Gündem

'Hrant Dink cinayeti bir mutabakat cinayetidir, üst düzey görevliler de tutuklanmalı'

Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu: Sadece cemaatçi denilen polisler değil tüm sorumlular yargılanmalı

16 Ocak 2015 16:21

Hrant Dink cinayetinin 8'inci yılında, hükümet ile Gülen Cemaati arasındaki ittifakın dağılmasının ardından, 2007'den beri ilk kez kamu görevlileri cinayetle ilgili olarak tutuklanmaya başladı.

Cinayette adı geçen kamu görevlileriyle ilgili olarak, 2010’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına rağmen yıllarca hiçbir işlem yapılmamıştı. 

Hrant Dink cinayeti soruşturmasının, tarafların birbirine sorumluluk atmaya çalıştığı bir savaş alanına dönüşmüş durumda olduğunu vurgulayan Agos Gazetesi, Dink ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu ile süreci ve son gelişmeleri değerlendirdi.

Avukat Hakan Bakırcıoğlu ile yapılan röportaj şöyle: 

 

'Olaylar, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu iddia eden bir haberin Hrant Dink imzasıyla yayımlanmasıyla başlıyor' 

 

Cinayetin üzerinden sekiz yıl geçti. Bu davada temel taşlar neler? 

Olan biteni kısaca özetlemek bile her şeyi ortaya koymaya yeter. Olaylar, Agos’ta, 6 Şubat 2004’de Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu iddia eden bir haberin Hrant Dink imzasıyla yayımlanmasıyla başlıyor. Bu haberin Hürriyet tarafından 21 Şubat 2004 tarihinde manşete taşınarak haber yapılmasına değin herhangi bir yankısı olmamıştı. Haberin Hürriyet’te yayımlanmasının ertesi günü, 22 Şubat 2004 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı resmi internet sitesinde bir basın açıklaması yayımladı ve Hrant Dink hedef gösterilerek “Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde, milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı, Türk  toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir” denildi. 

Bu açıklamanın bir gün sonrası, yani 23 Şubat 2004 tarihinde Hrant Dink İstanbul Valiliği’nde görüşmeye çağrıldı. 24 Şubat’ta Vali yardımcısının yanında iki MİT görevlisinin de olduğu bir görüşme gerçekleşti. 25 Şubat’ta Dink hakkında suç duyurusunda bulunuldu ve 26 Şubat 2004 tarihinde de Agos önünde eylem yapıldı. Bu tarihten sonra da basın yayın organlarında Hrant Dink aleyhine çok sayıda haber ve yorum yapıldı. 16 Nisan 2005 tarihinde Hrant Dink hakkında ‘Türklüğü Neşren Tahkir ve tezyif’ suçlaması ile dava açıldı.

Yargılamada, bilirkişilerin ‘Türklüğe hakaret bulunmamaktadır’ raporuna ve Yargıtay Başsavcılığı’nın itirazına rağmen mahkumiyet kararı Yargıtay tarafından onandı. Bu karar sonrası da Hrant Dink’e yönelik tehdit atmosferi büyüyerek sürmeye devam etti, yeni davalar  açıldı. Duruşmalar sırasında adliye önünde eylemler yapıldı, saldırı girişimleri yaşandı. Bu gelişmeler İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü ve Valilik görevliler başta olmak üzere devletin istihbaratından ve güvenliğinden sorumlu olan tüm kurum görevlilerinin de bilgisi dahilindeydi.

 

'Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı, Hrant Dink’e yönelik tehditlerden ve öldürüleceğine ilişkin tasarıdan haberdardı' 

 

Kamu görevlileriyle ilgili soruşturmanın Hükümet ile Cemaat arasındaki kavgadan dolayı başladığı yönünde bir algı var. Ancak hukuken verilmiş önemli kararlar da var. Kamu görevlilerini adliyeye getiren hukuki süreç nasıl gelişti?

