T24 -Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni yasama yılının açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, referandumdan seçim barajına, demokrasiden yargı reformuna, Kürt sorunundan Ergenekon davasına çok önemli mesajlar verdi.
CHP ve BDP Gül'ün Meclis konuşması için ne dedi?
Gül'den TBMM'nin açılışında,tüm siyasi akımların temsil edilmediği bir Meclis'in eksik olacağını, yeni bir anayasanın hazırlanmasının zorunluluğunu ve yargılamadaki gecikmelerin sebebi ne olursa olsun tutukluluğu fiili mahkûmiyete dönüştürülmemesi gerektiğinin altını çizdi.
Gül'ün konuşmasından satır başları şöyle:
"Cumhuriyet, bu Meclis çatısı altında kuruldu, Kurtuluş Savaşı buradan yönetildi ve kazanıldı. Kurtuluş Savaşı'nı yürüten Meclis, tüm olumsuz şartlara rağmen, ulusal egemenliğin ve bağımsızlığın sembolü haline geldi. Cumhuriyetin ilanı ve onu takip eden reformlar bu Meclis eliyle gerçekleştirildi. Kurulduğu ilk günden beri Meclisimiz muasır medeniyet hedefinin en büyük taşıyıcısı oldu ve olmaya devam etmektedir.
TBMM'nin bu kutlu yürüyüşü, vatandaşların iradelerini askıya alan uygulamalarla zaman zaman kesildi fakat milletin bütün kesimleriyle ve çoğulculuğa olan bağlılığıyla bu badireleri atlatmasını bildik. Türkiye Büyük Millet Meclisi derken şu partiyi ya da bu partiyi, şu dönemi ya da bu dönemi kastetmiyorum. Tek tek bu sıralarda geçmişte oturanları, şu anda oturan her birinizi, yakın bir gelecekte oturacak olanları ve hepsinin toplamından fazla olan bir iradeyi kastediyorum. Bizatihi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin varlığını kastediyorum. Milletimizin millet olma şuurunun tecessüm etmiş halini kastediyorum. İşte bu yüzden, bugün farklı sebeplerden dolayı burada olmayanların da tercihlerini, iradesini ve gelecek ufkunu temsil etme ve onlara yer verme yükümlülüğümüz bulunmaktadır.
Demokrasi Cumhuriyetimizin değişmez ve değiştirilemez niteliği haline gelmiştir. Çünkü milletin dile gelmesidir demokrasi, varlığını hissettirmesi, bütün farklılıklarıyla temsil edilmesi imkanıdır. Bu imkanı derinleştirmek, milletimizin birliğinin nişanesi olan değerlerle, zenginliğinin göstergesi olan farklılıklarını koruyacak bir biçimde demokrasiyi her düzeyde geliştirmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve bütün kurumların, iktidarın olduğu kadar muhalefet partilerinin de sorumluluğudur.
Demokratik bir Cumhuriyetin erdemi, halkı, bütün renkleriyle, sesleriyle ve iradesiyle siyasi iktidarın öznesi haline getirmesidir. En yalın haliyle, seçimler bu sürecin başladığı ve kesintiye uğratılmaksızın devam etmesi gereken yegane yöntemidir. Dolayısıyla parlamentonun çıkardığı kanunlar, halkın siyasi iradesini yansıtmaktadır.
'Çoğunluğun yetkisi sınırsız değildir'
Modern temsili demokrasiler, seçmen çoğunluğunun tercih ettiği siyasi partilerin, yönetim yetkisini kullanması esasına dayanan, politikaları belirleme ve uygulama yetkisinin çoğunluğa ait olduğu yönetim biçimleridir. Ancak, çoğunluğun yönetim yetkisinin sınırsız olmadığı da bir gerçektir. Bu nedenle modern demokrasiler, aynı zamanda çoğunluğun iktidarının temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla sınırlandırıldığı, daha da önemlisi, iktidar kavramının da bu bilinçle tanımlandığı anayasal demokrasilerdir. Tarihimiz göstermiştir ki bunu bir an olsun unutanlar, milletin tecessüm etmiş iradesine zıt şeyler yapmaya kalkanlar, Türk halkının güvenini kaybetmişlerdir. Aslolan, milletin tüm birlik nişanelerinin ve farklılıklarının, varlığının ve birliğinin korunması, dile gelmesi ve temsil edilmesidir. İktidar ve muhalefet bu çerçevede anlam taşımaktadır.
Bu minvalde, dünyanın sayılı ülkeleri arasına giren bir ülkenin vatandaşı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin Cumhurbaşkanı olarak, bazı hatırlatmalarda bulunmak, bazen günlük siyasetin unutturduğu gerçekleri söyleme görevim.
'TBMM'deki siyasi temsil çeşitlendirilmeli'
Temel meselelerde demokrasi hem temsili hem de katılımcı yanıyla beraber işlemek zorundadır. Halk, her dönemde değişik siyasi görüşleri Meclis'e taşıyarak temsilin mümkün olduğunca zenginleşmesi için üzerine düşeni yapmıştır. Türkiye'nin seçimlere katılım oranları başka ülkelerle karşılaştırılmayacak kadar yüksektir. Türkiye'de demokrasinin ve siyasetin daha iyi işlemesi ve daha verimli olması için 3 önemli hususa dikkat çekmek istiyorum. Öncelikle vurgulamak istediğim husus, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde siyasi temsilin derinleştirilmesinin ve çeşitlendirilmesinin sağlanmasıdır. TBMM'de temsilin derinleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi, kendi içimizdeki tüm farklılıkları siyasete yansıtacaktır. Ülkenin tüm önde gelen siyasi akımlarının temsil edilmediği bir Meclis, eksik bir Meclis olacaktır.
