T24 - Hakkı Devrim, Türkiye'nin gündeminde yer alan "İrticayla Mücadele Planı"nı bugün de köşesine taşıdı. İşte Devrim'in Radikal gazetesinde yayımlanan bugünkü yazısı:
Gündemin büyük farkla en tepesinde yer alan konuyu arşivlerken biz, son iki gün «TSK ve demokrasi» başlığını kullandık. Salı günü (benim gördüğüm) 11 gazetede bu konuyu ele alan 19 haber ve yorum varken, çarşamba günü yalnız Radikal’de aynı konu üzerinde duran, biri tam sayfa olmak üzere 2 haber ve 8 köşeyazısı vardı. Hepsini okumak için ayırdığım sürede, ufarak bir polis romanını bitirebilirdim.
Basın-Yayın’ı ve aslında bütün Türkiye’yi olağanüstü ilgilendiren bir hadise (... değil elbette, daha doğrusu) bir meseleyle meşgulüz. Hayli zaman var ki demokrasimizi tedirgin eden, müzminleşmiş bir derdimizdir. Arşiv başlığı olarak kullandığımız iki kelimeyle bu derdi de ifade edebiliriz: TSK ve demokrasi.
Önümüzdeki mayıs ayının 27’sinde, gencecik demokrasimizin ağır bir darbe yediği ordu müdahalesinin 50’inci yılını idrak edeceğiz. Aramızda bir Egeli olsaydı, şimdi bu durumu:
– Yetti bitti gâri! diye çok güzel özetlerdi. Son bir iki günde okuduğum şu kısa cümle de (Yazan kim idiyse beni hoş görsün, çünkü hatırlayamadım işte!) bence geride bıraktığımız yarım asrın hikâyesini, hüznünü ve utancını pek güzel ifade etmişti:
– Demokrasi provamız hâlâ sona ermedi, diyordu.
İlker Başbuğ Paşa Dostum, buradan dün size de seslenmiştim.
Yarım asırdır şikâyetçi olduğumuz halde kurtulamadığımız bu derdi; aynı anlayışla değerlendirdiğimizi umarak, sizden bir istirhamım daha olacak. (Vakıa özür ricam «manzûr-u âliniz olmuş mudur?» Bunu bilmeden ve yeniden «mâruzatta» bulunuyorum. Hoş göreceğinizi umarım!)
Büyüklerimizin bir uyarısı bizim evde çok tekrarlanırdı:
– Hata şerefi haleldar etmez, belki şöhreti biraz zedeler!
– Kul hatasız olmaz, meselini ise hepimiz iyi biliriz. Yaşarken ilk öğrendiklerimizdendir.
«Gene bir darbe hayali kuranlar olmuş» haberine, Türkiye, daha önce benzerini görmediğimiz ölçüde kesin ve hemen de firesiz tepkide bulundu. Ben durumu:
– Ee demek ki nihayet millet çoğunluğunun da burasına geldi, diye yorumladım.
Elli yıl bu Paşam!
Benim otuzumu geride bıraktığım yıldı 1960. O müdahale, tek tek sayılması zor üzüntülere yol açmış, elbette o kadarla da kalmamıştı. Abarttın diyenler olur belki, ama bence askerî müdahale (ve onu takibe, tekrara yeltenen ve başarılı olamasa da bu hevesten vazgeçmeyen sonra ki denemeler) demokrasimizi dumura uğratmıştır. Bununla kalmamış aynı zamanda cumhuriyet kavramına da gölge düşürmüştür.
Sizi uzaktan tanıyorum. Protokol kusurlu Karargâhınıza kazara davet edilsem de gelmem.
Müsaadenizle size buradan seslenmeye bir kere daha cüret edeceğim.
Dilerim ki 27 Mayıs 2010 tarihine, bu demektir ki yarım yüzyıldır bizi tedirgin etmeyi sürdüren «müessif müdahalenin» 50’nci yıldönümüne, demokrasimize musallat bu müzmin hastalıktan «salah bulmuş» olarak erişelim.