2007 ve 2008 yıllarında Kamu görevlileri hakkında Hrant Dink cinayeti nedeni ile yapılan incelemeler sonucu soruşturma izni verilmesi ve dava açılmasını gerektiren çok sayıda olgu ve delil bulunmasına rağmen bir kısım kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmedi. Soruşturma izni vermesine rağmen, Bölge İdare Mahkemesi tarafından bu izin de kaldırıldı. Bu kararlar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. AİHM 2010 yılı Eylül ayında Hrant Dink’e yönelik tehdidin ‘açık ve yakın bir tehdit’ olduğunu, kamu görevlilerinin Hrant Dink’e yönelik açık ve yakın tehdidi bildiklerini veya bilebilecek durumda olduklarını, buna rağmen devlet kurumlarının Hrant Dink cinayetini önlemediklerini karara bağladı. Bu karar yargı mercileri yönünden bağlayıcı bir karar olduğundan ilgili mahkeme bu görevlilerin AİHM kararındaki tespitler dikkate alınarak soruşturulmaları gerektiğini kararlaştırdı. Akabinde yine AİHM kararı dikkate alınarak Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından  2014 yılı Temmuz ayında Trabzon İl Jandarma ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin soruşturulmaları gerektiği kararı verildi.

İstihbarat birimleri arasındaki yazışmaların da ortaya koyduğu üzere Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı görevlileri de Hrant Dink’e yönelik tehditlerden ve öldürüleceğine ilişkin tasarıdan haberdardı. Dolayısı ile tüm bu bilgi ve kararlar bizi sözünü ettiğimiz kamu kurum görevlilerinin Hrant Dink cinayetinde bütünsel bir sorumluluğa sahip oldukları sonucuna götürüyor. 

 

'Tutuklama kararının üst düzey görevliler hakkında da uygulanması gerektiğinde ısrarcıyız' 

 

Kamu görevlileriyle ilgili devam eden soruşturmada ilk kez tutuklama kararı çıktı. Tutuklama kararı dava sürecinde ne kadar önemli?

‘Kasten öldürmenin hareketsiz kalınarak işlenmesi’ suçunu düzenleyen TCK madde 83, failin 25 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmekte. İstenen cezanın üst sınırı ve Hrant Dink cinayetinin yarattığı toplumsal ve siyasal sonuçlar dikkate alındığında tutuklama tedbirine başvurulması gerekmekteydi ve bu gereklilik kamu görevlilerine yönelik ilk kez uygulandı. Bu tedbirin Dink cinayetinde sorumluluğu olan ve cinayeti engelleme konumunda bulunan üst düzey görevliler hakkında da uygulanması gerektiğinde ısrarcıyız.

 

'Yetkililerin, Hrant Dink’e yönelik koruma tedbiri alması yükümlüğünün bulunduğu ve bu yükümlüğün yerine getirilmediği açıkça ortada' 

 

Trabzon Emniyet ve Jandarma görevlileri cinayetin tetikçilerine yönelik operasyon yapmadı. Hrant Dink ise İstanbul’da öldürüldü. İstanbul Emniyeti’nin sorumluluğu olduğunu beyan ettiniz, bu sorumlulukların neler olduğunu açıklayabilir misiniz? 

Hrant Dink İstanbul’da yaşamaktaydı. Evi ve Agos gazetesi bu şehirdeydi. Gündüz vakti İstanbul şehrinin en kalabalık caddelerinden birinde vuruldu. Cinayete giden süreçte, az önce bahsettiğimiz birçok  gelişme İstanbul’da yaşandı. Bunlara ilaveten, İstanbul Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan 2006 yılı Ekim ayında Ermenilere ve Ermeni kurumlarına yönelik tedbir alınması talebinde bulunmuştu. Hrant Dink’in kendisi, Agos yazarı Sarkis Seropyan ve oğlu Arat Dink’e yönelik ölüm tehdidi nedeni ile Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuştu… Ve Hrant Dink, öldürülmeden bir hafta önce yayınladığı ‘Neden Hedef Seçildim’ adlı yazısında da 2004 yılından itibaren yaşadıklarını anlattıktan sonra ‘Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum’  demişti.  