Bu anlamıyla siyasal istikrar ve çoğulcu temsil birbirini dışlamaz ve dışlamamalıdır. Esasen Türkiye'nin yakın siyasi tarihine baktığımızda ilerleme ve kalkınmanın, siyasi istikrarın temin edildiği dönemlerde gerçekleştiği de bir vakıadır. Temsilde çoğulculuğu sürdürürken siyasi istikrarın sağlanması bütün siyasetçilere düşen önemli bir sorumluluktur.
Olgun bir demokrasi için altını çizmek istediğim ikinci önemli husus, katılımın daha da teşviki ve güçlendirilmesi meselesidir. Sadece siyasi partilerin değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla toplumun tamamının siyasi süreçlere katılımı, Türkiye'nin temel sorunlarının çözümünü kolaylaştıracaktır. Ülke gündeminin ilk sıralarında yer alan kimlik tartışmaları, demokratik standartların yükseltilmesi, yeni anayasa yapılması, din devlet ve toplum ilişkisine yönelik tartışmalar, iktidar olsun muhalefet olsun tüm tarafların, Meclis dışındaki siyasi partiler ve sivil toplumun tüm unsurlarının da katılımını ve ortak bir anlayışa varmasını gerektirmektedir.
'İktidar ve muhalefete üslup uyarısı'
Demokrasinin olgunluğu, ülkenin temel siyasi meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın teşviki ve güçlendirilmesi ile yakından ilişkilidir. Ancak bugün gelinen noktada, demokratik sistemin kendini yenilemesi ve vizyonunu küresel standartlara yükseltebilmesi için, siyasetçilere düşen çok önemli bir görev daha vardır. Bu görev, siyaset dilinin yenilenmesi görevidir. Günün sorunlarına, açmazlarına, gelişmelerine cevap veremeyen eski siyaset dili, yeni, dinamik, hoşgörülü bir siyaset diliyle yer değiştirmelidir. Bu yeni siyaset dilinin kurulabilmesine büyük bir önem atfediyorum. Bunun sebebi, siyaset dilinin mahiyetinin sonuçları belirlemesidir. Siyaset dili, yapıcı da olabilir, yıkıcı da. Siyasetin aktörleri, kullanmayı tercih ettikleri dille ortak bir anlayışın kurulmasına da hizmet edebilirler, ayrıştırıcı olmaya da. Yakın dönem siyasi tarihimiz, eskittiğimiz siyaset dilinin yapıcı olmaktan ziyade çatışmacı olduğunun örnekleriyle doludur.
'Yeni bir siyaset dili üretmeliyiz'
İşte bu yüzden, en az ilk iki husus kadar önemli olan üçüncü bir konu da bu çatı altında bulunan tüm milletvekillerinin, bu yeni siyaset dilinin kurulmasına katkıda bulunmasıdır. Unutmayalım ki, çözüm bekleyen temel meseleleri olan bir ülkeyiz. Kullanacağımız yeni dil, diyalog ortamının oluşmasını ve neticesinde Türkiye'nin önem arz eden meselelerinin ortak bir anlayış ile çözülebilmesini kolaylaştıracaktır.
'Farklı bakış açıları kutuplaşma değildir'
Referandum, halkın bizzat gerçekleştirdiği katılımın somut bir örneğidir. Aziz milletimiz referanduma yüksek oranda iştirak ederek, katılım görevini, farklı tercihlerde bulunarak da temsil görevini yerine getirmiştir. Ertesi güne de yine millet olma şuuru ve güçlü Türkiye iradesiyle uyanmıştır. Aynı tutumun siyaset kültürümüze de hakim olması gerekir. Millet, tercihine sunulan pakete farklı cevaplar vermiştir. Referandumla milletimizin iradesi tecelli etmiştir. Mesele referandum öncesinde kimin ne dediği değil, söylenenlerin toplamının milletin sözü ve iradesi olduğunu bilmek ve bunu milli bir şuur olarak selamlamaktır. Her demokratik ülkede yapılan seçim ve referandumlarda olduğu gibi, bizim ülkemizde de siyasi konularda farklı tercihler mevcuttur ve olmak zorundadır. Aksi halde demokrasi olmaz. Farklı bakış açılarını 'kutuplaşma' olarak görmek, olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürüdür. Bu farklılıklar, dışlama, tahkir etme, yok sayma, kültürel bölünme değil, tam tersine demokratik zenginliğin bir göstergesi olarak alınmalıdır. Aslolan, referandumda temsil edilen tüm kesimlerin hassasiyetlerine, kaygılarına, umutlarına, beklentilerine cevap vermek ve tercihlerine saygı duymaktır. Bu sorumluluk, başta iktidar olmak üzere, Meclis'te olan ve olmayan bütün siyasi partilerin sorumluluğudur. Bu, sivil veya resmi tüm kurumlarımızın hassasiyetle üzerinde durması, dikkat etmesi gereken bir sorumluluktur.
'Demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir'
Dünyanın en yetkin demokratik kurumlarını dahi kursanız, onlara eşlik eden, onları mümkün kılan ve değerini artıran bir kültür geliştiremezseniz o demokrasilerin, kalıcı bir ehemmiyeti ve değeri yoktur. Şüphesiz, demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir. Demokrasi bir şekil meselesi olduğu kadar, bir içerik meselesidir aynı zamanda. Kuşkusuz demokratik süreç seçimlerle başlar, halkın tercihlerine saygı duymakla başlar... Ve oradan itibaren, o seçimleri aşan vizyon, irade ve kurumlarla beraber, demokrasimiz genişleyerek ve derinleşerek yoluna devam eder. Bu yolda, açıktır ki henüz kat edilecek çok mesafemiz var.
'Yeni anayasa ihtiyacı açıktır'
Yetkin bir demokratik kültür ve uzlaşı ahlakını geliştirmek sadece siyasetçilere düşen bir görev olarak görülmemelidir. Bu konuda, yasama, yargı ve yürütmenin ve tüm devlet kurumlarının, sivil toplumun, bürokrasinin sorumluluğu da bulunmaktadır. İşte bu çerçevede, son referandumun en önemli kazanımı, kuşkusuz, milletin kendi seçtiği temsilcileri tarafından hazırlanmış bir değişikliğin, milletin bizzat kendisi tarafından onaylanmış olmasıdır. Ancak, bu değişiklikler, önemli olmakla beraber, yeterli değildir. Yeni bir anayasanın, tamamen sivil bir irade tarafından hazırlanması ihtiyacı bugün çok açıktır.
'TBMM demokrasiye karşı hamlelere tek ses olmalıdır'
Son dönem, Türkiye'de halk iradesinin, kendi tercihlerini dikkate almayan ve demokrasi dışı yöntemlere tevessül eden odaklara karşı daha bilinçli duruşuna tanıklık ettik. Bu önemli bir gelişmedir. Milletin bu çatı altındaki temsilcileri, demokratik düzen ve ilkeler çerçevesinde milletin iradesinin tecellisi konusunda çok dikkatli olmalı ve milletin sesini bastıracak, iradesini askıya alacak girişimlere karşı durmalıdır. Demokrasimiz üzerinde her zaman tehdit teşkil etmiş olan demokrasi karşıtı plan ve programlara millet adına TBMM tek bir ses olarak karşı çıkmalıdır. Bu çatı altında, bu iradenin varlığından kuşkum yoktur.
TSK'ya mesajlar
Açık toplumun, basın hürriyetinin olduğu bir ülkede yanlışlar hiçbir zaman saklanamaz. Anayasa ve kanunlarla verilen görevlerin dışına taşanlar söz konusu olduğunda, bütün kurumların bunlara derhal müdahale etmeleri gerekir. Bu tip bireysel ve mevzii durumlar ortaya çıktığında ise bunların istismar edilmesi, bunlar üzerinden kurumlara yönelik bilinçli veya bilinçsiz yıpratıcı tavırlar alınması bir başka büyük yanlıştır ve ülkemize çok büyük zarar verir. Söz konusu olan güvenlik güçleri ise onların yıpratılmasının sonuçları daha da vahim olur. Bu konuda herkesin dikkatini çekmek isterim.
'Yargının iş yükü fazla olsa da...'
Geride bıraktığımız sürece baktığımızda, en sert tartışmaların yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı etrafında sürdürülmüş olduğunu ve bu konuda bir saflaşmanın ortaya çıktığını gördük. Bu tartışma ortamının en büyük riski, 'mülkün temeli' olduğuna inandığımız 'adalet'in işleyişinde küçük de olsa bir sapma veya aksamanın ortaya çıkma ihtimalidir. Bu ihtimali, herkes tarafından fazlasıyla ciddiye alınması gereken bir tehlike olarak gördüğümü belirtmek istiyorum.
Bu konudaki hassasiyet, hükümet edenlerden, muhalefetten ve genel olarak bütün siyasetçilerden beklendiği gibi, tarafsızlığını ve adalet konusundaki titizliğini, beyanları ve tutumlarıyla da göstermek zorunda olan yargı mensuplarından da beklenmektedir. İnanıyorum ki bu süreçte birey olarak hangi tarafta yer almış olurlarsa olsunlar, bütün yargı mensupları, hukukun üstünlüğüne ve adalete olan bağlılıklarını yeniden kuşanarak işlerini en adil ve tarafsız şekilde yapmaya devam edeceklerdir. Bundan şüphem yoktur.
Ayrıca, geçmiş tartışmaların en hararetli konularından birini teşkil eden 'yargı bağımsızlığı' meselesinin, sadece bir yasal statü sorunu olmayıp, en az 'tarafsızlık' kadar içselleştirilmesi gereken bir tutum ve duruş, en önemlisi de millete bağlılığın nişanesi olan vicdan meselesi olduğuna inanıyorum.
Diğer taraftan, bütün vatandaşlarımızın yargı sisteminin işleyişi ile ilgili ortak sorunları ve taleplerine de değinmeyi gerekli görüyorum.
