Karar yazarı Hakan Albayrak, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'de yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilgili olarak “Bölgede tarihin adeta yeniden yazıldığı bu süreçte hiç kimse Türkiye’yi hesaba katmadan bir şey yapamaz. Ülkemizin güvenliği gerektirirse elbette başka operasyonları da hiç çekinmeden yaparız” açıklamasını yapan Milli Savunma Bakanı Fikri Işık'ın "Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk savunma bakanı" olduğu görüşünü savundu.
Hakan Albayrak'ın "Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk savunma bakanı: Fikri Işık" başlığıyla yayımlanan (26 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Kocaeli’de Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilgili açıklamalarda bulunan Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, “Bölgede tarihin adeta yeniden yazıldığı bu süreçte hiç kimse Türkiye’yi hesaba katmadan bir şey yapamaz” dedi ve ekledi: “Ülkemizin güvenliği gerektirirse elbette başka operasyonları da hiç çekinmeden yaparız.”
Bu sözlerden hareketle, Fırat Kalkanı’nın şer güçler üzerinde yaptığı yahut yapabileceği caydırıcı etkiye dair bir yazı yazacaktım bugün. Fakat bilgisayarın başına oturduğum anda, içimden bir ses, “O sözleri önemsiyorsun, çünkü o sözlerin sahibi olan bakanı önemsiyorsun. Milli Savunma Bakanı’nın önemsenmesi yeni bir şey. Sence bu daha enteresan bir yazı konusu değil mi?” dedi.
İçimdeki sese hak verdim ve konuyu değiştirdim.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nde her zaman bir savunma bakanı oldu, ama o koltuğa Fikri Işık oturana kadar “Acaba ne diyor?” diye savunma bakanına dönüp bakan olmamıştır herhalde.
Generallerin noteri gibi bir şeydi savunma bakanı. Önüne getirilen evrakı imzalamaktan başka kayda değer bir fonksiyonu yok gibiydi. Evrakın içeriğine karışmaz, zaten konudan da pek anlamazdı. Anlayan veya anladığı varsayılan askerler vardı etrafında. Onların fikrine ve insafına terk edilmişti. Askeriye ile ilgili mevzularda üç-beş kelam etmesi gerektiği vakit, “Ne diyeyim?” diye etrafındaki askerlere sorar, onlar neyi münasip görürse onu söylerdi. Pek umursanmazdı söyledikleri. Umursanmazdı, çünkü kendine ait sözlerinin olmadığı bilinirdi.
Kimseye haksızlık etmek istemem; bakanlardan değil sistemden kaynaklanan bir durumdu ama bu durumu değiştirmeye çalışan bir bakan da olmamıştı. AK Parti döneminde bile olmamıştı. Fikri Işık’a kadar…
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, bu senenin Mayıs ayında göreve gelir gelmez, bakanlıkta ezici çoğunluğu teşkil eden askerî personele, kâtip veya noter değil bakan olduğunu ve bunun hakkını vereceğini sarih bir şekilde bildirdi. ‘Burada patron benim!’ diyerek başladı işe. Askerler üzerindeki sivil otoriteyi ‘sözde’den ‘özde’ye taşıma yolunda üzerine düşeni yapmak için 15 Temmuz’u beklemedi yani.
Haziran ayında TSK’nın geçmişteki terörle mücadele performansına dair bir eleştiride bulunduğu için yerden yere vuruldu, ama bir kaşık suda koparılan o fırtınadan geriye kalan şey de Işık’ın sergilediği ‘sivil özgüven’ oldu.
FETÖ ve müttefiklerinin 15 Temmuz’daki askerî darbe teşebbüsünün milli irade tarafından boğulması, bu özgüvene ‘tavan’ yaptırdı tabii.
Milli iradeyi temsil eden hükümet, cumhuriyet tarihinde ilk kez, milli savunmaya tamamen el koydu. Bu süreçte Işık, Başkomutan Erdoğan’ın tam desteğiyle, Milli Savunma Bakanlığı bürokrasisindeki sivillerin oranını ve nüfuzunu hızla arttırdı, attırıyor. Daha evvel asker olan müsteşar, artık sivil. Beş müsteşar yardımcısından üçü, bakanın özel kalem müdürü, bakanlığın basın müşaviri de artık sivil.
29 Eylül’de AA’ya verdiği beyanatta şöyle diyordu Işık: "Bakanlığımızın yüzde 60 sivil, yüzde 40 asker olması yönünde çalışmamız var. Askeri fabrikalar gibi devamlılık gerektiren birimlerde genel müdürlerimiz sivil olacak… Askeri personel sık tayin geçirdiğinden dolayı devamlılık gerektiren işlerde tam verim sağlanamıyordu.”
Bu değişim çok gerekli, çok önemli. Hem milli savunmadaki devamlılık, hem milli iradenin milli savunma üzerindeki kontrolü, hem de yerli savunma sanayiinin inkişafı için çok gerekli, çok önemli.
Askerî bürokrasiye kalsaydı yerli savunma sanayimiz yerinde sayardı. Şu son birkaç senede şahit olduğumuz ve inşaallah pek yakında şahit olacağımız muazzam atılımlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, akıl almaz ayak sürümelere ve hatta direnişlere pabuç bırakmayıp, ‘Ben anlamam kardeşim, silahımızı kendimiz yapacağız ve ordumuz kendi silahımızı kullanacak!’ diye bastırması ve Fikri Işık gibi devlet adamlarının bu yola baş koyması sayesinde gerçekleşebildi.
Işık, malum, Milli Savunma Bakanı olmadan evvel Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı idi. Yerli silah sistemlerinin geliştirilmesine kıymetli katkılarda bulundu, milli savunma sanayiinin baş döndürücü yükselişinde pay sahibi oldu. Şimdi, Milli Savunma Bakanı olarak, bu yükselişe yeni ivmeler kazandırmakla meşgul.
***
Hülasa; Milli Savunma Bakanı’nın ‘sembolikliği’ sona erdi.
Fikri Işık, milli savunmaya gerçekten ‘bakıyor’. Milli savunmanın bütün unsurlarını dikkatle gözlemliyor, inceliyor, irdeliyor; milli savunma bürokrasisi nasıl olmalı, Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl olmalı, yerli savunma sanayii nasıl olmalı, daha iyi ve daha verimli olması için neler yapılmalı diye kafa yoruyor, istişarelerde bulunuyor, plan ve projeler geliştirip uygulamaya koyuyor; önemli askerî operasyonları -şu günlerde bilhassa Fırat Kalkanı Harekâtı’nı- adım adım izliyor ve gerekli gördüğü yerlerde müdahalede bulunuyor. Salon adamı değil saha adamı.
Sahicilik bakımından “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk savunma bakanı” desek yeridir.