Gündem

'Kadınlar plajı ve merdiven altı mescitlerle mekânları İslamileştirmiş olmuyoruz'

Fatma Barbarosoğlu: Hayatımızdaki bütün 'yeni'likler kapitalizmin şanlı kalesi olarak vücut buluyor

12 Eylül 2014 15:01

Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümetin "Yeni Türkiye" söylemine gönderme yaparak "Bu gün biz yeni sıfatını kullanmaktan ziyade, 21 Yüzyıl'ı kavramak için çaba harcamak zorundayız. Gelmekte olan 'yeni'nin yıkımına odaklanarak" görüşünü dile getirdi. Karşı olmadığını belirttiği kadınlar plajının kadınların diğer ihtiyaçlarına rağmen gündem olmasını eleştiren Barbarosoğlu, "Kadınlar okuyor, kadınlar çalışıyor ama kadınların çalıştığı mekanlarda kreş yok. Kreşsizliğin kadınlar plajı kadar gündem olmamasında sizin canınızı acıtan bir duyarsızlık yok mu? Hakimi olduğumuz mekanlara merdiven altı mescit yaparak, sahillere kadınlar plajı kondurarak kullandığımız zamanı ve mekanı İslamileştirmiş olmuyoruz" dedi.

Fatma Barbarosoğlu’nun Yeni Şafak’ta “Hayatımızdaki bütün 'yeni'likler kapitalizmin şanlı kalesi olarak varlık buluyor!” başlığıyla yayımlanan (12 Eylül 2014) yazısı şöyle:

 

Hayatımızdaki bütün 'yeni'likler kapitalizmin şanlı kalesi olarak varlık buluyor!

 

Yeni, tüketim çağının en sevgili sıfatı.

Tüketimin hızı, henüz gelen yeninin eskimesine bir hayli zaman olan 'muhkim'i, suni olarak eskitebilme kapasitesine bağlı.

Modalar, trendler yapısal olarak henüz eskimesi mümkün olmayanın, imaj olarak eskitilmesini sağlar.

Modern zamanlar yeniye meftundur.

Kadim dönemlerde ise yeniye şüphe ile bakılır. Nev zuhur işlere mesafe korunur, henüz denenmemiş olana teslim olmak cahillerin ve çocukların hanesinde kayıtlı tutulur.

Şu atasözünde mesela hem yeni olana hem de Türkmenlere olumsuz bakışın izini görmek mümkündür: Türkmenler bi yeniye bi de deliye düşkün olur.

Dante İlahi Komedya adlı eserinin ön habercisi olan 'Yeni Hayat'ı 1292'de yazmaya başlamıştı, yani Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu yıllarda.

Lakin bizde 'Yeni Hayat'ın konuşulmaya başlaması Tanzimat ile birliktedir. Meşrutiyet döneminde 'Yeni Hayat'ın yeni kadınını, yeni aileyi inşa eden metinler ortaya konmaya başladı. Eski ile yeninin iş içe geçtiği bu dönemde, genç kuşak 'epistemik kopuş'u tercih ederek yeni bir hayat tasavvuru üzerine fikrini ziyadesiyle yordu. Bakınız Ziya Gökalp'in 'Yeni Hayat' adlı kitabı.

Bu gün biz yeni sıfatını kullanmaktan ziyade, 21 Yüzyıl'ı kavramak için çaba harcamak zorundayız. Gelmekte olan 'yeni'nin yıkımına odaklanarak.

Berlin Duvarı'nın yıkılması, Afganistan'ın işgali, Körfez Savaşı, Sovyetler Birliği'nin dağılması, Körfez Savaşı, Irak'ın işgali, Arap Baharı, Suriye'nin parçalanması, Türkiye'nin uğradığı mülteci akınları, küresel ekonominin ortaya çıkardığı 21.Yüzyıl köleliği, maruz kaldığımız internet devriminin zamanı ve mekanı imha eden hoyratlığı.

İçinde yaşadığımız zaman bu.

Ne ki hiçbir zaman tamamını göremiyoruz. Maruz olduğumuz iletişim devrimi, bütünü görmemizin önündeki en büyük engel.

Anlayamadıkça karamsarlaşıyoruz, karamsarlaştıkça şikayet katsayımız artıyor. Orta kuşak olarak kendimizi şikayetin konforuna teslim edip, gençler ile mesafemizi giderek açıyoruz.

Oysa içimizde en masum olan gençler.

21.Yüzyıl'da özellikle gençlerin en büyük sorunu ne kendilerini ne de çağın getirdiklerini anlayamamaları üzerinden düğümleniyor. Bizim vebalimiz tam bu noktada başlıyor.