Koruma Hizmetleri Yönetmeliği’ne göre ve tüm bu gelişmeler dikkate alındığında, MİT ve İstanbul İl Emniyet İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler başta olmak üzere yetkililerin, Hrant Dink’e yönelik koruma tedbiri alması yükümlüğünün bulunduğu ve bu yükümlüğün yerine getirilmediği açıkça ortada. 

 

'Hrant Dink’e yönelik eylem yapılacağı bilgisi edinildiği andan itibaren Yasin Hayal ve örgütüne yönelik operasyon yapılmalıydı' 

 

Trabzon Emniyeti’ndeki kamu görevlileri bu konuda gerekli istihbaratın, hem Emniyet Genel Müdürlüğü hem de İstanbul’a verildiğini söylüyorlar. Hangi aşamada operasyon yapma sorumluluğu başlar?

Yasin Hayal tarafından Hrant Dink’e yönelik eylem yapılacağı bilgisi edinildiği andan itibaren Yasin Hayal ve üyesi olduğu örgüte yönelik yoğun bir fiziki takip başlatılmalı, cinayet tasarısı Savcılığa bildirilmeli, ilişkileri belirlenmeli ve gecikmeksizin Yasin Hayal ve örgütüne yönelik operasyon yapılmalıydı.

 

'Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri henüz cinayet silahı ele geçirilmeden silahın niteliği konusunda bilgi sahibiydiler' 

 

Trabzon’da Jandarma görevlileri hakkında devam eden bir dava var. Jandarma personeline Emniyet görevlilerine nazaran daha erken dava açıldı. Bu bir gelişme sağladı mı?

Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’nın üst düzey komutanları Ali Öz, Metin Yıldız ve diğerleri,  bilebildiğimiz kadarı ile en geç 2006 yılı Temmuz ayında Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmeyi tasarladığını ve bu cinayeti işleme kararlığında olduğunu, İstanbul’a geldiğini, Agos ile Hrant Dink’in evinin çevresinde ve bu iki mekan arasındaki yol güzergahında keşifler yaptığını, krokiler hazırladığını, silah temin etmeye çalıştığını biliyordu. Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri tarafından 20 Ocak 2007 tarihinde saat 21:30’da hazırlanan evrakta cinayetin el yapımı bir silah ile işlendiği bilgisine de yer verilmişti. Oysa ki Ogün Samast, Samsun otogarında saat 23:00 sıralarında yakandı ve cinayet silahı da o saat itibari ile ele geçirildi. Yani Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlileri henüz cinayet silahı ele geçirilmeden silahın niteliği konusunda bilgi sahibiydiler. Tüm bu bilgilere rağmen Trabzon İl Jandarma görevlileri hakkında açılan dava, ısrarlı bir şekilde ‘görevi ihmal’ suçlaması ile yürütüldü ve sanıklar bu maddeden ceza aldı. Mahkeme kararını, sanıkların fiillerinin TCK m. 83 kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gerekçesi ile temyiz ettik, dosya halen Yargıtay’da. Trabzon İl Jandarma Komutanlığı görevlilerinin cinayetteki sorumluluğu görevi ihmal veya kötüye kullanma kapsamında kaldığı müddetçe bu yargılamanın erken başlamış olmasının bir değeri olmayacak. 

 

'Sadece cemaatçi denilen polisler değil tüm sorumlular yargılanmalı. Dink cinayeti bir mutabakat cinayetidir

 

Özellikle cemaatçi olarak tanımlanan polisler, soruşturma aşamasında öne çıkartılıyorlar. Cinayete cemaatin bir eylemiymiş gibi gösteriliyor. Bu soruşturmanın sadece cemaatçi olarak adlandırılan polislerin yargılandığı bir davaya dönüşmesi nasıl bir tablo ortaya çıkarır?

