Ergin Yıldızoğlu
İktisatçı
NATO'nun 70. kuruluş yıldönümünde İngiltere'nin Watford bölgesinde düzenlenen iki günlük liderler zirvesi, birçok ilginç görüntüye, tartışmaya sahne olduktan sonra, çarşamba günü öğleden sonra kuru, oldukça sıradan bir ortak deklarasyonla kapandı.
Toplantıdan önce, Atlantik'in iki yakasından birçok gözlemci, bunun NATO'nun geleceği açısından, "Soğuk Savaş bittiğinden bu yana en önemli toplantı" olduğuna inanıyordu.
Diğer taraftan, NATO'nun, bugün karşı karşıya olduğu sorunlara, bu sorunların örgüt içindeki yansımalarına, yarattıkları görüş ayrılıklarına bakarak, 70. yaş gününün, aslında, bir "sonun başlangıcı" olabileceğini düşünenler de az değildi.
Aslında, NATO, "Sonun başlangıcı mı?" sorusuyla, daha önce de, "Soğuk Savaş" bittikten hemen sonra karşılaşmıştı ama, o zaman, ABD'nin tek süper güç konumuna yükselmesi, NATO'nun Doğu Avrupa'ya doğru genişleme süreci bu soruyu bir süre için gündemden çıkarmıştı.
Kanada Başbakanı Trudeau, İngiltere Başbakanı Johnson ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un NATO zirvesi etkinlikleri kapsamında Buckingham Sarayı'nda verilen resepsiyonda Donald Trump hakkında konuştukları videonun basına sızması sonrası ABD Başkanı basın toplantısını iptal edip zirveden erken ayrıldı.
Ancak o sırada dünya, ekonomik, teknolojik ve jeopolitik olarak hızla değişiyordu: 1990'ların sonunda, 2000'li yılların başında iki önemli gelişme yaşandı.
Birincisi, Rusya Putin liderliğinde ekonomik ve askeri olarak toparlanmaya, tarihsel nüfuz alanları olarak gördüğü bölgeleri geri almak için manevra yapmaya başladı.
İkincisi, El Kaide gibi, etki alanı olarak tüm dünyayı, yöntem olarak terörizmi benimsemiş, Batı karşıtı bir örgüt doğdu. Böylece, "NATO'nun işlevi nedir?" sorusu, Atlantik ittifakına yönelik iki tehdit karşısında, yeni bir cevap buluyordu.
Değişen öncelikler
2008 finansal krizinden sonra, dünya ekonomisini etkisi altına alan "büyük durgunluk" sırasında ekonomik, teknolojik, jeopolitik dönüşümler daha da hızlandı.
Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Batı'dan uzak doğuya doğru kayarken, Çin artık bir "ekonomik-teknolojik, giderek askeri bir süper güç" düzeyine yükseliyordu.
Batı merkezli küreselleşme süreci, finansal kriz ve büyük durgunluk döneminde tersine dönmeye başlarken, "Çin tek kuşak tek yol" projesi aracılığıyla uzak doğudan Atlantik'e kadar yeni bir ekonomik bütünleşme, diğer bir deyişle, Çin merkezli bir küreselleşme inşa ediyordu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump zirve sırasında kısa bir ikili görüşme gerçekleştirdi.
Çin ve Rusya arasında ekonomik, siyasi iş birliği hızla güçleniyordu.
Suriye iç savaşı sırasında IŞİD ortaya çıkmıştı. Hem devlet inşa etme iddiasını ortaya koyuyor, hem de Avrupa'da geniş çaplı eylemler düzenliyordu.
Suriye ve Irak'ta, Kürt siyasi hareketi, İŞİD'e karşı savaşırken Batı'dan aldığı desteğin de yardımıyla uzun yıllardır amaçladığı öz yönetim fırsatı doğrultusunda, bir NATO üyesi olan Türkiye'yi de karşısına alıyordu.
Bu giderek karmaşıklaşan değişimler, NATO'nun kruluşunun 70. yıldönümünde bu kez, "sonun başlangıcı olabilir mi?" sorusunu gündeme getirdi. Bu sorunun bugün daha bir gerçeklik kazanmasının arkasında, bir taraftan ABD Başkanı Donald Trump yönetimi döneminde Amerikan dış politikasının özellikleri, Avrupa Birliği'nde Brexit süreci, Almanya'da Merkel döneminin sona eriyor olması, sağ popülist hareketlerin, AB üyesi ülkelerde giderek siyasi iklimi değiştirmesi yatıyor.
Yeni jeopolitik içinde NATO
Yukarda kısaca betimlemeye çalıştığım yeni jeopolitik ortam içinde ABD ile Avrupa'nın önceliklerinin hızla farklılaşmaya başlaması NATO'nun geleceğini bu kez gerçekten tehlikeye sokuyor.
Örneğin, ABD yönetimi Çin'i küresel çapta bir tehdit olarak görüyor. Bu yüzden Obama döneminde ABD, dikkatini Avrupa'dan uzak doğuya doğru çevirmeye başlamıştı. Trump döneminde bu eğilim güçlenerek devam etti.
