylül 2014) yazısı şöyle:
Markar. Sen olsaydın "Sevgili Markar" diye başlardın ama ben öyle yapmayacağım. Bu tür yapma söz sanatlarının ustası sensin ne de olsa.
2008'e kadar Agos'a yardımcı oldum diyorsun. Eyvallah, eksik olmayasın. Bilmeyenler için, burada çalışanların seni en çok andığı üç cümleni not düşeyim tarihe:
1. Ben o masada oturmam.
2. Neden benim ayrı bir odam yok.
3. Ben master yapıyorum, o masada oturmam ve ayrı bir odam olmalı.
Bu tür şeyleri kendine biraz fazla dert ettiğin için, önüne ilk fırsat çıktığında, eyvallah dahi demeden çekip gittiğini ve o gün gazetede bir bayram havası estiğini de anlatıyorlar ama ben tabii bunlara hiç inanmıyorum.
'Milletvekilliği için bin türlü takla attın'
Gittiğin yerlerde de buradaki gibi güzel işlere imza attın. Misal, milletvekili adaylığı için bilumum çeşit takla attın. Beraber çalıştığın insanların ardından bilumum çeşit kulis yaptın. Yazı yazmayı öğrendiğin insanlara bilumum çeşit oyun oynadın. Daha birkaç ay öncesine kadar, şimdi bize "Hrant Dink'i onlar öldürdü" sırrını verdiğin cemaatin gazetesinde yazdın. Hepsi memleket, hepsi demokrasi aşkına. Irz, namus ve vatan düşmanı birtakım solcular mani olmasa daha neler yapardın kim bilir...
'Allahtan senin gibilerden tonla var...'
Allahtan memleket bereketli. Makam mevki sahiplerinin çevresinde senin gibilerden tonla var. Ama neyse ki seni öbürlerinden farklı kılan bir özelliğin var.
Ermenisin elhamdülillah. Bunun kıymetini biliyorsun ve kendini parlatmak için arada sırada "kötü" Ermenilerle dalaşman gerekiyor. Kerhen tabii canım... Sen kaka Ermenilerle dalaşacaksın ki, memleketin iyiliğini isteyen büyüklerin "Aferin bizim oğlana!" desinler. Ne hikmetse, uzun zamandır bu oyunu bir türlü tutturamadın; bir türlü istediğin cevabı alamadın.
Neyse, o kadar tırmaladın, öyle aşağı bir seviyeye çıktın ki, sonunda murad ettiğin cevap geldi. Artık bu yazıyı bir kahramanlık apoleti gibi omzuna takabilir, uçuş sandığın bu düşüşe kanat diye gerebilirsin.
Bizlerden öğrendiğin Yoldaş Pançuni'yi diline dolamış, aklınca kafasızlıkla alaya almışsın.Bizler sahiden de sıkça kafasızlık ederiz, insanlığımıza ver. Ve kafasızlık bu ya, bir türlü onursuzluğu beceremedik. Sense bunu kendine o kadar güzel yakıştırıyorsun ki, çok istesek de sana bir türlü gülemiyoruz.
'Çanak yalayıcısın, seni ciddiye almıyoruz'
Yoldaş Pançuni'yi biliyorsan, bnagalez kelimesinin anlamını da biliyorsundur. Master yapmış adamsın, bizden öğrenecek değilsin, ama bilmeyenler için söyleyelim, çanak yalayıcı demek. Takdir edersin Markar, bnagalaz'leri, yaladıkları çanakların sahipleri bile ciddiye almaz. Eh, biz de almıyoruz.
Ama sana afiyet olsun.
Esayan ne yazmıştı?
