İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, 11 büyükşehir belediyesinden yetkililerin yer aldığı “Üretimin Desteklenmesi, Planlanması ve Ürünlerin Pazarlanması Çalıştayı”na katıldı. Çalıştay'da gazetecilerin sorularına yanıt veren İmamoğlu, "Kanal İstanbul, bir emlak işi. Emlak geliştirme işi. Kanal İstanbul masası yıkılmıştır. Bence yıkılmıştır. Bakın, her gün sallanıyoruz. Depremi konuşacağız. Yüz binlerce insanın canını konuşacağız, malını konuşacağız. ‘Emredin gelelim’ diyorum. Talimat verin, gelelim. Bütün egolarımızı bu masanın üzerinden sıyırıp, atalım. ‘Ben, o masanın hamalı olmaya hazırım’ diyorum. Kahramanı kim olacaksa olsun, umurumda değil. Bu millet kurtulsun yeter” ifadesini kullandı.
Birincisi ve ikincisi, sırasıyla İzmir ve Hatay Büyükşehir Belediyeleri tarafından düzenlenen, “Üretimin Desteklenmesi, Planlanması ve Ürünlerin Pazarlanması” çalıştaylarının üçüncüsü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından gerçekleştirildi. Küçükçekmece’de düzenlenen çalıştaya; İBB’nin ilgili birimleri ile Muğla, Mersin, Eskişehir, Antalya, Ankara, Çanakkale, Adana, Aydın, Hatay, İzmir ve Tekirdağ Büyükşehir Belediyeleri’nden yetkililer katıldı. Küçükçekmece Belediye Başkanı Kemal Çebi de çalıştaya katılarak, destek verdi. Çalıştayda konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, toplantıyı, “Türkiye’ye bütüncül bir tarım felsefesi oluşturmada önemli bir yolculuk bu” sözleriyle tanımladı.
İmamoğlu, çalıştayın açılış konuşmasında özetle şunları söyledi:
“İzmir Büyükşehir Belediye’mizin koordinasyonunda başlayan, daha sonra Hatay’da devam eden, burada da üçüncüsünü yaptığımız bir toplantı bu. Sadece tarım konusunda değil, farklı konularda 11 büyükşehir belediyemizin, Türkiye’ye mutlak yenilikçi birtakım fikirleri, projeleri ya da felsefeleri üretme mecburiyeti olduğunu her yerde ifade ediyoruz. Konuştuğumuz 11 büyükşehir belediyesi, Türkiye’nin neredeyse yarısı. Bu kadar büyük bir nüfusa ve potansiyele sahip kentlerin rutin belediyecilik hizmetleri yapması asla beklenemez. Sorumluluğumuzun büyük olduğunu biliyoruz. Bu manada tarımı, teknolojiyi konuşuyoruz. Ama bilinmelidir ki, eğitimi de konuşmalıyız. Bu kadar insanın kentte yaşadığı bir ortamda, eğitimle ilgili de bizim bir felsefe geliştirmemiz, belediyeler olarak hangi eksiği, hangi açığı kapatabiliriz diye fikirler ortaya koymak, hatta uygulamalar geliştirmek zorunluluğumuz vardır. Türkiye’de konu, merkezi hükümetin konusudur deyip, 2 adım geriye çekilecek büyükşehir belediyeleri asla değiliz ve olamayız. Her konu, bizim konumuz olmalıdır; muhatabıyız. Elimizden geleni de yapmak zorundayız. Benim bakışım bu. Biliyorum ki, diğer belediye başkanlarımızın da bakışı bu yönde.”
"Çok değerli kadrolarımız var"
“İstanbul, ilginç bir dönem yaşadı. 2019’da üst üste bir yerel seçim deneyimi yaşadık. Her ne kadar birincisini ‘Biz yaşadık’ diyorsak da ikincisini hep birlikte yaşadık. Çünkü, bütün Türkiye’nin demokrasi mücadelesine dönüştü. Buradan hepimizin çıkarımları var. Hukuka aykırı bir ortamda dik duruşu, bir arada duruşu hep beraber sahiplendik. Her partiyi katarak söylüyorum; bütüncül bir demokrasi mücadelesi verildi ve bu anlamda, bir daha buna meyillenecek bir süreç ya da hata, ülke tarihinde olmayacaktır diye düşünüyorum. Seçimler bitti; çıkarımlarımızı yaptık. Sorumluluklarımız başladı. Hepimiz iş başı yaptık ve artık işimiz çok. Bu manada bütün hedeflerimizi, etkin ve verimli çalışmalarımızı ülkemizi daha aydınlığa nasıl kavuşturabiliriz noktasında geliştirmek zorundayız. Bundan da hiç kuşku duymuyorum. Çok değerli kadrolarımız var. Ülkemizin ciddi sorunları var. Çok değerli bir coğrafyaya sahibiz. Önemli bir toprak varlığımız var. Bunun farkında olmak ve bunu geliştirmek zorundayız. Ne yazık ki yanlış politikalar, bizi birtakım sıkıntılara itiyor. Bu yanlış politikalarla ülke, yanlış yönlere savruluyor. Özellikle tarım, bunlardan bir tanesi. Bunlara dönük de bizim çok etkin rol almamız şart.”
