HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş, TBMM Genel Kurulu'nda cezaevinde kaldığı 3 ayı anlattı. Beştaş, 10 milletvekilinin hâlâ tutuklu olduğunu hatırlatırken "Ne oldu, neyi etkiledi Türkiye'de? Şimdi ülke daha mı özgür? Şimdi barış mı geldi? Ölüm bitti mi? Ekonomik olarak biz aydınlığa çıktık mı” diye sordu.
Havalandırmada gökyüzünü görmek için verdikleri mücadeleyi de anlatan Beştaş’ın genel kurul konuşması tutanaklara şöyle yansıdı:
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üç ay aradan sonra merhaba. Doğrusu, sözlerime tabii ki cezaevlerinden başlamak istiyorum çünkü cezaevinden geldim, Silivri Cezaevinden. Türkiye'nin, yeni Türkiye'nin diyelim, yeni tablosu; milletvekilleri cezaevine giriyor sonra çıkıyor. Milletvekiliyken orada her gün aranıyor, her avukata gidişte her gelişte bir infaz koruma memuru tarafından üstü aranabiliyor, her türlü sıkıntıya, kısıtlamalara maruz kalıyor. Cezaevi müdürünü görmek için dilekçe vermeniz gerekiyor. Kitap almak için aylarca uğraşmanız gerekiyor ve benzeri. Bu sorunları anlatmayacağım tabii.
Şüphesiz her birimizin eşi, çocuğu, yakınları vardır ama sorun: Biz biz değiliz, milletvekili seçildikten sonra halkın iradesini temsil ediyoruz ve halkın verdiği oyları temsil edememek, hele hele bu şekilde, parlamenter olduğunuz hâlde orada, cezaevinde, dört duvar arasında kalmak… Umarım hiçbir milletvekilinin yaşayamayacağı bir durum olur bundan sonra. Başta bu Parlamentodaki bütün milletvekili arkadaşlarıma sesleniyorum, daha önce cezaevinde yaşayan milletvekilleri de var burada.
Şimdi, soruyorum gerçekten milletvekili arkadaşlarıma: Ne değişti? Şu anda 10 milletvekili arkadaşımız hâlâ cezaevinde, ne oldu, neyi etkiledi Türkiye'de? Bir şeyi etkiledi mi? Bunun cevabını verelim bence. Şimdi ülke daha mı özgür? Şimdi barış mı geldi? Ölüm bitti mi? Ekonomik olarak biz aydınlığa çıktık mı? Ne oldu? Yani bu içeride hukuksuzlukla eş genel başkanlarımız ve milletvekili arkadaşlarımız ve 84 belediye başkanımız, aynı zamanda 3 büyükşehir belediye eş başkanlarının olduğu… Mardin Büyükşehir Belediye başkanımız çıktı ama Diyarbakır ve Van Büyükşehir Belediyesi eş başkanları hâlâ cezaevindeler ve belediyeler kayyumlarla yönetiliyor. Peki, şimdi barışa daha mı yakınız? Bu faturayı birileri üstünden atarak, HDP'yi günah keçisi hâline getirerek, âdeta bütün kötülüklerin müsebbibi olarak göstererek barışa yaklaşıyor muyuz? Hayır, uzaklaşıyoruz. Yani ben on gün oldu çıkalı, binlerce tabii ki insanla görüştüm hem seçmenlerimizle hem ailemizle, farklı kesimlerden, emin olun bu soruların cevabını… Hayır, daha uzaklaştık. Çünkü 1994 ve 2017 aynı değil. O dönem, yirmi üç yıl sonra farklı bir yöntemle ve sistemle tekerrür ettiriliyor. Peki, hoşgörü arttı mı? Hayır, kutuplaşma arttı. Öfke, âdeta bölgeler arasında, kimlikler arasında, inançlar arasında. Şimdi, referandumda da evet ve hayırcılar arasında uçurum büyüyor. Bu uçurum bizi götürecek, buradan çok söyledim ama hepimizi. "Biri hayır dedi, biri evet dedi o gitmesin." diye bir şey yok çünkü sonuçta hepimiz totalde bir zarar görüyoruz.
Peki, benim tahliye olmam ne kaybettirdi, bir şey kaybettik mi, Türkiye bir şey kaybetti mi, Parlamento bir şey kaybetti mi ya da ben neyi engelliyorum? Ben seçmenlerimi, Türkiye'yi, Parlamentoda, dışarıda temsil etmeye çalışıyorum, yasama faaliyetine katkı sunmaya çalışıyorum hepiniz gibi. Burada partimiz adına görüşlerimizi, çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. İçeride olmam bir şey kazandırmadığı gibi dışarıda olmam -tabii, bu, şahsımla ilgili değil, ben bütün arkadaşlar adına söylüyorum- hiçbir şey kaybettirmiyor.Bu nedenle, bütün bu meseleleri çok ayrıntılı düşünmek gerekiyor.
On günlük sürede en çok sorulan soru: Üç aylık sürede ne yaptınız? Nasıl geçti, hele yalnızken? Vallahi, ne diyelim, en çok kitap okunuyor -öyle söyleyeyim- çünkü zaman bol, hiçbirinizin olmadığı kadar. Önermiyorum tabii ama düşerseniz bol bol kitap okuyabiliyorsunuz. Hani, böyle, aklınızda kalan, zamanında okumak istediğiniz, listeniz vardır ya hepinizin, o kitapları sıraya koyup okuma şansı elde ediyorsunuz. Başka, dışarıdan haber almanın yolu televizyon, yazılı basın, gelen görüşçüleriniz, avukatlarınız. Üç ay boyunca ben ve arkadaşlarım…
Ben ayrıca Anayasa Komisyonu üyesiydim ve hepiniz çok iyi biliyorsunuz, hem Komisyonda hem burada, Mecliste Anayasa çalışmalarında çok aktif bir durumdaydım. O kadar emek verdiğim Anayasa referandumunda dört duvar arasındaydım ve tabii ki ilgimiz dâhilinde hem milletvekili olarak hem de özel olarak Komisyondan dolayı.