Soruşturmaya dahil edilen ve edilmesi gereken kamu görevlilerinin sorumluluğunu tartışmaya açtığımızda şu soruları bizim ve kamuoyunun sorması gerektiğinden hareket etmekteyiz. Öncelikle sözü edilen görevlilerin; hangi görevde oldukları, hangi bilgilere sahibi oldukları veya olmaları gerektiği, görevlerinin gereğinin ne olduğu, adım adım yaklaşan bir cinayeti önleme konusunda ne tür yetki ve tasarruflara sahip bulundukları ve hangi tutumu sergilemedikleri için Dink cinayetinin işlendiği bizim açımızdan öncelikli ve hayati sorulardır.

Bu soruların yanıtı bize sorumluların kimler olduğunu göstermiştir ve gösterecektir. Tekrarla; Dink cinayeti bir mutabakat cinayetidir. Bütünsel sorumluluğun bulunduğu bir cinayettir. Düzenlenecek iddianame bütünsel sorumluluğu içerecek şekilde düzenlenmelidir. Bir grup, kesim veya salt bir kurum görevlilerini içerecek şekilde düzenlenecek iddianame eksik ve hatalı olacaktır.

Öncelikle sözü edilen görevlilerin; hangi görevde oldukları, hangi bilgilere sahibi oldukları veya olmaları gerektiği, görevlerinin gereğinin ne olduğu, adım adım yaklaşan bir cinayeti önleme konusunda ne tür yetki ve tasarruflara sahip bulundukları ve hangi tutumu sergilemedikleri için Dink cinayetinin işlendiği bizim açımızdan öncelikli ve hayati sorulardır. 

 

'Kamu görevlilerinin ve kurumların sorumluluğu ortak' 

 

Kamu görevlilerinin verdikleri ifadeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?  

Kamu görevlilerinin ifadelerinin bir kısmı basın yayın organlarında yer buldu. Basın yayın organlarında yer almayan ve soruşturmanın sağlıklı yürümesi için açıklamayı doğru bulmadığımız birçok ifade de mevcut. Bu aşamada şunu çok açık şekilde beyan etmek isterim ki, alınan her ifadede açığa çıkan bilgiler kamu görevlilerinin Dink cinayetindeki sorumluluğunu yeniden ortaya koymakta.

 

'Dink cinayetinde sorumluluğun birkaç kişi veya bir veya birkaç kurum üzerinden tartışılması doğru sonuç vermez' 

 

Dink cinayetinde kamu görevlilerinin sorumluluğuna dair çeşitli açıklamalar geliyor. Ramazan Akyürek, Sabri Uzun, Ali Fuat Yılmazer’in açıklamaları ve ifadeleri basında yer aldı. Bu kişilerin nasıl bir sorumluluk alanları var?

Bu kişiler elbette Dink cinayetinin işlenmesinde ciddi sorumlulukları bulunan kişiler. Ancak sorumluluk bu kişiler ile sınırlı değil. Dink cinayetinde sorumluluğun birkaç kişi veya bir veya birkaç kurum üzerinden tartışılması doğru sonuç vermez. Soruşturulan kişiler kendi sorumluluk alanlarından bahsetmeyerek diğer kişi veya kurumların sorumluklarına vurgu yaparak savunma geliştiriyor. Müdahil taraf olarak Dink cinayetinde bütünsel sorumluluk bulunduğunu beyan ettik ve ısrarla bunu beyan edeceğiz ve etmeye devam edeceğiz. Bütünsel sorumluluğunu göz ardı eden ifade ve yaklaşımlar da izin vermeyeceğiz. Bu anlamda da soruşturma sonucu iddianamenin kimler hakkında ve hangi suçlama ile düzenlendiğini değerlendireceğiz ve tutum belirleyeceğiz.