Yargının iş yükünün fazlalığı ve bunun adaletin tecellisinde yol açtığı gecikmeler, bütün vatandaşlarımızı etkileyen en önemli sorunlar arasında yer almaktadır. Yargılama sürecindeki gecikmelerin, sebebi ne olursa olsun, tutukluluğu fiili bir mahkumiyet durumuna dönüştürmemesi gerekir. Bu tür aksaklıkların düzeltilmesi ve 'geç tecelli eden adaletin adaletsizlikten farklı olmadığı' anlayışı ile gerekli yasal düzenlemelerin en kısa zamanda hayata geçirilmesi, büyük önem taşımaktadır. Bu sorunun sadece bir yasal düzenleme konusu olmadığı, adalet mekanizmasının etkinliğinin arttırılmasının da gerekli olduğu ve bu görevin de bizzat yargı sistemine düştüğü açıktır.
Kürt sorunu
Gül, ''Bugünün Türkiye'sinde temel bazı konuları birbirimizi anlamaya çalışarak ve olgunlukla tartışmamız gerektiğine inanıyorum'' dedi.
Din, birey, toplum ve devlet ilişkisi; siyasetin sivilleşmesi ve demokratik çoğulculuğun korunmasının son yıllarda en fazla tartışılan temel konular arasında yer aldığını belirten Gül, saydığı ve sayamadığı bütün konularda bir ortak anlayış inşa etmenin ilgili tüm tarafların sorumluluğunda olduğunu bildirdi.
Abdullah Gül, şunları kaydetti:
''Siyasi tarihimiz ve tecrübemiz bu konularda muhtemel bir eksikliği giderecek güçtedir. Ortak paydamız; daha fazla demokrasi, daha fazla siyaset ve çoğulculuktur. Bunun dışında kalan tüm yollar tükenmiştir, bitmiştir. Açık ve net bir biçimde ifade etmek gerekirse, dünkü sorunlarımız zamanında çözülmediği için bugüne dek büyüyerek gelmiştir. Aynı şekilde bugün çözemezsek, bunlar yarına miras kalacak ve çözümleri de giderek zorlaşacaktır. Bu bağlamda demokrasimizin sürekli geliştirilmesi, reformların kesintisiz sürmesi elzemdir. Unutmayalım ki bu süreç ülkemizi her bakımdan daha güçlü hale getirecektir.
Bu sorunları, cesaretle çözmek yerine siyaseten kullanılmasının ileride bize çok büyük maliyetler getireceğini bir kez daha hatırlatmak isterim. Bunun için, bu meseleleri gözardı etmeden büyük bir sorumluluk bilinci ve samimiyet içinde çözümlenmesi için çaba göstermemiz gerekir. Ülkemizin artık bu sorunlarla daha fazla iç içe yaşamasının kimseye hiçbir faydasının olmadığını görmek mecburiyetindeyiz.''
'Boğazım düğümleniyor'
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, milletin sağduyusu ve devletin siyasi aklı ve tecrübesinin sorunları çözebilecek kapasiteye sahip olduğunu kaydetti.
Uzun yılların bir realitesi olan demokratik standartların yetersizliğinden kaynaklanan Kürt sorununun, bölücü terörden ayrıştırılarak çözülmesi gerektiğine işaret eden Gül, ''Bu konuda yaşanan acı tecrübeler, yapılan fedakarlıklar, çekilen acılar, konu hakkında konuşurken boğazımızın düğümlenmesine yol açıyor'' diye konuştu.
Bu sorunun, bugün ne yazık ki terörle içiçe geçmiş bir vaziyette olduğunu ifade eden Gül, şunları söyledi:
''Görevimiz, bu noktada, milletimizin ferasetine güvenerek, sağduyulu davranmak ve makul bir çözüm için terörden kaynaklananlar ile terörle irtibatsız sorunları birbirinden ayırmaktır. Yaşanan onca acıya rağmen, milletimizin bir bütün olarak sağduyusu, siyasi partilerimizin ve sivil toplum kuruluşlarımızın olgun tutumları sayesinde, bazı olumsuzluklara rağmen yine de büyük mesafeler kat etmiş durumdayız.
Bu konudaki temel yaklaşım, terörle mücadele ve demokratik sorunları birbirinden ayırmak konusunda hassas olunmasıdır. Artık terörle mücadele olayın yegane boyutu olarak görülmemektedir. Bu konuda güvenlik güçlerimiz sorunun güvenlik boyutunun gereğini yapabilecek maksimum kapasiteye sahiptir. Terörde ısrar edenler, hiçbir şekilde amaçlarına ulaşamayacaklardır; bu artık herkes tarafından anlaşılmıştır. Güvenlik güçlerimizin etkisi ve gücü yanında, Yüce Meclis ve demokratik düzenimiz terörün önündeki en büyük engeldir.
Başta şehit ve gazilerimiz olmak üzere, terörle mücadelede büyük fedakarlık gösteren bütün güvenlik güçlerimizi bu vesileyle bir kez daha minnet ve şükranla anıyorum.
Hangi şekilde tarif ederseniz edin, bu sorunun güvenlik boyutu yanında tarihi boyutları var; demokratik, sosyo-kültürel, ekonomik ve diğer boyutları var. Yanlış uygulamalardan kaynaklanan kırgınlıklar, küskünlükler ve şüpheler var. Bugün geldiğimiz noktada, 'sorun var mıdır yok mudur', 'adı ya da sıfatlandırılması nasıl olacak' diye tartışmak yerine, sivil bir irade geliştirerek yanlışlıklarla yüzleşmemiz ve sorunu, temel prensipler etrafında birleşerek, demokratik bir zeminde çözmemiz gerekmektedir.''
