Gündem

İki Türkiye'nin grafiklerle hikâyesi: Sendikalaşma dibe vurmak üzere!

"Türkiye'de sendikacılıkta 35 yılda sıfır noktasına ramak kalmış durumda"

20 Ekim 2015 15:25

1980'de yüzde 25 civarında olan sendikalaşma oranı 2002'de yüzde 10'a indi,  2012 yılında yüzde 5'in de altına düştü.
AKP'nin ilk kez iktidara geldiği 2002 ve öncesini, Uluslararası Çalıma Örgütü (ILO) ve OECD verilerinden de yararlanarak grafiklerle değerlendiren ABD Utah Üniversitesi'nden Anıl Aba, "Sendikalaşma oranı taban noktası olan sıfıra doğru hızlı bir şekilde ilerliyor" görüşünü dile getirdi.

Aba'nın sendika4.org'ta "İki Türkiye’nin sendikacılık hikayesi" başlığıyla yayımlanan makalesinin tam metni şöyle:

                                                * * *

Türkiye’de darbe anayasasının işçi sınıfı adına en büyük kaybı, burjuvazi adına da en büyük kazanımı, sendikalaşma koşullarının ağırlaştırılması olmuştur. Bugün de geçerli olan bu mevzuata göre toplu sözleşme yapabilmek için bir işyerinde çalışanların yüzde 50’sinden bir fazlasının sendikaya üye olması gerekmektedir. Bu da yetmez işyerinin dahil olduğu işkolunda da yüzde 1 oranında sendika üyesi yapılması gerekir. Yani 400 kişilik bir fabrikada 201 kişiyi ikna etmeniz, üstüne de 596000 kişilik gıda sektöründe 5960 kişiyi örgütlemeniz gerekir. Ölme eşeğim yaz gelsin. Dikkat çekmek isterim ki bu barajlar (işyeri ve işkolu barajı) 1980 öncesinde yoktu. (1980 sonrasında işkolu barajı yüzde 10’a çıkarıldı ve on yıllar boyu yüzde 10 olarak kaldı.) Burjuva demokrasilerinin el çabukluğu takdire şayandır; sendikacılığı yasaklamazlar (yasaklarsan diktatör derler) ama işi insanları bezdirecek kadar zor yaparak yasaklamış kadar olurlar.

Malumun ilamı aslında ama sendikacılık faaliyetleriyle ilgili ILO, OECD ve diğer bazı kaynaklardan toparladığım ve birbirleriyle ilintili üç veriyle işçi sınıfına karşı sürdürülen sistemik saldırının sonuçlarını resmetmek istiyorum.

Sendikalaşma oranı dibe vurmak üzere

 

Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere 1980’den bu yana sendikalaşma oranında aşağı doğru bir trend var. Yine de, nerden baksanız, doksanlarda sendikalaşma oranın artış gösterdiği ya da düşmediği bir kaç yıl sağ ağırlıklı koalisyonlarda SHP’den Mehmet Moğultay ve CHP’den Aydın Güven Gürkan’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıkları yaptığı dönemlere denk geliyor. Fakat sonrasında görülüyor ki AKP döneminde bu trend hiç sapma yapmaksızın dibe vurmak üzere. Hem işgücü büyüyor hem sendikalı sayısı küçülüyor; sonuç olarak da sendikalaşma oranı taban noktası olan sıfıra doğru hızlı bir şekilde ilerliyor.

Grev sayıları rekor üstüne rekor kırıyor, ama tersten..

Sendikalaşma oranıyla yakından alakalı bir diğer gösterge ise grev sayısı. Aşağıda açıkça görülüyor ki 2003 yılından bu yana kamu ve özelde yapılan toplam grev sayısı ondan önceki 10 yıllık dönemdekinden bariz bir farkla daha az. O kadar ki 2003-2012 arasındaki 12 yılda yapılan toplam grev sayısı (215), 1990 yılında sadece bir yılda yapılan grev sayının yarısından az (458). 1981, 1982 ve 1983 yıllarında grev yapmak yasaklandığı için hiç grev olmamış. O yıllardan bu yana sadece 8 grev ile 2012 yılı Yeni Türkiye’nin rekor sayıda az grev yaptığı yıldır.

Ücret payı karın tokluğu

Radikal ekonomi politiğin en önemli hipotezlerinden biri de kapitalizmde ücretlerin toplam pastadaki payının giderek azalacak olmasıydı. David Ricardo bunu azalan rant hikayesiyle, Karl Marx ise sınıf mücadelesiyle açıklamıştı. Aşağıdaki grafikte de görüyoruz ki Victoria İngiltere’sinde geliştirilen bu hipotez bugün, o zamanlar olduğundan, çok daha geçerli. İşte Marx tam da bu yüzden okunmalı zaten, yani tarihsel bir figür olduğu için değil, aksine, günümüz kapitalizminin işleyişine dair en iyi açıklamayı yaptığı için.

Ücretlilerin toplam pastadan aldıkları pay, dalgalansa da, bir trend olarak sıfıra doğru yaklaşıyor. Toplam ekonomik büyüklükten işçilerin %65 pay aldıkları günlerden, %29 pay aldıkları günlere gelindi. Aradaki farkı ayakkabı kutularında ve şirket hesaplarında arayabilirsiniz. Oysa ekonomi büyüyor. Fakat bu büyüme sermaye tarafından vakumlanıyor. İleri demokrasi bu olsa gerek…

Kimsenin sendikalı olmadığı, herkesin Harranlı olduğu bir ülke hayal edin. Grev korkusu yaşamadan işçileri dilediğiniz kadar sömürüp, istediğiniz kadar ezebildiğiniz bir ülke. Herhalde girişimcilerin, yatırımcıların ve CEO’ların rüyalarını süsleyen çalışma koşulları bu olsa gerek.

35 yılda sendikacılığın getirildiği nokta bu. Yeni Türkiye’nin sert baskısı sonucu sıfır noktasına ramak kalmış durumda. Mücadelenin en kritik kanallarından birini kaybetmek üzereyiz. Bu şartlar altında bugün her ilerici muhalif, her ne iş yapıyor ve her ne sektörde olursa olsun, muhakkak önce kendini sonra da arkadaşlarını alakalı bir sendikaya üye olarak kaydettirerek örgütlenmelidir.

Sistem içerisinde organize kapitalistlere karşı verilecek en etkili cevap organize sendikacılıktır!!!