Özel Dosya

Kanguru heybesinde birikenler...

Ekmek aslanın ağzında” denilen kapitalist piyasa şartlarında ayakta kalabilmek için verilen “donanım mücadelesinin” yabancı dil durağında;

06 Mart 2010 02:00
Ekmek aslanın ağzında” denilen kapitalist piyasa şartlarında ayakta kalabilmek için  verilen “donanım mücadelesinin” yabancı dil durağında; dünya denilen yuvarlağı, evrensel dile dönüştüğü iddia edilen ingilizce ile öğrenme zorunluluğunun ilginç deneyimler biriktirdiğini  bu macerayı yaşayanlar bilir....


TRT’nin “bir dil bir insan” sloganının bi zaman sonra “bir dil bir insan, iki dil bir şifozreni” denklemine nasıl dönüştüğünü deneyimlediğim bir coğrafyadan sesleniyorum; Commonwealth dedikleri İngiliz Milletler Topluluğu üyesi kıta; kangurular ülkesi Avustralya’dan...


Yılda 20 milyar dolarlık bir eğitim pazarına sahip olan bu ülkeye deli gibi öğrenci akıyor... Hepsinin temel derdi ingilizce öğrenmek. Bir üniversiteye kapak atıp buradan mezun olmak... Mezun olunca da yasalar o öğrenciye kalma ve çalışma hakkı tanıyor.  Başta Hindistan olmak üzere, Vietnam, Peru, Güney Kore(Kuzey yok), Şili, Kolombiya, Japon, Çin, Tayvan gibi ülkelerden öğrencilerin yoğun olduğu bu coğrafyada sistem kar ve beyin göçü esasına dayanıyor. Yani öğrencinin hem parasını alıyor, hem de “burada kalabilirsin” diyerek onun “nitelikli emek “ gücünden faydalanıyor.


Şahane iş yani...


İş sahibi olmak için artık çoook para dökmek gerekiyor çoook... Müşteri-öğrenci profili bir zaman sonra müşteri-göçmen statüsüne evriliyor. Kapitalizmin “aklını” krisitalize eden bir ülke burası...


Avustralya’ya ilk büyük dalga göçmen kitlesi İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’dan geliyor. 70’lerde “nitelikli emek” kategorisinde Asyalıların gelişiyle birlikte bugünkü Avustralya’nın öncü adımları atılıyor. Çok dilli yayıncılık, entegrasyon kampanyalarının başlatıldığı bu dönemde, ihtiyaç duyduğu “emek” için para harcayan hükümet, bugün üstüne para alıyor.


Ancak kapitalizmin aç gözlülüğünü, yoksulların yaratıcı-fırsatçılığı dengeliyor. Abilerimizden ablalarımdan öğrendiklerimizi yaşayarak tecrübe ettiğimiz bu kıtada, bi biçimde sınırdan içeriye ayağınızı bastığınız andan itibaren sınıfsal konumuzun gereği açık tuttuğunuz duyargalarınız sizi “bedava ingilizce” öğrenme olanaklarına ulaştırabiliyor. 21 milyonluk koca kıtada etraf gönüllüden geçilmiyor. “Entegrasyon” politikalarından bağımsız olmadığını düşündüğüm “gönüllüler ordusu” kilisede, kütüphanede, semt evlerinde, üniversitelerde, kısacası çok yerde. Haftada 20 saat ders alabilirsiniz bu sayede.


İşin “şizofreni” kısmına gelirsek....


Başka bir dili başka bir coğrafyada öğrenme zorunluluğu; “sıfırdan” başladığın, tarihini-birikimini askıya aldığın, dili bilenin-öğretenin egemen olduğu bir ilişkiyi beraberinde getiriyor. Çok ısınamadığım “başka kültürleri tanıma fırsatı” güzellemesi,  yaşanılan bölünmeyi katlanılabilir kılmanın pembe yalanı... Ulus-devlet katı anlayışının en azından görünürde olmadığı bu kangrular ülkesinde bol bol özür dileniyor, günah çıkarılıyor... Belki de bu nedenle “bölünmenin “ şiddeti kısmen daha hafif yaşanıyor. Ama yerli halk Aborjinlere reva görülenleri hesaba katmazsak. O hesap ise orta yerde hala duruyor. O da başka bir yazının konusu...