'Siyaset kurumuna düşen...'
Cumhurbaşkanı Gül, siyasete ve siyaset kurumuna düşenin, stratejik bir vizyonla konuya yaklaşmak ve memleketin bütünlüğünü, insanların selametini hedefleyen çözümler üretmek olduğunu kaydetti.
''Konuyu fazla uzatacak değilim. Bunun yerine, hepimizin üzerinde ittifak etmesi gereken bazı hususları belirtmekle yetineceğim'' diyen Gül, güvenlik güçlerine ve vatandaşlara yöneltilen tek bir silah bile olduğu müddetçe, bunun cevabının en sert şekilde verileceğini söyledi.
Abdullah Gül, sorunun demokratikleşmeyle ilgili boyutunun muhatabının da çözüm zemininin de TBMM olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Gül, sözlerine şöyle devam etti:
''Toplumun bütün farklı kesimleri, sivil toplum kuruluşları, dernekler, siyasi gruplar ve meşru tüm muhataplar, sıfatlarına ve kimliklerine bakılmaksızın dahil edilerek geniş kapsamlı bir sorun çözme yöntemi geliştirilmelidir. Daha fazla demokrasi, daha fazla çoğulculuk siyasi sorunların çözüm yöntemidir. Devletin birliği ve bütünlüğü temel siyasi perspektifimiz ve tartışmaya açık olmayan ilkemizdir. Çare etnik odaklı siyaset dili değil, daha fazla demokrasidir.
Bir noktayı tekrar net bir şekilde ifade etmek istiyorum: Sorunların çözümünü ertelersek, gelecek nesilleri çok daha çetrefilli bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya bırakırız. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak, konuyu tüm yönleriyle, tüm detaylarıyla, tüm arka planıyla bilerek konuşuyorum. Bu sorunu büyük bir kararlılıkla biz çözmeliyiz. Gücümüzün, potansiyelimizin, beraberliğimizin değerini hiçbir zaman unutmayalım.
Farklılıklarımızdan korkulan dönemleri geride bıraktık; uzlaşmanın yolunun zorlamadan geçtiğine de artık inanmıyoruz. Bu topraklara ve tarihimize duyduğumuz derin sevgi ve bağlılık, birlikte oluşturacağımız mutlu ve müreffeh geleceğe olan güvenimiz, bizi birbirimize daha çok kenetliyor.''
Cumhurbaşkanı Gül, TBMM'nin 23. Dönem 5. Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada, ekonomi ve dış politika konularında da değerlendirmelerde bulundu.
Gül, halkının mutlu ve güvende olduğu bir dünya ülkesi haline gelmenin en önemli koşullarından birinin de güçlü bir ekonomi olduğunu ifade etti. Reformcu, gerçekçi ve ilkeli bir ekonomi politikasının, başarılı bir ekonomik performans için elzem olduğuna işaret eden Gül, şöyle devam etti:
''Türkiye, istikrar programları ile ilerisini görebilen ve yönetebilen bir vizyonu inşa etmek zorundadır. Unutmayalım ki güçlü, sürdürülebilir, sağlıklı bir ekonomi, ülkemizin birinci önceliklerindendir. Ekonomisi sağlam olmayan, gelecek vaat etmeyen bir ülkede istikrar sağlanamaz. Ancak şu da unutulmamalıdır: Sağlıklı bir ekonomi, sağlıklı bir sosyal sistem, işleyen demokratik kurumlar ve çağdaş bir hukuk sistemi ile el ele gidebilir.
Çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi, ekonomimizin her yıl kayda değer bir büyüme performansı göstermesinin gerekli olduğu tartışılamaz; ancak ülkemiz için bu büyüme trendinin sürdürülebilirliğini sağlamanın temel şartlarından birinin, mali disiplin anlayışından taviz verilmemesi olduğu açıktır.
Ekonomide kaynak-ihtiyaç dengesini sağlamanın kalıcı bir güven ve istikrar ortamının tesisine bağlı olduğu düşünüldüğünde, ekonomi yönetiminin bu konuda kararlı davranmasının önemi daha da artar. Bütün yatırım ve tüketim kararlarının ve diğer ekonomik davranışların mali disiplin algısından doğrudan etkilendiği açıktır. Bu nedenle mali disipline verilen önem, aslında, ekonomiye yeni ve sürekli kaynak girişinin ve büyümenin finansmanının güvencesi olarak görülmeli ve önemsenmelidir. Bu konuya gerekli önemin verildiğinin bilinmesi, ayrıca ekonominin geleceğine yönelik olumlu beklentileri canlandırarak, ekonomik birimlerin üretim, yatırım ve tüketim kararlarını daha cesaretle vermelerini sağlayacaktır.''
'Finans sektörü krizden etkilenmedi'
Cumhurbaşkanı Gül, küresel krizin bütün öngörüleri aşan şiddeti ve derinliğinin, istisnasız bütün ülkeleri etkilediğini, nitekim Türkiye'nin de yıllar sonra ilk defa 2009 yılında negatif büyüme yaşadığını belirtti.