Gençler anlayamıyor da orta kuşak olarak biz pek mi iyi anlıyoruz?

İtiraf edersek bir şey kaybetmeyiz.

Anlamıyoruz, anlamak için çaba sarf etmek yerine şikayet ediyoruz. Çünkü anlamaya çalışmak akıntıya karşı yüzerek kıyıya varmak demek.

Şikayet etmek kolay, deniz kenarında ayaklarını suya hafif daldırarak, engine karşı efkarlı bir bakış. Tamam.

Gençler bozuldu diyoruz. Yozlaştı kelimesini cümle içinde kullanınca piri pak arınma yaşadığımızı zannediyoruz.

Oysa tek parça bir gençlik yok. Açılan açı en ziyade gençler arasında. Bir tarafta kendi fani bedenine hayran bir gençlik var diğer tarafta bilgili ve birikimli gayretli bir gençlik var. Bizim kuşaktan çok daha bilgili ve birikimli olan gençliği neden göremiyoruz! Onların çalışmalarını görmek yerine niye her şeyin 'İslamca'sını tüketmeye talip moda-gençliğe odaklanıyoruz!

Çünkü tüketirken tükenenlerin alevi geçici, lakin parlaktır. Şikayete başlamadan önce gözümü kamaştıran onların 'görüntü'sü oluyor.

Aklı başında sosyalistlerimiz bile bu kadar bölünmemiştik, ne ara bu kadar kötü olduk cümlesini kurunca köklü bir eleştiri getirdiğimizi sanıyor.

Her şeyin çok hızlı değiştiği, değişim hızının geometrik bir artış gösterdiği zamanda yaşıyoruz.

Değişimin yol haritasını kaybetmemek için hayatımızda olan bitenler hakkında, siyasetin, ekonominin, teknolojinin etkisini önce birbirinden bağımsız olarak analiz etmeli sonra bunların oluşturduğu değişimin bireyin ruh dünyası, gündelik hayat iletişimi üzerindeki baskılarına odaklanmalıyız.

Ay enerjisini güneşten, insan enerjisini insandan alır.

Enerjimizi kimin için ne adına tüketiyoruz!

Hep beraber ses verdiğimiz konunun sadece kadınlar plajı olmasında sizce bir tuhaflık yok mu!

Kadın sahilleri için herkes seferber. Peki ama daha 19. Yüzyıl'ın ortalarına kadar hiç kimse denize girmez iken neden şimdi birden hayatımız yüzmezsem ölürüm takıntısına büründü.

Yanlış anlaşılmak istemem. Kadınlar plajı olsun. Erkekler plajı da olsun.

Anlayamadığım deniz deyince mekan kullanımında herkes bu kadar duyarlı olurken, neden vaktin bereketleneceği, üretim üzere kullanılacağı mekanlar için ölü suskunluğu hakim !

Kadınlar plajında en fazla bir ay kalabilirsiniz. Ama insani şartlara sahip semt kütüphanesinden 12 ay istifade etmeniz mümkün.

Alt katlarda annelerin minik bebekleri, çocukları ile birlikte kullandığı rahat mekanlar; üst katlarda yeni bir dil öğrenmek için kurulmuş dil labarotuvarından DVD koleksiyonuna, yeni çıkan kitaplardan klasik eserlere kadar zengin bir koleksiyona sahip sessiz mekanlar.

Aydınlık, temiz ferah bir ortam.

Koca Türkiye'de böyle özelliklere sahip tek bir kütüphane yok.

Bunu tuhaf bulan bir ben miyim?

Neden farklı gençleri gördüğümüzün ip ucu tam burada gizli. Ben kütüphanede çalışmak için sıra bekleyenlere, siz kadınlar plajından gelen disko havasına odaklanıyorsunuz.

Kadın sahilleri için bu kadar seferber olan zihniyetin şehirde, okulda, üniversitede çalışılabilir şartlara sahip kütüphane olmayışına hiç odaklanmaması niye kimseleri şaşırtmıyor?

Kadınlar okuyor, kadınlar çalışıyor ama kadınların çalıştığı mekanlarda kreş yok. Kreşsizliğin kadınlar plajı kadar gündem olmamasında sizin canınızı acıtan bir duyarsızlık yok mu?

Hakimi olduğumuz mekanlara merdiven altı mescit yaparak, sahillere kadınlar plajı kondurarak kullandığımız zamanı ve mekanı İslamileştirmiş olmuyoruz.

Dikkat buyurun hayatımızdaki bütün 'yeni'likler kapitalizmin şanlı kalesi olarak vücut buluyor.