"10 bin yıllık tarihin sorumlusu bir belediye başkanıyım"
“Bugün kentlerimizde olsun, kırsalda olsun büyük bir yoksulluk yaşandığını, nereye gidersek gidelim, gözlemliyoruz. Bu yoksulluk, bu kötüleşen ekonomik göstergeler ve birtakım zorlama makyajlarla sürecin işlemediğini hepimiz biliyoruz. Anadolu, Trakya dediğiniz zaman, tam da bu neolotik devrimin başladığı toprakların üzerindeyiz. Tarım devriminin, tarımın başladığı toprakların üzerindeyiz. 10 bin yıl önce, bu topraklar tohumun keşfedildiğini görmüş. Buralarda çiftçilik başlamış. Böylece yerleşik bir yaşam ve uygarlık birikmeye başlamış bu topraklar üzerinde. Sadece ülke için değil, dünyaya mesaj verebilme potansiyeline sahiptir bu topraklar tarımla ilgili atacağı adımlarda. Bu bereketli toprakların üzerinde anlamsız oynamaların yerine, ısrarlı bir şekilde, ‘Şu tarafından su kanalı geçireceğim, bu tarafında şunu yapacağım…’ Bu kadar verimli toprakları yok etmek yerine, dünyaya, geleceğin tarımı adına mesajlar verebilen, teknolojik ve tarımsal gelişimi sağlayan adımları atma mecburiyeti vardır bu toprakların. Ben kendimi, 10 bin yıllık tarihin sorumlusu bir belediye başkanı olarak görüyorum. Bu topraklarda yaşayan ve görev alan her bireyin de 10 bin yıllık kültürün bugünkü temsilcileri olarak; Anadolu’ya, Trakya’ya ihanet etmeden işini yapma mecburiyeti olan bireyler olduğumuzu düşünüyorum.”
"12 yılda 700 bin çiftçi alımı var"
“Bugün net olarak tarımda ithalatçı bir ülkeyiz. En temel ürünlerin yoğunlukla ithal edildiği bir duruma geldik. Bu, bizim için çok üzücü. 17 yılda ekim alanlarımızda 30 milyon dönüm, çiftçi kayıt sistemine dahil çiftçi sayısında 700 bin kişi azalma var. Bu, büyük bir sayı. Yurttaşlarımıza, yeteri miktarda sağlıklı gıdayı sağlama konusunda ne kadar iş yapmamız gerektiğinin de önemli bir verisi. Çiftçi sayısının azalmasını, kır-kent dengesinin bozulmasının, ülkemizdeki sağlıksız yapılaşmanın da tetikleyicisi olarak görüyorum. Dengesiz göç, insanların bir tarafta mutsuz olup, diğer tarafa sığınmacı gibi gitmesi, kente o şekilde ulaşması, orada yapılaşmayı da yaşamı da niteliksiz hale getiriyor. Orada, kentteki yoksulluk yaşanmaya başlıyor.”
"Tüm Türkiye’de, kentsel ve kırsal yaşam arasında bir dayanışma ağı kuruyoruz"
“Tarım ve gıda rejimi kurma konusunda İstanbul’da ciddi adımlar atmanın başlangıcındayız. Bir kısmını başlattık. Bunun tümüyle hem kentteki hem kırdaki yoksulların yanında olmanın bir modeli olacağını da görüyoruz. Bu büyük kentte tüketimi planlarken, üretimi de desteklemenin bir modelini geliştirdiğimizin farkındayız. Türkiye’de kırsal alan ve köyler, hızla boşalıyor. Ülkemiz, bu manada gıda güvenliğini de yitiriyor. Buna seyirci kalmayacağız. Kırsal niteliği ağır basan mahallelerimizin kent refahından yararlanmaları için gerekli altyapı ve üstyapı çalışmalarına başladık. Tüm Türkiye’de, kentsel ve kırsal yaşam arasında bir dayanışma ağı kuruyoruz. Bu anlamda örnek köylerimizin imalatına başladık. Buraları karşılıksız destekleyeceğiz. Kırsalın yeniden yeşillendirilmesi, orada üretimin yeniden canlandırılması bizim asli görevimiz olacak. Diğer kentlerimizle olan iş birliğimizle, Türkiye’nin dört bir yanındaki üreticiyi de desteklemenin modelini geliştiriyoruz. Atalık tohumlarımızla üreteceğimiz sağlıklı ve temiz ürünlerimizi halkımızın sofrasına nasıl ulaştırırız? Halk, bundan nasıl emin olarak o ürünleri satın alır? Zincirin halkalarını sağlıklı hale getireceğiz.”