Artık, ABD açısından Rusya, Çin'e kıyasla o kadar da büyük bir tehlike olarak görülmüyor. Bu bağlamda NATO, ABD stratejik tasarımları içinde Çin'e karşı bir savunma aracı olarak yeni bir anlam kazanmaya başlıyor.
Buna karşılık, birçok Avrupa ülkesinin Çin ile ekonomik, teknolojik bağları, Çin'in Avrupa'ya ilgisi, Çin pazarının Avrupa açısında önemi giderek artıyor.
Bu koşullarda, Avrupa ülkeleri Çin'i karşılarına almayı çıkarlarına uygun bulmuyorlar; ABD ile Çin arasında bir "soğuk savaş" tarzı kamplaşmada taraf olmak istemiyorlar.
ABD'nin, hem "IŞİD sorunu artık ortadan kalktı iddiası", hem de İŞİD'e karşı bölgede en önemli müttefik olarak gördüğü Kürtleri ortada bırakması, Suudi rejimine yönelik saldırı karşısında tepkisiz kalması, ABD'nin dayanışma kapasitesine, Avrupa'nın güvenini sarsmış görünüyor.
ABD'nin ve Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlıklarının NATO'nun onayı dışında gerçekleşmesi bu güvensizliği artırıyor.
Türkiye'nin NATO'nun rakibi olan Rusya'dan S-400 füzelerini satın alması, NATO toplantısından önce bu sistemi denemesi, veto tehdidiyle kendi (Kürtleri hedef alan) 'terörizm tarifini' örgüte kabul ettirmeye çalışması, Suriye kaynaklı göçmen dalgasını Avrupa'ya karşı kullanmak tehdidi, örgüt içindeki görüş ayrılıklarının giderek derinleştiğini gösteriyor.
NATO üyeleri arasında görüş ayrılığı 1956 Süveyş Krizi 1956, 1973 Arap-İsrail savaşı, 2003 Irak savaşı gibi örneklerden de görülebileceği gibi yeni bir olgu değil.
Ancak bu kez hem çok boyutlu hem de Avrupa'da, ABD'nin tutarlı bir dış politika üretme kapasitesini kaybetmekte olduğuna, Türkiye'nin NATO'dan farklı bir stratejik yol izlemeye hazırlandığına ilişkin bir algıyla birlikte gelişiyor.
Dahası, ABD'nin NATO bağlamında Avrupa'ya, üye ülkeler açısından ulaşılması hemen hemen olanaksız finansal koşullar dayatması, ticari korumacılığı, ekonomik yaptırımları dış ilişkilerinde giderek daha yoğun biçimde kullanması bu görüş ayrılıklarının aşılmasını neredeyse olanaksızlaştırıyor.
Bu yeni jeopolitik içinde Avrupa açısından NATO, üye ülkelerin güvenlik gereksinimlerine cevap vermek, Rusya karşısında caydırıcı olmak ve olası bir krize gereken hızda tepki verebilmek açısından artık güven vermiyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği'nin güvenlik stratejisi konusunda bağımsız bir politika geliştirmesi gerektiğini söylüyor.
Avrupa kendi yolunu çizmeye mi hazırlanıyor?
Bu nedenledir ki, Mayıs 2017'de, Merkel, büyük tepki çekmek pahasına "artık biz Avrupalılar kendi kaderimizi kendi ellerimize almalıyız" diyebilmiş, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Eylül 2017'de Sorbonne'da yaptığı bir konuşmada "güvenlik ve savunma alanlarında 'Avrupa'nın stratejik bağımsızlığı', gerçek bir 'Avrupa Ordusu' geliştirme" fikrini ileri sürmüştü.
Bu düşünce, Haziran 2018'de, Fransa, Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Hollanda, Portekiz, İspanya ve Birleşik Krallık savunma bakanlarının, NATO dışında işbirliği yapma konusunda bir niyet mektubunu imzalamalarıyla resmileşmişti.
Niyet mektubunda da vurgulandığı gibi "bir ortak stratejik kültür" geliştirmeyi amaçlayan bu askeri koalisyona, geçtiğimiz aylarda Norveç ve İsveç de katıldı İtalya'nın da katılma talebi kabul edildi.
Bu askeri koalisyonun inisiyatifinin liderliğini üstlenmiş görünen Fransa Devlet Başkanı Macron'un geçen hafta The Economist ile yaptığı söyleşide "NATO'nun beyin ölümünden" söz etmesi, Trump'ın buna sert tepkisi, Avrupa Birliği'nin NATO'dan bağımsız, ya da en azından ona paralel bir askeri kapasite geliştirmeyi amaçladığını, bu olasılığın ABD'yi tedirgin ettiğini gösteriyor.
Bu askeri koalisyon inisiyatifinin güçlenmeye devam etmesi durumunda, NATO'nun kuruluşunun 70. yıldönümü toplantısı bağlamında gündeme gelen, "bu NATO için sonun başlangıcı mı olacak?" sorusuna daha gerçekçi bir biçimde cevap vermek kolaylaşacak.