T24 - Hürriyet gazetesi yazarı İsmet Berkan, bugün (13 Eylül 2011) kaleme aldığı yazısında 'İnternet Andıcı davasıyla Oda TV davası arasındaki 18 fark'ı yazdı...
'İnternet Andıcı davasıyla Oda TV davası arasındaki 18 fark'
İnternet Andıcı ve Oda TV davası arasındaki farkları ortaya koyan İsmet Berkan devlet kurumları
, ''Devletler, ordular, devletin eğitim dahil resmi kurumları kamuoyu görüşünü belli bir yönde etkilemek istediğinde bunun adı ‘psikolojik savaş’ olur, ‘endoktrinasyon’ olur. Aynı şeyi sivil kişiler, dernekler, siyasi partiler, çıkar grupları, yayın organları yaptığında bunun adı ‘siyasi propaganda’ olur, reklam olur.' diyor.
1. Devletler, ordular, devletin eğitim dahil resmi kurumları kamuoyu görüşünü belli bir yönde etkilemek istediğinde bunun adı ‘psikolojik savaş’ olur, ‘endoktrinasyon’ olur.
2. Aynı şeyi sivil kişiler, dernekler, siyasi partiler, çıkar grupları, yayın organları yaptığında bunun adı ‘siyasi propaganda’ olur, reklam olur.
3. Çok partili, çoğulcu bir demokraside devletin siyasi tarafsızlığı esastır.
4. Çok partili, çoğulcu demokrasilerde ‘endoktrinasyon’ veya ‘psikolojik savaş’ oyunun kurallarını biri veya birileri lehine bozmak anlamına gelir; anti demokratiktir, ayıptır, bazı durumlarda da açıkça suçtur.
5. Buna karşılık aynı demokratik rejimler için ‘siyasi propaganda’ yapmak ve bu yolla taraftar kazanmaya çalışmak, kamuoyu desteği elde etmek, o desteğe dayanarak yasalar çıkmasını veya uygulamaların değişmesini sağlamaya çalışmak, rejime demokratik karakterini kazandıran ana faaliyetlerdendir.
6. Devlet, ‘psikolojik savaş’ yoluyla yalan bilgi, eksik bilgi veya düpedüz yönlendirici bilgi aktarıyorsa bu suçtur, ayıptır.
7. Aynı şeyi sivil kesimler yaptığında sadece ayıptır. Yalan haber yoluyla iftira ve hakarettir suç olan.
8. Devletin yaptığı kara propagandayla, psikolojik savaşla mücadele etmek daha zordur, çoğu zaman bunun için çok bedel ödemek gerekir.
9. Sivillerin, mesela yayın organlarının kara propagandasıyla mücadele etmek (görece) daha kolaydır, çünkü gerçek bir tanedir.
10. İnternet Andıcı diye bilinen davada yargılanan şey, devlet gücü ve parası kullanılarak yapılan kara propagandadır, hedefi sadece Türk halkı değil aynı zamanda ülkenin yasal ve meşru hükümetidir; o yüzden savcılar suç isnadında bulunuyor.
11. Oda TV davasında yargılanan ise ‘siyasi propaganda’dır, bir görüşün yayılmak istenmesidir, çok genel tanımıyla ‘gazetecilik’tir ama kötü gazetecilik.
12. Bir tutam doğrunun yanına eğriyi koyarak, özel hayatlara tecavüz ederek, kişiler hakkında önyargılar yaratarak yapılana gazetecilik demek bile istemiyorum aslında.
13. Bana göre kötü gazetecilik de bir suçtur ama Türk Ceza Kanunu çerçevesinde, mahkemelerde yargılanmak üzere bir suç değil, mesleki anlamda bir suç. Mesleki suçların cezasını her zaman okurlar/izleyiciler verir. Gazeteci için en büyük ceza okunmamaktır.
14. Demokratik toplumlarda beğenmediğimiz görüşlerin de propagandası yapılabilir. Bunun sınırı, şiddetin ve nefret yaymanın propagandasına getirilen yasaktaki ölçüttür: Yakın ve açık bir tehlike yaratmak.