"Sağlıklı ve ucuz gıda erişimini sağlamak niyetindeyiz"
“Bu manada iki kavramımız çok önemli. Hem ‘Halk Marketleri’ni çok önemsiyoruz hem ‘Halk Lokantaları’nı çok önemsiyoruz. Bunu, İstanbul’un 39 ilçesinde yaygınlaştırmanın bir felsefesini oluşturuyoruz. Sağlıklı ve ucuz gıda erişimini sağlamak niyetindeyiz. Başta öğrencilerimizin, asgari ücretle bu kentte geçinmeye çalışan insanlarımızın sağlıklı beslenmesi konusunda da onlara katkı sunan, çok yenilikçi projelerimizi hayata geçireceğiz. Titizlikle düşünülmüş, katılımcı bir anlayışla çerçevesi çizilmiş, İstanbul Büyükşehir tarım ve gıda politikalarını sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyoruz. Benzer modelleri, şüphesiz kendi özgünlükleri içinde tüm belediyelerimiz ortak bir anlayışla yaşama geçirdiğinde, bu modelin çalışacağından ve sorunları sistematik biçimde ortadan kaldıracağından eminim.
"Seyirci kalmayacağız"
İmamoğlu, açılış konuşmasının ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Gazetecilerin sorduğu sorular ve İmamoğlu’nun sorulara verdiği yanıtlar şunlar oldu:
“Daha önce büyükşehir belediye başkanları ile yaptığınız toplantılarda ne konuşulduğunu merak ediyoruz. Nasıl bir zincir olacak? Bir model üzerinde anlaşıldı mı? Onun için net bir adım atıldı mı?”
- Bugün üçüncü ayağı. İzmir, ilk koordinasyonu başlatan şehrimiz. İzmir’den sonra Hatay. Bugün, istanbul’dayız. Zaten bu toplantılardan -çıkartmak istediğimiz sonuç şu: Birincisi; sağlıklı gıdayı insanlara ulaştırabilmek. Sağlıklı gıda, şu anda toplumun en küçük çocuğundan en yaşlısına kadar kentin sorguladığı bir konu. Temelde bakışımız şu: Üretimin yapıldığı alanlara kadar sürece dahil olabilmek. Bu manada bir çalışma yürütüyoruz. İkincisi; aradaki maliyeti artırıcı unsurları azaltabilmek. Bu manada örneğin, İstanbul’un yakın bölgesindeki üreticileri desteklemeyle birtakım politikalar geliştirmek. Birçok şey sıralanabilir yukarıdan aşağıya. Bu masa niye önemli? Örneğin Mersin, ciddi bir üretim şehri. Adana, Antalya, Hatay aynı. Hem buralarda üretimin sorunları tartışılıyor hem de tüketimin. Bu anlamda; bu halkalar, bu toplantılar sonucunda birleşecek ve biz, insanlara bir model sunacağız. Burada elbette ki piyasayı belirleyici farklı özel sektör dinamikleri de var. Ama belediyeler burada topyekun hareket ederse, dinamik bir tavır alırsa, biz, bu işin gıda yönünde çok ciddi düzelmeler sağlayacağını öngörüyoruz. Elbette biz hükümet değiliz, bakanlık değiliz, kanun çıkarma yetkisine sahip değiliz. Böyle bir haddimiz, hakkımız yok. Elimizdeki imkanlarla, bu süreci bir prototip gibi, nasıl düzenlenebileceği ve şekil verilebileceği konusunda sağlıklı bir model geliştirdiğimizde, diyeceğiz ki; ‘Ey Ankara bak; böyle bir model var. Bunu, siz uygulayabilirsiniz.’ Aslında bu işin, bu aşamasındayız. Ama esas olan, Türkiye’nin tarım politikaları, Türkiye genelinde bir desteklemeyle, sübvanseyle yönetilme şansına sahip olmalı. Bunu da biz, açıkçası büyükşehir belediyeleri olarak bir nevi, bir ders niteliğinde, önemli bir mevzu olarak sağlığımızı etkileyen, topraklarımızın verimliliğini etkileyen bir biçimiyle, bir neticeye kavuşturma çabası içerisindeyiz. İnşallah sorduğunuz sorunun net cevabını, belki bir-iki toplantıdan sonra, bahara girmeden ya da baharın içerisinde bütün Türkiye’ye sunmak ve müjdelemek istiyoruz.
