Edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Prof. İskender Pala, 12 kişinin yaşamını yitirdiği Paris katliamı sonrası Avrupa’da İslam’a yaklaşımla ilgili olarak, “Birincisi, ben Avrupa’da yaşayan bir insan olsaydım şu anda İslam’a hiç sıcak bakmazdım. İkincisi, Türkiye’de yaşayan 20 yaşında bir genç olsaydım gene İslam’a sıcak bakmazdım" dedi. Pala, "Bu algılama biçimleri, 15 yıl sonra Türkiye’nin yapısını değiştirecek. İslami hassasiyetler kaybolacak” diye konuştu.
Hürriyet’ten Zeynep Miraç’ın sorularını yanıtlayan (11 Ocak 2015) İskender Pala’nın açıklamalarından satır başları şöyle:
İslam peygamberini anlatan bir kitabın yazımını henüz bitirmişken Charlie Hebdo saldırısını duyduğunuzda aklınızdan ilk ne geçti?
- İlk anda yüreğim cız etti. “Eyvah” dedim, “Müslümanların bir kere daha üzerleri çizildi”. “İslamiyet’i doğru anlatamamamızın ceremesi yine kambur olarak üstümüzde kalacak” diye düşündüm.
Siz bu saldırının arkasında İslamiyet’in doğru anlatılmamasını mı görüyorsunuz?
- Herkesin kafasında başka bir İslamiyet var. Bazı aktörler, İslamiyet’in şiddetle anılmasını sağlayan her türlü argümana destek veriyorlar. Beni üzen, Müslümanların bu kadar ayrışma içerisinde bu tuzakta yer almaları. Hakiki bir Müslümanın bir katliam yapma ihtimali yoktur. Lanet olsun. Fransa'da o işi yapanlara lanet olsun. Eğer Müslüman iseler hiç şüphesiz biliyorlardı. Benim Müslüman çıkmayacakları fikrine inanasım geliyor. “İslamiyet’in terörizmle anılmasını sağlamaya yönelik bir algı yönetimi mi” diye de düşünüyorum.
Bu, Müslüman olarak bir temenniniz mi?
- Belki de öyle, aklımdan geçen bir temenni. Ama bunu yapan bir Müslüman ise ben onun Müslümanlığına şahadet edemem. Hz. Peygamber’e laf söylenmesi, çizilmesi elbette beni incitir, ağrıma gider. Ona bir leke kondurmak isteyen herkes benim hasmımdır. Ama hasımlığı gidip iki kurşunla halletmek İslami bir çözüm yolu değildir. Müslümanların bu tür yapıları ve insanları içlerinde sorgulayıp “Senin yaptığın asla tasvip edilemez, bu yüzden bütün Müslümanlar zarar görüyor. Bu yoldan dönmen gerekir, dönmüyorsan cezanı ben vereceğim” demesi gerekir. Saldırının hemen ertesinde Avrupalılar sokaktaydı. Ben Müslümanların da sokaklarda eylem yapmasını içimden geçirdim.
‘15 yıl sonra bambaşka bir Türkiye olacak’
Neden yapmadılar sizce?
- Oradaki terörizmin altında yatan sebeple neden sokağa çıkmadıklarının cevabı aynı. Bölük pörçükler, birinin diğeriyle irtibatı kopartılmış. Her grup, farklı görüşteki ötekiyle yan yana olmama gayretinde. Müslümanların demokratik bir duyarlılıkla ortaya çıkmaları için daha erken. Henüz o duygular, o algı biçimleri Müslüman toplumlarda gelişmedi.
Bazıları sizin bu tespitinizi İslam’ın kendi yapısına bağlıyor.
- Kitabı tam da bunun için yazdım, İslam’ın kendisinde bunun olmadığını anlatmak için. Bakın cihat diye bir kelime var ve İslam düşmanlığı yapan bütün gruplar tarafından kullanılan en büyük argümandır: “İslam bir savaş dinidir, çünkü cihadı emrediyor”. Cihat kelimesi, evet eline kılıç alıp din uğruna şehit olabilecek derecede çalışanın adıdır. Ama bu kelimenin en arkadaki anlamıdır.
Asıl anlamı ne?
- En öndeki anlamı cehdetmek, gayret etmek, işini iyi yapmaktır. Benim şu bilgisayarın başında oturup işimi iyi yapmam bir cihat biçimidir. İşimi iyi yaparsam, Allah’a karşı kulluğumda bir derece yükselirim. Siz cihadın bu anlamını çıkartır; hayatı uyuşuk, sünepe, tedirgin, ürkek yaşamaya başlar, cihadı da sadece kılıca bağlarsanız tabii ki algı bu olur.
İslam’a tedirginlikle yaklaşanların gerekçelerini haklı buluyor musunuz?