Televizyon çok izledik. Buradayken bu kadar etkilenmemiştim. Ya, bir koro izliyorduk, tek sesli. Bütün kanallara bakıyorduk, sağ olsun, bütün kanallar vardı. Haber kanalları, sabah sekizde açıyoruz gece yatıncaya kadar -sesini kısıyoruz- ara ara alt yazılar, yeni gelişmeler. HDP yoktu; sanki HDP diye bir parti yok zaten, milletvekilleri içeride değil, 6 milyon oy almamış, kampanya yapmıyor, milletvekili arkadaşlar çalışmıyor, il ve ilçe örgütü yöneticilerimiz her gün tutuklanmıyor -onları alıyorduk, her gün tutuklamalar olduğunu alıyorduk- ama sabahtan geceye kadar Cumhurbaşkanı, Başbakan, bir de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu. Artık bir süre sonra üç yüzü görmekten -tabii en çok ilk ikisi- şey hâle döndük, yani yeni bir şey söylediler mi ona dikkat ediyorduk. Dışarı çıktığımda arkadaşlara sordum: Ya, içeride biz yoktuk, HDP'yi göremedik -tabii doğal olarak, partimiz, partimizi görmek istiyoruz küçücük de olsa- bir şey dedi mi, miting nasıl geçti, "Nevroz" nasıl geçti, 8 Mart nasıl geçti; televizyonları açıyoruz, yok bir şey. "Nevroz"a ilişkin, yüz binler Diyarbakır'da "Nevroz" meydanında toplanmış, avukatlar da o gün gelmediler, aksilik bu ya, merak ediyoruz, nasıl geçti, iyi mi. Bütün, "Nevroz"a ilişkin haberler şuydu, alt yazı: "Bıçağıyla 'Nevroz' alanına girmek isteyen Kemal Kurkut öldürüldü." Bu, bütün haber bu. Ya, var mı yani başka ne oldu? Neyse, sabah gazeteler geldi, bir şeyler öğrendik. Dışarıda, arkadaşların söylediği daha da ciddiydi bizimkinden, "Biz de görmedik dışarıda." dediler. Sansür size yansımadı televizyonlara ama dışarıda da HDP yoktu çünkü buharlaştırdılar yani sanki yok.
Bu nedenle şunu hissettim, çok acı hissettim ama: Ben cezaevinden yarı açık cezaevine geldim. Aslında Türkiye'de dışarısı da cezaevi çünkü özgürce konuşamıyorsunuz. Ben çıktığımdan beri çok sayıda telefon aldım, çok sayıda ziyaretçi oldu. Şöyle bir şey düşünebiliyor musunuz: Meclis koridorlarında bana "Geçmiş olsun." demek isteyenler kıyıda köşede -bu, vekil de olabilir, personel de, bir bürokrat da olabilir- emin olun, gizli gizli "Geçmiş olsun." diyorlar, korkuyorlar. Bana söylediler, "Ne olur Vekilim… Yani çok üzüldük, gelişinize de çok sevindik." Onlarca kişi… Tabii ki onların ismini asla vermem, sakın öyle bir şey beklemeyin çünkü başlarına bir şey gelecek kaygısı var.
Bir de havalandırma var cezaevlerinde, girenler bilirler, sizin tek özgürlük yerinizdir. Dışarısı, işte, 10 metrekareye… Çok dardır ama gökyüzünü görebiliyorsunuz orada. Toprak yok, çiçek, hiçbir şey yok insana dair, doğaya dair ama gökyüzü size çok iyi gelir. Cumhuriyet gazetesi yazarlarının havalandırmalarının üstünde çift katlı teller varmış. Ha, "Bizimkinde yoktu." demeyin ha, bizimkinde de vardı. Biz Selma Hanım'la birlikte aynı odaya girdiğimizde bir ay o tellerin sökülmesi için kaç dilekçe verdik, kaç kere görüştük, bilmiyorum. "Ya, niye tel var? Biz havalandırmada bari gökyüzünü görelim, bu büyük bir haksızlık." dedik. Sonra, neyse, dediler ki: "Vinç gelecek, bilmem ne gelecek." Meğerse çok basitmiş. Sonra, neyse, vinçsiz, bir baktık, bir gün bir teli söktüler -bir de böyle bürokrasi- bir hafta geçti, diğeri hâlâ orada. "Ya, niye ikincisini kaldırmıyorsunuz?" "Personel yok." dediler. Neyse, son yirmi yirmi beş gün gökyüzünü görebildik. İşte gazeteciler gökyüzünden yoksun, avukatla görüşemeden -haftada bir saat ve o da kayıt altına alınıyor görevli eşliğinde- kitap alımı yasak, mektup alıp göndermek yasak -cezaevleri için bunlar çok hayati meselelerdir- orada tutuluyorlar ve "Gazetecilik mesleği Türkiye'de en özgür meslektir." diye ifadelere rastlıyoruz. Nasıl bir şey, bilmiyorum yani. Bunu sizin takdirinize, kamuoyunun takdirine sunuyorum.