Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, gıdadaki mevsimsel değişimlerin enflasyon hesabında dikkate alınmayacağını belirterek "Ama her ay bir tane derin dondurucu alıyormuşuz gibi bir hesaplamayla enflasyon belirlenecek. Her ay derin dondurucu alırız belki ama içini neyle dolduracağız?" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Enflasyona 'kalem aşısı'!" başlığıyla yayımlanan (27 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Başlıktaki “kalem aşısı”, ağaçlara yaptığımız türden bir aşı değil. Eğlenceli bir öykü aslında.
Birinci Irak savaşı sırasında, Saddam’ın adamları zamanın Kuzey Irak’taki Kürt bölgesine saldırdığında, Irak ordusunun zulmünden kaçan Kürtlere sınırlarımızı açmıştık.
Büyük göçün yarattığı sorunlardan biri de elbette sağlık sorunlarıydı ve uluslararası sağlık kuruluşları da yardım etmek için bölgede bulunuyorlardı.
Yardım heyetindeki hekimlerden biri, sınır kasabalarımızdan birindeki sağlık ocağındaki meslektaşına, çocukların aşılanması konusunda ne durumda olduklarını sormuş ve aşı kayıtlarına bakmış.
Yüzde 100’lük aşılanma oranını görünce de hayretle sormuş: “Bu kadar aşıyı nasıl yapıyorsunuz?”
“Kalem aşısı” diye yanıtlamış Türk hekim, “sağlık müdürlüğünden emir gelince aşılanmamış çocukları da aşılamış gibi kaydediyoruz.”
Türkiye İstatistik Kurumu’nun, enflasyon sepeti ile ilgili güncellemelerini okuyunca, aklıma bu hikâye geldi.
Belli ki hükümet de durdurulamayan enflasyona bir “kalem aşısı” yapmış, gıda harcamalarının enflasyon sepetindeki ağırlığı düşürülmüş.
Gerekçelerden biri çok komik: Turistler, lokantalarda yemek yiyor!
“Turist mi kaldı lokantada yemek yiyecek” diye sormak da mümkün ama geçelim.
TÜİK, vatandaşın gelirinin yüzde 21.77’sini gıda harcamalarına ayırdığını varsayıyor artık.
Halbuki biliyoruz ki nüfusumuzun büyük bölümünü oluşturan sabit gelirli işçiler, memurlar, emekliler gelirlerinin en az yarısını karınlarını doyurmak için harcıyorlar.
Gıdadaki mevsimsel değişimler de enflasyon hesabında dikkate alınmayacak. Sanki domatesi 12 ay aynı fiyattan satın alıyormuşuz gibi!
Ama her ay bir tane derin dondurucu alıyormuşuz gibi bir hesaplamayla enflasyon belirlenecek. Her ay derin dondurucu alırız belki ama içini neyle dolduracağız?
Cebimizdeki para erimeye devam ettiği sürece, enflasyonun düşmesi söz konusu olmaz.
Ne yapacaktınız da anayasa engel oldu?
Başbakan Binali Yıldırım, bakanlarıyla referandum stratejisini tartışmak için bir toplantı yapmış.
Abdulkadir Selvi’nin, Hürriyet’te yazdığına göre Başbakan “Bu kampanyada üzerinde duracağımız iki şey, ekonomi ve terör olacak” demiş.
Şunu söylemeliyim ki eğer strateji bu ise “evet” kampanyasını yürütecek olanların işi çok zor.
Hükümet geçtiğimiz aralık ayında milli gelirin hesaplanma yöntemini değiştirdi, bir gecede 2 bin dolar zenginleştik.
Önceki gün de enflasyon sepetinin bileşimi değişti, böylece enflasyon da düşecek.
Ama şöyle bir sorun var ki hepsi kâğıt üzerinde.
Zenginleşmedik tam tersine dolar olarak fakirleştik. Sepet değişti diye enflasyon düşmedi, pazar filelerinin içini aynı şekilde doldurabilmek için daha çok para gerekiyor.
Başbakan “İşler yaza kadar düzelir” diyor, rica etsem bankalara da bunu söyler mi, dövizli kredi alacaklarını yaza kadar ertelesinler de düşük kurdan ödesin millet.
İşin gerçeği şu ki şu anda büyük bir durgunluk var, ekonomi büyümüyor, dar gelirli işçi, memur, emekli perişan.
Terör deseniz hepten bela. Şimdi bir de dışarıdan Türkiye’ye ihraç edilen teröristler pusuda bekliyor.
Güvenlik güçlerinin insanüstü gayretleri de olmasa ne yapacağız bilemiyorum.
Belli ki “Bu tür sorunlarla mücadele için başkanlık çok önemli” zemininde bir propaganda yürütülecek.
İyi de o zaman sormaz mı vatandaş, “Hangi yetkiniz azdı da ekonomiyi düzeltemediniz, terörü önleyemediniz” diye?
Bu ülkeyi 15 yıldır tek başınıza yönetmiyor muydunuz? Meclis’ten istediğiniz kanunları geçirmediniz mi? Olağanüstü hal ilan ettiniz, artık Meclis’e bile gerek kalmadan istediğiniz KHK’yı çıkartmıyor musunuz?
Ne değişecek Anayasa değişince?
Bir tek şey değişecek: Türkiye, tek adam yönetimine girecek, Meclis’in işlev ve yetkilerinin önemli bir bölümü kaybolacak.
87 yıl önce
10 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşeti şöyleydi: “Gazi Hz.nin Nadi Beye (Yunus Nadi) cevabı.”
Manşet altındaki spotta Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri var: “Ben C. Halk Fırkasının Umumi Reisiyim. Bu teşekküle tarihen bağlıyım. Bu bağı çözmek için hiç bir sebep ve icap yoktur ve olamaz.”
Atatürk’ün bu mektubu yazmasının nedeni, İzmir’deki gösterilerden sonra Fethi Okyar’ın Serbest Fırka’sının, CHP aleyhine geliştiğini görmüş olması.
“Partili Cumhurbaşkanı” olarak bu duruma müsaade edemeyeceğini anlatıyor.
Cumhuriyet gazetesinin sözünü ettiğim bu birinci sayfası, yeni yayınlanan bir kitapta yer alıyor. (Büyük Günlerin Adamı: Fethi Okyar’ın Hayatından Kareler. Hazırlayanlar: Ali Fethi Okyar–Kansu Şarman. T. İş Bankası Kültür Yayınları.)
Bu gelişmelerin sonunda Serbest Fırka’nın kapatıldığını da hatırlayalım.
Ve şimdi aradan geçen 87 yıl sonra, yeniden bir “partili Cumhurbaşkanı gerekliliği” önümüze sürülmüş bulunuyor.
Aklımızda tutalım: Partili Cumhurbaşkanı demek, bir tek parti devleti demek.
87 yıl sonra oraya mı dönmek istiyoruz?