Kültür-Sanat

'Sakıp Bey müthiş, gerçek bir koleksiyonerdi'

Güler Sabancı, Çağdaş Sanata yakınlığının aileden gelen bir ilgi olduğunu söyledi. Sabancı, '1980’li yıllardan bu yana Türk çağdaş sanatını takip ediyorum' dedi

05 Ekim 2014 14:40

Sabancı Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Türkiye’de sanatın son yıllardaki durumuna ilişkin olarak, "Çok büyük bir gelişme gösterildi. Türkiye’de oluşan iklim sanatı besliyor. Caz festivalinden, klasik müziğe, tiyatro festivalinden, yerli ve yabancı dans, müzik olaylarına kadar tüm bunlar birbirine güç veriyor. Ancak bunun kadar önemli olan sanat eleştirisinin gelişmesi. Ne iyidir, ne kötüdür, ne sanattır, ne taklittir; bunları ayırt edebilecek bir noktaya gelmemiz gerekiyor. Özgün olanı ortaya çıkarmak önemli" dedi.

Milliyet Sanat dergisinin Ekim sayısında Fisun Yalçınkaya'nın "Sanatsız bir yaşam çok eksik bir yaşam" başlığıyla yayımlanan (5 Ekim 2014) Güler Sabancı ile yaptığı röportaj şöyle:

 

Sanatsız bir yaşam çok eksik bir yaşam

 

Ofisinizde de gördüğümüz gibi Çağdaş Sanata büyük bir ilginiz var. Nasıl başladı bu ilginiz?

Tabii aileden gelen bir ilgi... Rahmetli Hacı Ömer dedem ve onun merakı, Atlı Köşk ve oradaki antikaları, bu ilginin örnekleri olarak verebiliriz. Çocuk yaşlarımda dedemle Kapalıçarşı’ya giderdim. Dedemin antika gözü çok kuvvetliydi. Aret Portakal dostuydu; Sevseviller, Şalabiler, antikacıları gezer, müzayedelere katılırdık. Daha sonra esas Sakıp Bey tabii... Onun tarafından oluşturulan resim ve hat koleksiyonu var. Ben de onun yanında bulunarak her zaman sanatla yakın oldum. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, çağdaş sanata ilgim başladı.

1980’li yılardan bu yana Türk çağdaş sanatını takip ediyorum. Sanatçılarla dostluklar kurdum. Mehmet Güleryüz, Komet, Alev Ebüzziya, rahmetli Ömer Uluç dostlarım oldular. Kendilerinden çok şey öğrendim. Çağdaş sanatla iç içe bir ilişkim başladı. Daha sonra Sabancı Vakfı’nda görev yapmaya başladım, Sakıp Bey’le birlikte müzenin kuruluş çalışmalarında görev aldım. Sakıp Sabancı Müzesi kuruluşundan bu yana Türk müzeciliğine yön veren bir kurum oldu. Türkiye’de üniversiteye bağlı bir kurum olarak kendi açısından bir öncüdür. Üniversiteye bağlı bir müze kimliğini ön planda tutarak, yapılan işlerde bilimselliği, araştırmayı, yenilikleri ortaya koyabilen bir kuruluş oldu.

 

'Sakıp Bey ilklere imza attı'

 

Müzeyle ilişkiniz nasıl bir farklılık getirdi ilginize?

Müze, sanata olan ilgime bir başka boyut getirerek, bir sorumluluk haline geldi. Büyük resme baktığımızda, Sabancı Vakfı, Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Holding olarak, Türkiye’nin gelişmesini bir bütün olarak görüyoruz. Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişim birbirinden bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla, tüm gücümüzle kalkınma ve gelişim hedefine katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Sabancı Vakfı olarak bu sene 16. kez Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’ni düzenledik. Çok başarılı bir tiyatro festivali oluyor. Son beş senedir, festival, salonlarla sınırlı kalmasın sokaklara da taşsın istedim. Bu konuda, bizi en çok sevindiren de Adanalıların ilgisi. Binlerce kişi açılış gecesinin coşkusunu yaşıyorlar. Biletler satışa çıktığı birkaç saat içerisinde tükeniyor. Bu yıl festivalimiz 80 binden fazla seyirci tarafından izlendi. Şimdiye kadar 38 ülkeden tiyatro grubunu misafir ettik. Uluslararası boyutu olmasını çok önemsiyoruz. Bu projeyi Kültür Bakanlığı ile ortak yapıyoruz. Bu da önemli, örnek olması gereken bir işbirliği.

