Hasan Cemal
(Milliyet - 24 Mart 2012)
Konuşmak mı, ölmek mi? Hangisi?
Bunca yıldır siyaseti izlemeye, yakın markajda tutmaya çalışıyorum.
Bazen sözün hükmü biter.
Hissedersin bunu.
Artık ne desen boştur.
Fark edersin, iş olacağına varacaktır.
Yazıların patinaj yapmaya başlar.
Hep aynı şeyleri evire çevire yazmak sıkıcı hale gelir. Ya da bir şeylerin bir türlü değişmediğini görmek hayal kırıklıklarına zemin hazırlar.
Yazarlık bunalımı da denebilir buna. Belki daha doğru deyişle, gazete yazarının bunalımı...
Nadir Nadi, hem 27 Mayıs, hem 12 Eylül askeri yönetimleri sırasında gazetesi Cumhuriyet aynı yazısından dolayı kapatılınca 1983’teki bir başyazısına, “Bu adam dünyaya boşuna gelmiş diyecekler” cümlesini koymuştu, benim o zaman yüreğimi burkan...
Çok uzun yıllar meslekte kalınca, ben bu filmi seyretmiştim duygusuna arada bir kapılmak kaçınılmaz oluyor.
Şimdi Kürt sorunu ile ilgili olarak böyle bir ruh hali içindeyim.
Hükümet ‘yeni strateji’den söz ediyor.
Bence yeni bir şey yok orta yerde.
Özünde eski olan, yeniymiş gibi sahneye çıkarılıyor. Ayrıca yeni olduğu söylenen strateji de zaten en az bir yıldır uygulanıyor.
Ve bunun da yeni değil eski olduğunu... Ana hatlarıyla 1990’larda uygulandığını... Ama PKK’yı ve dağı bitiremediğini... Tam tersine 1990’larda yaşanan büyük acılarla PKK’nın şehirlere yerleştiğini, sosyolojik tabanını genişlettiğini... Böylece Kürt sorunuyla PKK sorununun iç içe geçmeye başladığını... Bu yalın gerçeği görmeden Kürt sorununun şiddetle bağını koparmanın uzak ihtimal olduğunu... PKK ile, Kürt oylarının yarıya yakınını almış, yüzde 10 barajına rağmen 36 milletvekili çıkarmış ve 100 belediyeyi kazanmış bir BDP’nin birbirlerinden ayrılmayacağını... Ve devlet olarak sadece elde silah dağda PKK’yı kovalayarak sonuç alınamayacağını...
Hep söyledim yazdım.
Bugün de söylüyorum yazıyorum.
Kandil’e de, İmralı’ya da aynı şeyleri söyledim yazdım.
Silah ve şiddetin kullanım süresinin, eski deyişle miadının dolduğunu... Silahın değil siyasetin konuşacağı bir dönemi açmak gerektiğini... Bir ‘ateşkes’le birlikte parmakların tetikten çekildiği bir barış sürecinde PKK’nın ciddi bir inisiyatif kullanmasını ve BDP’nin de bu bakımdan ağırlık oluşturması gerektiğini... Böyle bir gelişmenin dağda silahların sustuğu, Oslo’daki gibi yeniden masaya dönüş yolunun açıldığı bir müzakere sürecini başlatabileceğini...
Bunları da PKK tarafına söyledim yazdım.
Her iki tarafa da demek istedim ki:
Dağdan daha çok ölüm haberi gelmesin, analar artık ağlamasın diyorsanız, önce parmaklarınızı tetikten çekin, ateş etmek yerine oturun konuşun.
Konuşmak mı, ölmek mi?
Hangisi?
Şunu iyi bilin:
Bu devirde barış namlunun ucunda değildir, olamaz da!
Uludere’de ölenler, Cudi Dağı’nda şehit düşenler, bütün bu derin acılar, barışın artık namlunun ucunda olmadığını, olamayacağını olanca çıplaklığıyla gösteriyor.
Öyle ama...
Bugün Türkiye yine sözün aşındığı ya da lafın hükmünün kalmadığı bir döneme giriyor.
Ne yazık!
İnşallah 1990’ların o cehennem çukuruna bir defa daha yuvarlanmayız.