Mehmet Altan*
Türkiye’de 18 milyon araç var.
Ancak, 5,1 milyondan fazla aracın muayenesinin olmadığı biliniyor.
TÜVTÜRK verilerine göre 48 bin 789 otobüs, 126 bin minibüs, 275 bin kamyon, 738 bin kamyonet ve 1,1 milyon otomobil muayene yaptırmamış durumda.
Motosiklet ve traktördeyse bu rakamlar daha yüksek. 1 milyon 784 bin motosiklet ve 1 milyon civarında traktörün de muayenesi yok.
Muayenesiz motosikletlerin oranı yüzde 70, traktörlerin oranıysa yüzde 80’lere ulaşıyor.
Özetle, araçların yaklaşık yüzde 30’u ‘potansiyel tehlike’.
Bundan böyle kaza haberlerinde ‘freni tutmayan araç...’ ya da ‘direksiyon hâkimiyetini yitiren sürücü...’ gibi açıklamalar gördüğümüzde şaşmamak gerek.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Türkiye’de insan ölümleri ‘siyasi’ değilse kimse dönüp bakmaz, hâlbuki dönüp bakmayanların tümü de yarın bir gün aynı akıbete uğramaya adaydır…
Trafikteki muayene yetersizliğinden salkım saçak insanlar yollarda ölürken, iş kazaları da fazla mesai yapan Azrail’e dönmüş vaziyette.
Hatırlayın, 2014’ün ilk üç ayında 276 işçimizi iş kazalarında ve meslek hastalıklarında kaybettik.
İlk üç ayda hayatını kaybeden 276 işçiden 3’ü 18 yaş altındaki çocuklar.
2012’de 878, 2013’te ise bin 235 işçi iş kazasında hayatını kaybetmişti.
Taşeron işçi kullanımı azalmadığı, kayıtdışılık ortadan kalkmadığı, ağır ve tehlikeli işlerde kadınların ve çocukların çalıştırılmasına fütursuzca devam edildiği, kısacası kötü çalışma şartları sürdüğü sürece iş kazaları, çocuk yetişkin ayırt etmeden hayatları karartmaya devam edecek.
Taşeronlarla çalışan işçilerin, iş kazalarına daha fazla muhatap olduğu biliniyor, taşeron şirketlere yönelik yeni bir düzenleme fazlasıyla gerekli.
Özellikle inşaat sektöründe yeni bir düzenlemenin hayata geçirilmesi şart.
Ancak siyasal iktidarı ‘müteahhit lobisi’ finanse ettiği için önlem alınmıyor, işçiler ölmeye devam ediyor.
xxxxxxxxxx
Başıboş ölüm makineleri gibi dolaşan muayenesiz araçların, taş kesilmiş bir toplumsal vicdan karşısında düzenli ve sürekli yitip giden işçilerin yanı sıra sistematik bir toplumsal baskı da yüksek bir ivmeyle seyrediyor.
Örneğin temel hak ve özgürlükler çiğnenmese, daha öncekileri gibi bir büyük şenliğe dönecek olan 1 Mayıs’taki yasak…
Üstelik, İstanbul’da Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a kapamakla kalmıyorsunuz tüm kenti felç ediyorsunuz.
Ortalama bir hesapla zarar tutarının 300 milyon lirayı bulduğu söylenmekte…
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Baskı artıkça, dünya sahnesinde Türkiye tepetaklak aşağıya düşüyor.
Merkezi Washington’da bulunan sivil toplum kuruluşu Freedom House’un (Özgürlük Evi) ‘Dünyada Basın Özgürlüğü’ raporunda, Türkiye’yi ‘kısmen özgür’ statüsünden ‘özgür değil’ statüsüne düşürmesi, Türkiye’nin dünya sıralamasında 120’ncilikten 134’üncülüğe gerilemesi tam da buna örnek.
Raporda, medya üzerindeki siyasi baskının arttığına vurgu yapılıyor.
Çok saygın isimler tarafından 1941 yılında kurulan ve Türkiye’de ‘basının özgür olmadığını’ vurgulayan Özgürlük Evi kendi varlık nedenini şöyle tanımlıyor:
‘Özgürlük Evi, dünya çapında özgürlüğün yayılmasını destekleyen, bağımsız bir sivil toplum örgütüdür. Özgürlük yalnızca hükümetlerin vatandaşlarına karşı sorumlu tutulduğu; hukukun hâkim olduğu; ifade, bir araya gelme ve inanç özgürlüklerinin, azınlık ve kadın haklarının garanti edildiği; demokratik siyasi sistemlerde mümkündür.’
xxxxxxxxxxxxx
AKP iktidarı neden ‘Özgürlük Evi’nden bu kadar hızla uzaklaşıyor?
Belli ki yolsuzluk ve rüşvetin üstünü zorla örtmek için…
17 Aralık soruşturması kapsamındaki TOKİ dosyasında adı bulunan 60 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken, hırsızlığın peşine düşen savcılara soruşturma açılması yeterince açıklayıcı değil mi?
Deniz Feneri’nde de aynısı yapılmamış mıydı?
Ancak bu kez ayakkabı kutuları, yatak odasındaki kasalar, para sayma makineleri, istifa eden bakanlar her daim gözlerimizin önünde…
Vicdan ve ahlak sahiplerinin de, hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak isteyen devletin de asla unutamayacağı rezaletler.
xxxxxxxxxx
Bu arada AKP ‘askerle’ kolkola girerken Kürdistan’daki ‘eski günahlar’ da yavaşça bir kayboluşun içine atılıyor.
Uludere’nin katilleri bulunmadı. Artık katilleri arayan da kalmadı zaten.
Biliyorsunuz, Türkiye Kuşkonar Katliamı’yla ilgili ‘köy bombalamaktan’ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde suçlu bulundu. Mahkeme yeniden yargılama istedi. Ama göz göre göre bu katliam da zaman aşımına uğratıldı…
Parça parça edilen Ceylan Önkol davası da rafa kalktı.
xxxxxxxxxxxx
Siyasal iktidarın ikbal avcıları ise tüm dünyanın ve aklıselim sahibi her Türkiye vatandaşının büyük endişelerle izlediği son zamanlardaki gelişmelere aldırmadan pişkince kendi ‘kariyer’ hesaplarını yapıyorlar.
AK Parti’de Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin yol haritası ortaya çıkmış... Buna göre Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı olacakmış.
Partiyi seçime kadar olan 10 aylık sürede geçici başbakan yönetecekmiş. Abdullah Gül, 2015’te seçimin ardından partinin başına geçecekmiş.
Hem yaşamı, hem de Türkiye halkını kendi siyasal ikbal planlarının uysal noteri sanan tuhaf bir özgüven çıldırması mı?
2023’e kadar Türkiye’yi hangi sırayla yöneteceklerini kendi aralarında konuşup kararlaştırıyorlar.
Bu bana çok tanıdık geliyor.
Generaller de, böyle on beş yirmi yıllık planlar yapıyorlardı bir ara, hangisi Genelkurmay Başkanı olacak, sonra hangisi gelecek, ondan sonra kim olacak gibi... Onlar da sanki bu ülkede bir halk, bir devlet yokmuş gibi davranıyorlardı... Çok emindiler kendilerinden.
Sonra ne olduğunu hatırlıyor musunuz?
xxxxxxxxxxxx
Aynen o eski kibirli generaller gibi Türkiye yokmuşçasına kendi aralarında on, on beş yıllık planlar yapanlara eski bir sözü anımsatarak bitirelim yazıyı:
‘Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelendir.’