Bunun dışında Mardin’de bir müze kurduk. Mardinliler ona çok sahip çıktılar. Sakıp Bey, farklılıklara ve çok kültürlülüğe açık biriydi. Mardin’deki müze de, onun bu yönünü yansıtan bir müze oldu. Müzenin altında da Dilek Sabancı Sanat Galerileri var. Dilek Hanım özel olarak destek veriyor. Buraya da yeni sergiler götürerek ziyaretçilerimizi ağırlıyoruz. Mardin’deki müze, sevinerek görüyoruz ki, bir değişimi tetikledi. Mardin’de ayrıca bir de kız yurdu yaptık. Meslek Lisesi’nin yanında yapılan yurt, kız çocuklarının eğitimi açısından çok önemli. Biz ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın bir arada olacağını düşünüyoruz. Dolasıyla, zincirin tüm halkalarını tamamlamaya çalışıyoruz. Kültür sanat alanındaki en önemli çalışmamız ise tabii ki, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi. Sakıp Bey hayattayken birlikte yaptığımız müze 2002 yılında açıldı. Birçok ilklere imza attı. Bunlardan bir tanesi Picasso sergisiydi.

 

'Picasso Sergisi yol açtı'

 

Picasso önemli bir ilkti. O serginin sizin için öneminden bahseder misiniz?

Picasso Sergisi, İstanbul’da önemli sanat olaylarını tetikleyen bir ilk olmuştur, yol açmıştır, örnek olmuştur. Sonuçları hâlâ aşılamamıştır; Türkiye’de, Picasso İstanbul’da sergisinin ziyaretçi sayılarına ulaşabilen bir sergi hâlâ yapılamamıştır.

O sergi hakikaten nasıl bir müze sergisi yapılır, nasıl bir ritüelle, saygıyla sergi gezilir; buna örnek olan bir sergiydi. Standartları yükseltti ve set etti. Sakıp Bey’in anısına yaptığımız bu sergi bize ilham verdi. O günden beri dünya sanatının en büyük ustalarını en iyi şekilde Türk halkıyla buluşturmak misyonunu üstlendik. Biz yaptığımız her işte “Türk halkının her şeyin en iyisine layık” olduğuna inanarak çalışıyoruz.

 

Miro da çok önemli. Size göre bu serginin özelliği nedir?

Miro’nun eserleri dünyanın birçok yerinde sergilendi. Ancak bu sergide dünyada daha önce sergilenmemiş eserler yer alacak. Miro Ailesi’nin evinden parçalar gün yüzüne çıkacak. Müzemizin müdürü Nazan Ölçer, yeniliği sever, yapılmamışı yapmak ister. Biz de kendisini destekliyoruz. Nazan Hanım’ın, ifadesiyle söylemek gerekirse: “Müze dediğiniz zaman işin içinde kurumsal sorumluluk vardır ve siz iyisini, doğrusunu bütün bilimsel kriterleriyle sunmak zorundasınızdır. Müze atölye çalışmaları, konferanslar, ek faaliyetler, eğitici programlarla donanımı sağlar.” Ayrıca müzenin tartışma yaratma, bilgilendirme, bilinmeyeni gösterme sorumluluğu var. Bunu yerine getirdiğimize inanıyorum.