Markar Esayan'ın Yeni Şafak'ta "Ermenilerin önündeki tercihler ve AGOS..." başlığıyla yayımlanan (24 Eylül 2014) ve Agos tarafından eleştirilen yazısı şöyle:
Ermeni cemaatinin sorunlarını Türkiye'nin genel demokratikleşme süreci içinde ele almak ve arada spesifik konularda ihtiyaç oldukça müdahil olmak gibi bir tercihim var. Bunun doğru bir tavır olduğunu düşünüyorum. Kürt meselesinde de sorun böyle bir yöntemle çözülüyor. Devletin demokratikleşme hamlesi tüm dezavantajlı kesimlerin hak taleplerinden aldığı enerji ile devam ederken, bir konuda yapılan reformlar ülkede yaşayan tüm dezavantajlı kesimleri rahatlatıyor. Buna en iyi örnek anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılmasının sadece Kürtlerin değil diğer halkların da benzer sorunlarını çözüyor olmasıdır. Nitekim geçenlerde Süryani Mor Efrem Anaokulu açıldı. Önceki yıl da Gökçeada Rum İlkokulu'nun açılması yönünde engeller kaldırılmıştı.
Böylelikle ayrımcı devlet aklını terk ederken, hem bir takım etnik kimlikler pozitif ayrımcılıkla hedef haline getirilmemiş, hem de toplum olma yönünde olumlu bir iklim yaratılmış oluyor. Birlikte çalışmanın, müzakere etmenin mümkün olduğu, hak taleplerinin kendi üzerlerinde kurduğu baskıyı tehdit değil, avantaj olarak gören bir siyasi iktidar söz konusu. Bu durum niyet gösterme anlamında değil, başarılı olma anlamında Türkiye'de bir ilk.
Nitekim Ermeniler 12 yıllık genel demokratikleşme hamlelerinin tamamından her Türkiyeli gibi yararlandılar. Lakin Ermeniler 2007-2008 yılında iki talihsiz olay yaşadı. İlki tabii ki sevgili Hrant Dink'in öldürülmesi oldu. Diğeri de Türkiye Ermenileri Patriği 2. Mesrob'un ağır bir beyin rahatsızlığına yakalanmasıydı. Böylelikle iki çok değerli siyasi kolon Ermeniler adına çökmüş oldu. Bu iki etkili kişilik çoğunlukla birbirine muhalefet etse de tartışmalar cemaatin üzerindeki ölü toprağını atıyor, içe kapanıklığı zorluyor ve onu gittikçe bir özne haline getiriyordu.
En yakın dostu Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra Etyen Mahçupyan büyük bir sorumluluk aldı ve AGOS'u ayakta tuttu. Bu sürece ben de 2008 başına kadar elimden geldiğince katkıda bulundum. Adil olmak adına o dönemde Aydın Engin gibi değerli sosyalist isimler de ellerinden gelen desteği verdiler. Yayın yönetmenliğini devralan Rober Koptaş benim önemsediğim bir isimdir. Tabii ki AGOS Hrant Dink'ten sonra değişecekti ve Dink'in AGOS'unu özlemek haklı bir duygu ama adil değildi. Önemli olan AGOS gibi kıymetli bir mecranın demokrat akıl üretmekteki fonksiyonunun devam etmesiydi. Sol gelenekten gelerek demokrat, adil ve etkili bir yayıncılığın mümkün olduğunu Dink göstermişti.
Sonuç en azından benim açımdan ve şimdilik kaydıyla böyle olmadı, olamadı. Çok zor bir dönemdi. Arkasına sığınılacak sağlam gerekçeler var ama hiçbiri AGOS gibi değerli bir mecraya yönelik özensiz editöryel tavrı haklı kılmıyor. Dink davasının paralel yapının insafına bırakılması ve cinayetin manevi kaldıraç gücünün hesaplanamamış olması gerekçelerin başında geliyor. Böylelikle Dink cinayeti üzerinden önce gazete sonra da cemaatin bir bölümü rehin alındı veya kendisini teslim etmeye hazırdı. AGOS'un bu tercihi, kafa karışıklığının, öfkenin, gazete ile vakfı çevreleyen sekter-romantik sol grubun yarattığı olağanüstücülüğün ve aktivizm teşviklerine cevap iştahının toplamından neşet etmiş gibi duruyor.