15. Mahkemelerde görülen davaların ‘meşruiyetini kamuoyu gözünde yıpratmaya çalışmak’ diye bir suç bizim kanunlarımızda yer almaz, hiçbir demokratik ülkenin kanunlarında da yer almaz. Yoksa tersi de suç olurdu, ‘Bir davaya kamuoyu gözünde meşruiyet kazandırmaya çalışma suçu’ yani. Savcıların usulünce açtığı davalar meşrudur, bu tartışılmaz.
16. Ancak bir davanın savcı tarafından usulünce açılması, bir mahkemede kovuşturmaya başlanmış olması, o davanın eleştirilmesine, konuşulmasına, hakkında yazılıp çizilmesine engel değildir. Yasaların engellediği şey, davayı veya ona bakan hakimleri etkilemeye çalışmaktır. Bu suç işleniyorsa da, buna ‘terör suçu’ demek pek mümkün değildir.
17. Savcının Oda TV davasında Ahmet Şık, Nedim Şener ve Hanefi Avcı için isnat ettiği ‘Terör örgütünün amaçları doğrultusunda kitap yazmak’ suçu, eğer mahkeme tarafından da sabit görülecek olursa, çok ama çok tehlikeli kapıyı aralayacak bir suç kategorisidir. İfade özgürlüğünün sona ermesi anlamına gelir.
18. Zaten ‘İnternet andıcı’ diye bilinen dava ile Oda TV davası arasındaki en temel fark da budur: Birincisinin ifade özgürlüğüyle ilgisi yoktur ama ikincisi tamamen ifade özgürlüğü üzerine kurulmuş bir davadır.
Savcıların görevi olan şeyden söz etmesi
ODA TV iddianamesinin henüz başında, 4. sayfasında aynen şu paragraf var:
‘İddianamede mümkün mertebe özel hayatın gizliliğine dikkat edilerek, şüpheliler ve soruşturma konusu suçla irtibatı olmayan üçüncü şahısların isimleri baş harfleri yazılmak suretiyle kısaltılmıştır. Mahkeme kararları doğrultusunda tespiti yapılan telefon görüşmelerinde delil mahiyetinde olmayan özel görüşmeler iddianame içerisine alınmamıştır.’
Bu paragraf, uzun zamandan beri şikâyet edilen bir uygulamanın en azından bu davanın savcılarınca yapılmadığı anlamına geliyor. Tabii, iddianamenin eklerindeki belgeler klasörlerinde de umarım aynı şey yapılmış, konuyla ilgisi olmayan konuşmalar ve hakkında bir suç isnat edilmemiş kişilerin isimleri ayıklanmıştır.
Esasen bu paragrafta bir özel şey gibi söylenenler, savcıların zaten görevi. Kaldı ki, özellikle telefon dinlemeyle ilgili yasalarda da bu konularda emredici hükümler var.
Ama yine de, bu bile bir şey...
Savcının Sabri Uzun çelişkisi
ODA TV’de yapılan aramada bulunan bir bilgi notunda, Ahmet Şık’ın üzerinde çalıştığı kitap için, ‘Keşke Sabri Uzun’un adıyla çıksa’ mealinde bir cümle geçiyor.
Ahmet Şık’ın aleyhindeki deliller arasında Sabri Uzun’la yaptığı telefon konuşmaları da var.
Ahmet Şık’ın sonradan internet üzerinden yayılan kitabını okuyan ve meseleleri biraz yakından izleyen herkes de anladı ki bu kitabın haber kaynaklarından biri de halen kızaktaki eski polis müdürü Sabri Uzun.
Madem savcıya göre Ahmet Şık’ın kitabı, ‘Ergenekon Terör Örgütü’nün talimatıyla yazdırılmış terör dokümanı’dır ve madem hem savcı hem polis, kitabı aslında Sabri Uzun’un yazdığından şüphelenmektedir, neden bu eski polis müdürü bırakın iddianamede
suçlanmayı soruşturulmamıştır bile?
Şimdi sanki ‘O zaman Sabri Uzun’u da alın içeriye’ demişim gibi duruyor ama sahiden ortada bir çelişki yok mu?