"Talimat verin, gelelim; bütün egolarımızı bu masanın üzerinden sıyırıp atalım"
“İstanbul, tarım arazilerinin de olduğu bir büyük şehir ama bazı büyük projelerin tarım arazilerine olan etkisi geçtiğimiz günlerde tartışılmıştı. Kanal İstanbul da bunlardan biri. Eğer olursa, tarım arazilerini nasıl etkileyecek?”
İstanbul’un mevcut tarım alanının neredeyse yüzde 10 civarındaki kısmını Kanal İstanbul yok ediyor. Şehirleşme etkisi? Bu zaten tahmini mümkün olmayan bir seviyeye doğru gider. Kanal İstanbul, bir travma. Kanal İstanbul, öyle stratejik bir proje falan asla değil. Kanal İstanbul, bir emlak işi. Emlak geliştirme işi. Yani; ‘Yaparız, satarız, para kazanırız!’ Bakın bu kadar net söylüyorum. Efendim Boğaz geçişiymiş, Boğaz’ı korumaymış… Hayır! Bu kadar uzun yıllardır analiz ettiğim, her yönüyle insanı dinlediğim, serbest piyasadan, bu işi yapan inşaatçı firmalardan, başka kurumlara kadar… Takip ettiğim bilim insanlarından dinlediğim kısmıyla bunu tarif ediyorum: Suyunu yok edecek. Tatlı su rezervlerini ciddi anlamda etkileyecek. Aynı zamanda, oluşturduğu, 8 milyon insanı hapsettiği ada, toprağa verdiği zarar, depremle ilgili oluşturduğu tehditleri üst üste koyduğunuzda büyük bir travma… Düşünülmesi bile benim uykularımı kaçırıyor. İnşallah tüm hukuksal çabamızla bu işi engelleyeceğiz. Tabii ki toplumun da iradesiyle engelleyeceğiz. Toplumun bunu reddettiğini ve istemediğini görüyorum. Siyasi mekanizmalar üzerinden ‘olur’ veren halkın da vicdanen ‘olur’ vermediğini de biliyorum ben. Hissediyorum bunu. Yani, siyasi tarafı olduğu parti desteklediğinden dolayı, ‘Evet’ diyor ama vicdanının bunu kabul etmediğini biliyorum. Deprem konuşmamız lazım. Depremle hiç alakası olmayan, bu kentte yeni bir şehir var etme çabası içerisindesiniz. Neredeyse 1 milyon 100 bin tanımlı var orada, bence 2 milyonu aşar. Daha bu şehirde on binlerce riskli yapının sorununu çözemedik. Bunu çözelim. Bu masada konuşulacak konu o. Kanal İstanbul masası yıkılmıştır. Bence yıkılmıştır. Bakın, her gün sallanıyoruz. Depremi konuşacağız. Yüz binlerce insanın canını konuşacağız, malını konuşacağız. Bu ülkenin ekonomisini konuşacağız. Tekrar söylüyorum. İstanbul depremi eşittir, bu ülkeye en an 400-500 milyar dolar. Niye 400-500 milyar dolar? Bir günlük zararı tariflemiyorum burada. Yıllara sarih bu ülkenin depresyonunu, ekonomik kayıplarını, moralsizliğini üst üste koyduğunuzda bu rakam bile az kalır. Bu kadar büyük bir tehdidi siyasi malzeme yapmayın. ‘Emredin gelelim’ diyorum. Her yerde söylüyorum. Bu kadar ağır söylüyorum. Talimat verin, gelelim. Bütün egolarımızı bu masanın üzerinden sıyırıp, atalım. ‘Ben, o masanın hamalı olmaya hazırım’ diyorum. Ben, o masanın her konuda mücadelesini veren insan olmaya da hazırım. Kahramanı kim olacaksa olsun, umurumda değil. Bu millet kurtulsun yeter.”