Büyük krizi tetikleyen ve şiddetini artıran ana faktörün, finans sektöründeki dengesizlikler olduğunun bilindiğini dile getiren Gül, şunları söyledi: ''Türkiye, geçmişte büyük maliyetler ödeyerek yaşadığı benzer tecrübeden ders çıkarabilmeyi başarmış bir ülkedir. Bu durum, ülkemizin, finans sektörü küresel krizden etkilenmeyen nadir ülkeler arasında yer almasını sağlamış ve uluslararası ekonomi çevrelerince önemli bir başarı olarak takdirle karşılanmıştır.
Bu başarı, ekonomimizin krizden en az hasarla ve en hızlı şekilde çıkmasını sağlayan, hatta ülkemizi kriz sonrası yükselişe geçmesi beklenen ekonomiler arasında ön sıralara oturtan bir etki yapmıştır. Nitekim bu yılın ilk yarısında Türk ekonomisinin yaklaşık yüzde 11'lik büyüme oranı ile OECD ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomi olması, takdir edilmesi gereken bir başarıdır. Bu başarının sağlanmasına katkı sağlayan kurumsal altyapının, düzenleme ve gözetleme sistemi ile objektif karar süreçlerinin titizlikle korunması ve geliştirilmesi, başarının sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır.
Kriz sürecinin tüketim ve talep eğilimlerini aşağıya doğru çeken kaçınılmaz sonucu, bildiğiniz gibi, en çok istihdam göstergelerini olumsuz biçimde etkilemiştir. Ancak memnuniyetle görüyoruz ki, alınan tedbirler sayesinde, ekonominin yeniden istikrarlı bir büyüme trendine girmesi, istihdam üzerinde de olumlu etkilerini göstermeye başlamıştır.''
'Dönüşüm sürecinde gecikme yaşanıyor'
Cumhurbaşkanı Gül, toplumsal istikrarın ve esenliğin sağlanması yönünden önemli gördüğü bir hususu da vurgulamadan geçemeyeceğini belirterek, son yıllarda ekonominin içinden geçtiği yapısal dönüşüm sürecinin belli sosyoekonomik kesimlerin nispi durumu üzerinde birçok olumsuz etkiler yaptığını kaydetti.
Gül, şöyle konuştu: ''Bu çerçevede, küçük üretici, tüccar, esnaf, zanaatkar ve benzeri geçimlik ekonomik ünitelerden oluşan sosyoekonomik yapının sancılı bir değişim sürecinden geçmesinin bütün ilgililer ve sorumlular tarafından önemsenmesi gerektiğine inanıyorum. Bugünün gelişmiş ülkelerinde çok zaman önce gerçekleşmiş olan bu dönüşüm sürecinin, ülkemizde belli bir gecikme ile yaşandığını görüyoruz.''
'Selektif politikalar tasarlanmalı'
Hükümetin siyasi sorumluluğu altında oluşturulan ve uygulanan ekonomi politikalarının muhtelif ekonomik kesimler ve sektörler tarafından farklı değerlendirme ve tartışmalara konu olmasının çok doğal olduğunu belirten Gül, ''Ekonomi yönetiminin görevinin bu tartışma ve eleştirileri önemsemek ve dikkate almakla birlikte ekonominin genel dengesini ve mali disiplini gözeterek selektif politikalar tasarlamak olduğu aşikardır'' dedi.
Gül, sektör temsilcilerinin de bu duyarlılığı dikkate alarak önerilerini oluşturmaları ve takip etmeleri, ayrıca kendi içlerinde verimlilik artırıcı ve rekabet gücünü yükseltici önlemler üzerinde de kafa yormalarının, ekonominin genel sağlığı açısından büyük önem taşıdığına işaret etti.
Cumhurbaşkanı Gül, ''Son yıllarda bilimsel ve sınai AR-GE çalışmalarına verilen önem çerçevesinde, ciddi kaynaklar ayrıldığını memnuniyetle müşahede ediyorum. Bu kaynakların düzenli bir şekilde artırılması ve iyi planlanarak dağıtılması, büyük önem taşımaktadır. Zira bugün başlatılan çalışmaların meyveleri, ancak orta ve uzun vadede alınabilmektedir'' diye konuştu.
Komşularla ilişkiler
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin artan siyasi ve ekonomik gücü ile ilerleyen demokratik standartlarına paralel olarak uluslararası alandaki itibar, nüfuz ve kabiliyetlerinin de yükseldiğini söyledi.
Geçen hafta New York'ta Birleşmiş Milletler 65. Genel Kurulu vesilesiyle yaptığı pek çok faaliyet ve temasın, bu gerçeği en çarpıcı şekilde teyit ettiğini belirten Gül, şöyle konuştu:
''Bu meyanda, 23 Eylül günü başkanlık ettiğim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Zirve Toplantısı'nı dikkatinize sunmak istiyorum. Türkiye'nin çağrısıyla toplanan ve benim yönettiğim zirve, Birleşmiş Milletler'in 65 yıllık tarihinde 6. zirve olmuştur.
Dış politika alanında yaşanan bu ciddi ve anlamlı sıçramanın altında, Türkiye'nin, değişen dünyanın yeni dinamiklerini doğru okuması, tarihi tecrübesi ve jeo-stratejik avantajları ile artan imkan ve kabiliyetlerini 'aktif', 'yapıcı' ve 'gerçekçi' politika ve inisiyatiflere dönüştürmesi yatmaktadır.