 

‘Özgün olanı çıkarmak önemli’

 

Türkiye’de sanatın son yıllardaki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok büyük bir gelişme gösterildi. Türkiye’de oluşan iklim sanatı besliyor. Caz festivalinden, klasik müziğe, tiyatro festivalinden, yerli ve yabancı dans - müzik olaylarına kadar tüm bunlar birbirine güç veriyor. Ancak bunun kadar önemli olan sanat eleştirisinin gelişmesi. Ne iyidir, ne kötüdür, ne sanattır, ne taklittir; bunları ayırt edebilecek bir noktaya gelmemiz gerekiyor. Özgün olanı ortaya çıkarmak önemli. Mevcut ortamı daha da güçlendirmek; bilgi birikiminin oluşması, fikir önderlerinin ve otoritelerin ortaya çıkması, sanat politikalarının gelişmeleri destekler ve standartları yükseltir şekilde gelişmesi, başta müzecilik olmak üzere tüm sanat olaylarında uluslararası standartları yakalamamızdan geçiyor.

 

Sizin kişisel bir koleksiyonunuz var mı?

Kendimi bir çağdaş sanat koleksiyoneri olarak görmüyorum. Ama ciddi bir izleyici ve takipçiyim. Bakmayı, anlamayı öğrenebilmek için kendim de sanat dersleri aldım. Sergileri, fuarları izleyerek, danışmanlar ve konferanslarla kendimi beslemeye çalışıyorum. “Çağdaş sanatta gözle gördüğümüzün dışında ne hissediyoruz, bize ne anlatıyor?”, “Mesajı ne?”, “Görünenin ötesinde ne anlatmak istiyor?”, “Biz nasıl bir tecrübe yaşıyoruz?” sorularının yanıtı ön planda. Bunlar çağdaş sanatı farklılaştıran unsurlar. Güzellik ötesi bir olgudan bahsediyoruz. Müzeleri ve fuarları gezmeye çalışıyorum. fırsat buldukça, çağdaş sanatla ilgili eserler satın alıyorum. Ama belki de sanatta olmaması gereken tutucu bir tarafım da var; mümkün olduğu kadar Türkiye’den sanatçıların işlerini almaya çalışıyorum. Aldığım çağdaş sanat eserlerini de koleksiyoner olmadığım için elimde tutmuyorum, daha fazla sanatsever ile buluşabilmesi için üniversiteye bağışlıyorum.

Bir de 10. ve 11. YY. Selçuklu eserlerini toplama merakım var. Bundan dolayı bir koleksiyoner belgem var, ama kişisel bir ilgi. Son dönemde de daha çok genç sanatçıların işlerine ayrı bir özen gösteriyorum. Holdingin yenilenen katlarında sadece genç sanatçılarımızın eserlerini sergiledik. Bu bağlamda bir projemiz daha var. Onu da ilk size anlatıyor olalım.

 

Sabancı mezunları sergisi

 

Nedir bu proje?

Sabancı Üniversitesi’ndeki Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı programımız Türkiye’de en beğenilen sanat programlarından biri. Bir araştırmaya göre, dünyada bir sanat programından mezun olanların yüzde 5-10’u ancak sanatçı oluyormuş. Bizim fakültemiz daha yeni ama bu programın 90 civarındaki mezununun neredeyse yarısı profesyonel sanatçılar arasında yerini aldı.

Öyle bir noktaya geldik ki sanatçı olan mezunlarımızın özellikle bir kısmı çok büyük başarılara imza atmaya başladılar. Ve artık müze kalitesinde işler yapıyorlar. Bu önemli diye düşünüyorum. Buna inanınca bir proje yapmak öngörüldü. Bağımsız ve uluslararası jüri tarafından seçilecek bir grup sanatçı mezunumuza Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Buluşma” adında 2015’te bir sergi açılacak. İlk defa üniversitemiz mezunu sanatçıların katılımıyla gerçekleşecek bir sergi ama buradaki kritik nokta, bağımsız ve uluslararası bir jüri tarafından seçilecek eserlerin bu sergide yer alacak olması. Böylece, genç çağdaş sanatçılardan oluşan bir seçki sunulacak. Ayrıca bu projeyle, üniversitemizde, bu programda eğitim gören sanatçı adaylarını da yüreklendireceğimize inanıyorum.