Dinimizle ne derece barışık olduğunuzu bilmiyorum. Ben kavâid’e uyma konusunda çok kusurlu bir müminim. Yemine gerek yok, 55 yıl kadar önce teğmen rütbesiyle terhis edilmiş, yani savaş çıksa da silah altına alamayacağınız «çokçana» yaşlı, kocamış bir Ordu mensubu olarak size bir vaatte bulunacağım.
Önümüzdeki 27 Mayıs’a, demokrasimize musallat şu kör olası darbe endişesinden kurtulmuş olarak girebilirsek, hâlâ hayattaysam elbette, sevdiğim camilerden birinde mevlit okutacağım.
– Peki, ne yapmamı istiyorsunuz diye sormaya görün! Verilecek cevapların, bütün karargâhı seferber etseniz tamamını okumaya yetişemezsiniz.
İnönü’ler, Toker’ler, elbiseler
Teşvikiye Caddesi’ndeki İstanbul Moda Akademisi’nde, Cumhuriyet Bayramının 86’ıncı yılını kutlayan kıyafetler sergisi. «Vay beee!» değil mi? Ben o elbiseleri giyen için gittim. Mevkiine pek yakışan Mevhibe İnönü’nün, çoğu Ankara Olgunluk Enstitüsü’nde dikilmiş kıyafetleriydi sergilenen.
Tek tek hepsini durup seyrettim. Bütün ziyaretçiler gibi, bazı tarihî belgeleri de durup okudum. Biri, İsmet Paşa’nın benzersiz Türkçe’siyle Erdal İnönü’ye yazdığı bir mektuptu. Sevgili Paşa’nın torununun çocuklarına, Heybeliada’da Paşa ile Mevhibe Hanımefendi’nin kapılarını ilk çalışımı anlattım. Beni dinleyen iki güzel kız, cânım ciğerim Metin Toker’in torunlarıydı.
Çok zamandır, aralarında bu sayıda sevdiğim bulunan bir topluluğa katılmamıştım. Özden’e de, Gülsün’e de çok teşekkürler! Beni unutmadıkları için.
Ama vaktimiz olsa asıl, Metin’in sevgili oğlu Güçlü Toker’le baş başa kalıp, uzun uzun babasını konuşabilmeyi çok isterdim.
Ailesiyle sözleştik, buluşacağız.
Dil Yâresi
Asker olarak rütbem teğmenlikten öteye gitmedi. Üstelik Genelkurmay Başkanı olan bir Orgenerale arzedeceklerim var. Saygıda kusur etmeden içimden geldiği gibi söyleyebilmek istedim. Tam kendim olmak isteyince, gençler kusura bakmasın eskice kelimeler geçiyor sözlerimde.
Sözlüğe bakmak zorunda kalmasınlar diye, onlar için bir lugatçe düzenlemeye çalıştım. Alfabetik değil, yazıda kullanılış sırasıyla yazıyorum.
* Müdahale. «Bir işin gidişine el atma. Karışma.»
* Müzmin. «1. Devam edip giden, süregelen. 2. Ne zamana kadar devam edeceği bilinmeyen, bir çözüm getirilmemiş olan.»
* İdrak etmek. «Anlamak, algılamak.»
* İstirham. «Merhamet isteme, yalvarma.»
* Manzûr-u âliniz oldu mu? «(Adı geçene) Beni farkettiniz mi?»
* Maruzatta bulunmak. «(Yüksek makamda bulunan birine, sözlü veya yazılı olarak) Bir isteğini bildirmek»
* Mesel. «(Yazıdaki anlamı) İbret alınacak söz.»
* Dumura uğratmak. «Köreltmek.»
* Müessif. «Üzücü. Esef duygusu uyandıran.»
* Müzmin. «Devam edip giden, süregelen. Bir çözüm getirilememiş olan.»
* Salah bulmak. «İyi duruma gelmek, düzelmek.»
* Kavâid. «Din bilgisi kuralları veya kitabı.»
* Mümin. «İman sahibi kimse.»
* Musallat. «Sıkıntı verecek kadar üzerine düşen.»