Dış politika, aynı zamanda rasyonel davranmayı, makul ve ölçülebilir riskleri dikkate alarak atak olmayı da gerektiren bir alandır. Bu nedenle tüm zorluklarına rağmen Türkiye'nin gerek bölgesinde gerek dünyada ortaya çıkan sorunların çözümüne katkıda bulunmak istemesi tabiidir.
Ülkemizin üye olduğu pek çok bölgesel ve küresel örgütle tesis ettiği stratejik ortaklıklar, Türkiye'yi, dünya ile entegre olmuş, geniş ilişkiler ağı kurmuş bir ülke haline getirmiştir. Bu yeni kabiliyet sayesinde Türkiye, sadece bölgesel misyon ve sorumluluklarını yerine getiren bir ülke değil, aynı zamanda insanlığın ortak sorunlarının çözümünde elini taşın altına koyan bir devlet olarak takdirle anılmaktadır.
Söz konusu küresel sorumluluk bilincimizin bir başka göstergesi ise diğerlerine ilaveten, Afrika ülkeleri ve En Az Gelişmiş Ülkelerle olan münasebetlerimizde yakalanan ivmedir.
Başta tüm komşularımız olmak üzere, yakın çevremizle ilişkilerimizi her alanda geliştirmek, dış politikamızın temel unsurlarından biri haline gelmiştir. Ayrıca, başta ABD olmak üzere, tüm müttefiklerimizle ilişkilerimize büyük değer verdiğimizin bilinmesini isterim.''
Gül, konuşmasında, dış politikadaki gelişmelere ve AB ile ilişkilere yer verdi.
Türkiye'nin, Batıya yöneliminin, nesiller üstü bir politika olduğunu, köklü bir tarihi geçmişi ve esaslı bir stratejik gerekçesi bulunduğunu belirten Gül, ''Türkiye'nin AB'ye üyelik hedefi, işte bu tarihi temel üzerine bina edilen stratejik bir tercihtir'' diye konuştu.
Gül, AB ile ilişkilerde yaşanan sıkıntılar konusunda, AB'nin tutumundan kaynaklanan eleştirilerini açık sözlülükle çeşitli Avrupa başkentlerinde dile getirdiği için yinelemeyeceğini kaydetti.
'Karamsar ve yılgınlığa düşmeden'
''Burada, kendi yapacaklarımıza odaklanmak istiyorum. Bu süreçte karamsarlık ve yılgınlığa düşmeden yolumuza devam etmeli, ülkemiz ve milletimizin hayrına olan tüm reformları gerçekleştirmeliyiz'' diyen Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Sizlere tavsiyem, AB katılım süreci çerçevesinde öncelikli çıkarılması gereken yasaları, diğer yasa çalışmalarından ayrılarak daha süratli bir şekilde elbirliği ile Meclisten geçirilmesinin yollarının bulunmasıdır. Bugüne kadar yaptığımız pek çok reformun ülkemize nasıl bir dinamizm ve avantaj sağladığını en iyi sizler bilmektesiniz.
Elbette bu tek taraflı bir süreç değildir. Birliğin de ahdi yükümlülüklerini ivedilikle ve eksiksiz yerine getirmesine yönelik haklı beklentimiz ısrarla takip edilmeli ve muhataplarımıza hatırlatılmalıdır.
Diğer yandan, yakın bölgemizde cereyan eden önemli gelişmelere kayıtsız kalamayız. Ulusal güvenlik ve çıkarlarımızı doğrudan ilgilendiren ve halklarıyla yakın soydaşlık, akrabalık, kardeşlik ve dostluk bağlarımız bulunan bu bölgelere sırtımızı dönemeyiz. Bilakis, milletimizin samimi beklentisi ve tarihi sorumluluğumuz, bu geniş coğrafyada aktif ve yapıcı politikalar izlememizi zorunlu kılmaktadır.''
'Ortadoğu'da kalıcı barışın tesisi'
Cumhurbaşkanı Gül, kendilerini üzen bölgesel meselelerin başında Ortadoğu'da barışın hala tesis edilememesinin geldiğini dile getirdi.
Ortadoğu'da kalıcı barışın tesisinin, dünyada barış içinde istikrarlı bir geleceğin sağlanmasının anahtarı olduğunu vurgulayan Gül, bölgenin barışa kavuşamamış olmasının, dünyanın diğer bölgelerinde de vahim ve olumsuz stratejik sonuçlara kaynak oluşturduğunu belirtti.
Gül, Ortadoğu'da kapsamlı barışa ulaşılması için her türlü çabayı desteklediklerini vurgulayarak, Filistin ile İsrail arasında başlayan doğrudan görüşmelerin, ihtiyatlı bir iyimserlik oluşturduğunu kaydetti. Gül, müzakerelerin selametini, İsrail'in yerleşim faaliyetlerini durdurup durdurmayacağının belirleyeceğine dikkati çekti.