 

‘Sakıp Bey, gerçek bir koleksiyonerdi’

 

Sakıp Bey’in sanata merakı malum. Bunu nasıl aktardı size?

Sakıp Bey müthiş, gerçek bir koleksiyonerdi. İnce ince iz sürerdi. Koleksiyonuna bir parçayı arar, bulur, büyük zevk alır, yerleştirirdi. Takip ettiği parçayı yakaladığında da çocuklar gibi sevinirdi. Topluca koleksiyonlar da satın alırdı ama aynı zamanda büyük bir sabırla gördüğü bir parçayı bulmaya da çalışır, tek tek onları toplardı. Bence bu gerçek koleksiyoner ruhu. Kendi kültürüyle, geçmişle çok iç içe bir insandı. bugün Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenen koleksiyonu da bunun bir sonucu. Çağdaş eserlere de bakardı, önyargısız bir insandı ama yine de, “Ben bunları daha ayrı anlıyorum, ayrı seviyorum,” derdi. Her türlü müziği severdi ama Klasik Türk Musikisine ayrı merakı ve sevgisi vardı. Biz de yıllarca onu klasik müzik konserleriyle andık. 

Biz de aslında tam da bu sıraladığım sebeplerden aramızdan ayrılışının onuncu yılında Sakıp Bey’i Kutluğ Ataman’ın yaptığı, onun renkli ve çok yönlü kişiliğini aktaran ve “zamanının ötesinde” sıradışı sanatsal bir fikirle andık. Umuyorum ki, önümüzdeki dönemde bu eseri Türkiye’de ve yurt dışında sergileme imkanı bulacağız.

 

‘Sanatçılar hayatımıza hediye’

 

Güzeli estetiği sevmek, özgün olanı bulmak, ona saygı duymak Sakıp Bey’den öğrenmeye çalıştığımız şeyler oldu. Ama ondan aldığım şu ders çok önemliydi: sanatsız bir yaşam çok eksik bir yaşam. Sanatın bence en önemli özelliği yaşamımızı zenginleştirmesi ve tamamlaması. Sakıp Bey’in çok sık anlattığı bir anekdot vardı: Şeyh Hamdullah hat sanatının en önemli ustalarından ve kendi devrinin de önemli hattatlarından. II. Beyazıt Şeyh Hamdullah’ı Amasya’dan getiriyor, ona çok değer veriyor. Şeyh Hamdullah yazı yazarken, Sultan, hokkasını ayakta durarak, elinde tutuyor. Hoca da batırıp yazısını yazıyor. Sultan bir gün Şeyh Hamdullah’a “Hoca, hayattan ne beklersin, ne istersin?” diye sorduğunda “Daha ne isteyeyim, ne olayım. Hokkamı Sultan tutuyor,” diyor. Bu olay beni de çok etkilemiştir. Beni de hayatta en çok etkileyen sanat, sanatçı ve yaratım sürecidir. Sanatçıların bizim hayatlarımıza gelmiş birer “hediye” olduğunu düşünüyorum.

 

‘10 yıldır Bıçakçı’nın yüzüklerini takıyorum’

 

Yüzüğünüzün tasarımcısı kimdir?

2004 yılında TRT’nin bir programında Sevan Bıçakçı’nın Sultan serisini gördüm. Kapalıçarşı’ya gidip, yerini buldum ve onun yüzüklerinden aldım. 10 yıldır sadece onun yüzüklerini takıyorum. Ama Sevan da bu arada çok ilerledi, ABD’de de işlerini sundu. Onunla gurur duyuyorum. Sevan bu anlamda çok önemli bir örnek çünkü Türkiye’de mücevher sanatı da çok gelişti ve yeni bir atılım içine girdi. Geçmişimiz de zaten bu anlamda çok zengin; çok eski bir kültürümüz, birikimimiz var. Kapalıçarşı’da Ermeni ve Rum ustalarımızın, sanatçılarımızın her zaman emekleri ve çok başarılı örnekleri oldu. Yani; bu konuda temelimiz var.