AGOS açısından Dink davasının yanında Gezi'nin daha etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü kırılma o noktada hızlandı. Bunu, sekülerliğin bir ideoloji olarak kabul edilmesi hatasına ve yaşam biçimlerinin dar yorumundan ileri gelen bir örtüşmeye borçluyuz.
Ermeni entelijensiyasının sol cenahı aynı hatayı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İttihatçılarla pakt kurarak yapmıştı. Onları yakınlaştıran, benzer süreçlerden geçmiş olmaları hasebiyle seküler Batı paradigmasını paylaşmalarıydı. Oysa Ermenilerin yüzde doksanı köylü- dindar bir toplumdu ve menfaatleri İttihatçıların devirmeciliği, irredantizmi ile değil, yerel sosyolojiyle birlikte hareket etmekteydi. Yervant Odyan'ın 'Yoldaş Pançuni' isimli kitabı halkla ilişkisiz sol hareketin yüzeyselliği ve oportünizmini çok güzel anlatır. Şimdi de bir takım isimler (Türk, Kürt veya Ermeni) birer Yoldaş Pançuni rolüne soyunmuş haldeler.
Ama en nihayetinde etkisi ve temsiliyeti abartılmaması gereken küçük bir gazeteden söz ediyoruz. Kimse Ermenilerin alternatif fikir merkezleri üretmemesi için elini kolunu bağlamış değil. Ermeniler aktif değil diye o veya bu şekilde aktif olan bir mecraya fatura kesilemez. İstedikleri gibi davranma özgürlükleri var, o özgürlük nesneleşmeye yol açsa da...
Bu noktada Ermeni cemaatinin eğilimlerini tam bilemiyoruz. Gözlemlerim özellikle genç nesilde Gezi'nin etkili olduğu yönünde ki bu çok normal. Ancak cemaatte hala 12 yıllık değişime destek tavrı Türkiye ortalamasının altında değil gibi. Bunu geniş çevremde yaptığım gözleme dayalı olarak söylüyorum. Dolayısıyla Ermeni cemaatini kategorikleştirip Yoldaş Pançunilerden mürekkep sanmak özellikle dindarlar için yine 20. yüzyıl başında yapılmış bir diğer hatayı tekrarlamak olur.
Yeni bir ülke kuruluyor. Ermeniler, İttihatçılara, onların B takımı kemalistlere, latan kemalist solculara, mağduriyetleri kişisel güç yaratmak için sömüregelmiş seçkin 'aydın' şürekasına hiçbir şey borçlu olmadığı gibi, bir koca yüzyıl, yüzbinlerce can ve yitip giden bir kültür alacaklı. Onların pespaye iktidar kavgası Ermenilerin meselesi değil. Saplantılarını, kibirlerini üretip bugüne taşıdıkları o hikayede Ermeniler birinci kaybedendi. Neden tarihe mahcubiyet içinde veda ederlerken yanlarında olsunlar ki!
Ermenileri sağaltacak olan, yeni bir ülkenin kuruluşunu engellemeye dönük bir ittifakın projesi ve nesnesi olmaktan değil, bilakis bu kuruluşa damga vurmaktan geçiyor. İşte Mahçupyan 'Bir proje mi, yoksa kurucu özne mi olacaksınız' diye sorarken böyle can alıcı bir noktaya temas ediyordu.
Hasılı, ilk yuvam olan AGOS'un kısa sürede toparlanacağına, küçük Ermeni cemaatinin içindeki daha da küçük bir cemaatin Birgün'ü olmak yerine, Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni medyanın özgün bir parçası olabileceğine inanıyorum.
(Doğan Akın: Markar Esayan ve 'kepaze olmadan yaşlanmanın imkânsızlığı...')