- Birincisi, ben Avrupa’da yaşayan bir insan olsaydım şu anda İslam’a hiç sıcak bakmazdım. İkincisi, Türkiye’de yaşayan 20 yaşında bir genç olsaydım gene İslam’a sıcak bakmazdım. Bu algılama biçimleri, 15 yıl sonra Türkiye’nin yapısını değiştirecek.
Nasıl?
- Muhafazakâr görüşün üstünlüğü kaybolacak. Şu an 20’lerinde olan gençler, eğer “İslam acaba gerçekten bunu emrediyor mu?” diye araştırmıyorlarsa ve sadece sosyal medyadan fikir sahibi oluyorlarsa 15 yıl sonra bambaşka bir Türkiye olacak. İslami hassasiyetler kaybolacak. Ahlak anlayışımız, günah anlayışımız değişecek. Çünkü siz İslam’ı erozyona uğratıyorsunuz. Din pazarlık konusu ediliyor. İslam adına kavga ediyorsunuz. İslam adına kardeşler arasında, birbiriyle aynı safta duran insanlar arasında bile çatışma yaratıyorsunuz. 20 yaşındaki bir genç buna bakınca ne düşünür?
‘Yırtık elbiseyi kimse giymek istemeyecek’
Birçok kişi “Türkiye her geçen gün muhafazakârlaşıyor” ve “İran mı olacak” endişeleri içindeyken siz tamamen ters köşeden bakıyorsunuz, öyle mi?
- Durum ortada. Geçmişimize bakalım. Biz bugün neden bu kadar muhafazakâr ve İslami esaslı olduk? Çünkü içimizdeki boşluğu dolduracak bir ideoloji bize verilemedi, elbiseler dar geldi. Şimdi bu elbiseyi kendimiz yırtıyoruz, yırtık bir elbiseyi de kimse giymek istemeyecek.
‘Kitabın hiçbir kelimesini abdestsiz yazmadım’
Kitabınız 99 bin 999 kelimeden oluşuyor. Bu sayı neyin simgesi?
- İslam sembolizminde sadece Allah’ın ismi 1 ile anılır ve bütüncül anlam ifade eder. 99 ve katları olan 9999’lar onu zikreden isimler olarak algılanır. Peygamber Efendimiz’in de 99 ismi oluşturulmuştur. Kitabı bitirdiğimde 106 bin kelime civarındaydı. Tashihlerle bir baktım üç aşağı beş yukarı 101 bin kelimeye inmiş. “Ben bunu galiba 99 bin 999’a bağlamalıyım” dedim.
Bunu yapmak sizin için bir zikir miydi?
- Hayır maalesef. Zikir babında olmasını isterdim. Ama kitabın hiçbir kelimesini, okumalar ve araştırmalarım dahil, abdestsiz yazmadım. Bu, benim peygamberime bir teşekkürüm. Eğer öte dünyada cennete gidebilir ve huzuruna varabilirsem, “Ben sana bunu getirdim, eli boş gelmedim” diyebileceğim bir hediye.
Kitabın yazılma amacı sadece bu mu?
- Bu çağın insanları hep İslamiyet’ten bahsediyor. Ama bazı Müslümanların diğerlerine adeta küfürle itham edecekleri kadar iş çığırından çıkmış durumda. IŞİD diye bir bela, Boko Haram diye bir saçmalık, Taliban diye dünyaya adeta İslam’ın şiddet olduğunu inatla göstermek isteyen bir yapı, Şii ile Sünni arasında bir tartışma, Türk Müslümanlığı ile Vahabilik arasında bir ayrışma, İslam dünyasının paramparça ve kanla beraber anılan pejmürde ve hazin durumu... Bütün bunlar bana İslamiyet’in ne ve nasıl olduğunu sorgulamamız gerektiğini düşündürdü.
Bu sorgulamada sizin cevabınız ne?
- Bana göre İslamiyet’in en saf, katıksız ve berrak şekli Hz. Peygamber’deydi. Siyer kitabı (Peygamberin hayatını anlatan kitap) ya bilimsel gayelerle ya dini bir üslupla yazılıyor. Benim ise gençler tarafından oldukça itibar edilen bir kalemim var. Diyelim 100 bin kişiye hitap edebilirsem 100 bin kişiye peygamberi öğretirim diye düşündüm. Bu da bir hizmettir.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan bir ülkede Hz. Muhammed’in bilinmediğini mi düşünüyorsunuz?
- Evet. Hz. Muhammed’i layıkıyla bilseydik, bugünkü kavgaların yarısı olmazdı.
Hangi kavgaların?
- Dünyayla entegre bütün sistemlerin içinden Müslümanlar dışlanıyor. Müslümanlar hep aykırı, hep az gelişmiş... Mesela bilimde Müslümanların adı anılmıyor. Sanatta İslam ülkelerinin adı anılmıyor. Eğer Hz. Peygamber’in dönemine, onun yaşadığı hayata baksaydık ve onu örnek alsaydık bu durumda olmazdık. Bir defa çok profesyonelce davranırdık çünkü Hz. Peygamber dünyanın en profesyonel insanıydı.
Ne anlamda profesyonel?
- Sözünde dururdu. Randevusuna bir dakika gecikmezdi. İşini hep iyi yaptı. Bugün Müslümanlar “İşimi iyi yapayım, çünkü Hz. Peygamber öyle yapardı” dese, bu bile bizi kalkındırır.
İşini iyi yapma düsturu edinmek için Hz. Peygamber’in hayatına dönüp bakmak şart mı?
- Tabii ki insani vasıflarımız, içimizdeki kodlamalar buna yönelik. Ama yapmıyoruz işte.
‘Türkiye bir kul hakkı denizinde boğuluyor’
“İnsanlar günah işleyebilir. Günah olduğunu anlamışsanız, Allah’a el açar af dilersiniz. O da affeder. Günah işlemek bir şeydir. Ama günahı günah saymamak çok şeydir. Biz galiba günahı günah saymayan bir Müslüman toplum olduk. Allah diyor ki ‘Bana karşı cürümleriniz olursa affedeceğim, rahmetim boldur. Ama bir kula karşı cürmünüz varsa gidin ondan özür dileyin’. Yani kul hakkı, söylemek istediğim bu. Göçmen kuşların akın yolları üzerine gökdelen dikmek kuş hakkıdır. İstanbul’da yahut büyük şehirlerde doğan her bir bebeğin yeşil alan hakkı varken, her yere bina dikip toprağı bile görünmez kılmak kul hakkıdır. Falanca yerde bizim adamlarımız olsun diye kadrolaşmak yahut da filanca okulu bizim çocuklar kazansın diye sınav sorularını değiştirmek kul hakkıdır.
Yazık ki biz artık Türkiye’de kul hakkına riayet etmiyoruz. Türkiye bir kul hakkı denizi içerisinde boğuluyor. Ülke olarak başımızdaki belanın bu olduğunu düşünüyorum.”
‘İslamiyet’in yorumları kadına haksızlık etti’
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu “Annelik kariyerdir” dediğinde Sabah yazarı Emre Aköz, “Eşi iş kadını olan bir peygamberin ümmetiyiz” hatırlatmasını yaptı. Ertuğrul Özkök ise “7. yüzyılda yaşayan Hz. Muhammed’in kadın konusunda kafası net. Ama 21. yüzyılda yaşayan İslamcı siyasetçinin kafası karmakarışık” diye yazdı. Siz ne düşünüyorsunuz?
- İslamiyet’in yorumlarının kadına haksızlık ettiğini düşünüyorum. İslamiyet’in bizatihi kendisi asla kadına ikincil bir vazife göstermiyor. Kitabımda buna bir bölüm ayırdım, Hz. Peygamber’in kadın görüşünü yazdım. Benim bir ölçüm var: Eğitim aldırılmayan bir kadın hangi çocuğu yetiştirebilir? Son iki- üç yüzyılda bizim coğrafyamızdan dünya bilimine ya da sanatına ne katkı hatırlıyorsunuz? Eğitmediğiniz bir kadına ‘çocuk yetiştir’ dediğinizde o çocuğa hangi hedefleri gösterebilir ki o çocuk Twitter'ı icat etsin?
Siz yine bir kadına annelik atfederek konuşuyorsunuz. “Neden bir kadın Twitter’ı icat etmesin?” demiyorsunuz.
- Bu ikinci aşama. Ben daha kadının eğitimiyle ilgiliyim. Elbette ki iş hayatında önemli şeyler yapsın, elbette ki bir buluşa imza atsın. Ama bana göre kadının eğitiminden beklenen birinci sonuç çocuğunu nasıl yetiştireceğidir. Sonra da üstüne ne konulabilirse odur.
Bir kadın sizin için önce annedir, öyle mi?
- Evet.
Anne olmayan bir kadın nerede duruyor size göre?
- Kadın her daim kutsaldır. Anne olmamayı tercih etti diye kim onu niye sorgulasın ki? Ben kadından yanayım. Feminist değilim ama kadınlardan yanayım.
Özkök’ün tespitine dönersek, İslamcı siyasetçiler neden kendilerinden 14 yüzyıl önce yaşamış olan peygamberin gerisine düştüler?
- Eğer Hz. Peygamber’in hayatını içselleştirebilseydik bugünkü o geri duruma düşmeyecektik.
O okumaya engel olan nedir sizce?
- “Kitabın içindekileri ben bilirim” diyen hegemonya, “Bak burada böyle yazıyor” diye başkalarına hükmetmek isteyen bilginler sınıfı.