'Barışçıl amaçlarla kullanım hakkına saygı'
Uluslararası gündemi meşgul eden önemli konulardan birinin de İran'ın nükleer programına ilişkin gelişmeler olduğunu ifade eden Gül, sorunun, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması yükümlülüklerine uygun bir şekilde çözülmesini arzu ettiklerini söyledi. Gül, bununla birlikte İran'ın nükleer enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanım hakkına saygı gösterilmesini beklediklerini belirtti. Gül, ''İran'ın nükleer programı etrafındaki sorunun çözülmesi yönünde sergilediğimiz çabalarda, 1990'dan beri Irak'ta yaşanan olayların ülkemiz için getirdiği maliyetleri hep hatırda tutuyoruz. Benzer bir kötü tecrübeyi, bir kez daha doğu sınırlarımızda yaşamak istemiyoruz. Müttefiklerimizin ve uluslararası camianın bu hassasiyetimizi anlayışla karşılaması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye, müttefikleri arasında bu sorunun çözümüne katkı sağlama kapasitesine sahip tek ülkedir. Çabalarımız diplomatik çözüme şans tanımaktadır. Bunun takdir edilmesini de bekliyoruz'' diye konuştu.
'Sorunlara adil çözüm'
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin, Irak'tan, Afganistan'a, Balkanlardan, Kafkaslara kadar bağları bulunan geniş coğrafyada barış ve istikrarın sağlanmasına, iş birliği atmosferi oluşturularak bölgede bulunan tüm halkların refah ve mutluluğuna katkıda bulunmaya çalıştığını anlattı. Gül, sözlerine şöyle devam etti: ''Bu çerçevede, bir yandan tüm kesimlerini kucakladığımız Irak'ta yeni hükümet kurma çalışmalarına katkıda bulunurken, diğer yandan Belgrad'a yaptığım tarihi ziyaretle başlayan süreç, Balkanlarda yeni bir yakınlaşma ve çözüm ortamına zemin oluşturmuştur. Balkan ülkeleriyle başlayan üçlü diyalog mekanizmaları bu yeni anlayışın somut bir tezahürüdür. Yapıcı ve sonuç odaklı girişimlerimize Afganistan ve Pakistan ile birlikte düzenlemekte olduğumuz üçlü zirveleri de ilave etmek yerinde olacaktır. Öte yandan Kafkaslardaki de facto durum, kimsenin menfaatine değildir. Bu nedenle Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki mevcut sorunları adil bir çözüme ulaştırma noktasındaki irademizi devam ettirmeliyiz.''
'Kardeş Türk devletleri arasındaki ilişkiler'
Gül, Cumhurbaşkanı olarak çok önem verdiği bir başka konun ise kardeş Türk devletleri arasındaki ilişkilerin her açıdan geliştirilmesi ve derinleştirilmesi olduğunu söyledi. İstanbul'da geçen ay yapılan Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi'nde, 18 yıllık bir rüyanın gerçek olduğunu belirten Gül, geçen yıl Nahçıvan Zirvesi'nde alınan karar doğrultusunda Türk İşbirliği Konseyi kurulduğunu anımsattı. Gül, merkezi İstanbul'da olacak konseyin kardeş Türk cumhuriyetleri arasındaki iş birliğinin kurumsallaştırılması bakımından önemli bir kilometre taşı olduğunu bildirdi.
'Müzakereleri sonuna kadar destekliyoruz'
Sözlerini, ''Milli davamız olan Kıbrıs meselesinde kalıcı bir çözümün sağlanması konusunda irademiz tamdır'' diye sürdüren Cumhurbaşkanı Gül, şunları kaydetti: ''Bu konuda Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat tarafından başlatılan ve şimdi Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu tarafından samimiyet ve sebatla devam ettirilen müzakereleri sonuna kadar destekliyoruz. Müzakereler ve çözüm konusunda aynı iyi niyet ve kararlığı karşı taraftan da bekliyoruz. Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından bir türlü dengeye ulaşamayan uluslararası sistemin, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, ABD liderliğinde, AB, Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi büyük güçlerin uyumuna dayanan bir düzene doğru evrilmesi kuvvetle muhtemeldir.
Binlerce yıllık devlet geleneğine ve büyük imparatorlukların tecrübe, hafıza ve refleks mirasına sahip Türk milleti, bu yeni uluslararası düzende hak ettiği yeri alacaktır. Zengin insan kaynağımız, gelişen ekonomik gücümüz, köklü kültürümüz ve demokrasimizin erdemleri bu süreçte temel itici gücümüz olacaktır. Bu amaca ulaşmak için önümüzdeki 15 yıllık süreçte, bilimsel, teknolojik, askeri ve ekonomik açıdan ciddi bir yakalama ve öne geçme çabası içine girmeli ve toplum olarak bu hedef etrafında kenetlenmeliyiz. Gerekli irade, azim, vizyon ve cesareti gösterdiğimiz takdirde Türkiye'nin, yeni dünya düzeninde değişimi takip eden değil, talep eden ve şekillenmesine katkıda bulunan bir ülke olacağına inancım tamdır.
Bir gözlemimi de sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum: Yurt dışına her çıkışta, Türkiye'nin dışarıda kazandığı itibar ve ağırlığı gördükçe gururlanıyorum. Ama ne yazık ki Türkiye'ye döndüğüm zaman dış dünyada kazandığımız bu ağırlığın içeride yeteri kadar fark edilmemesine de üzülüyorum. Daha önce de söyledim, gücümüzün, potansiyelimizin, birlik ve beraberliğimizin ülkemize yaratacağı katma değerin bilincinde olmalıyız.''
Sivil bir anayasaya ihtiyaç
Yeni yasama yılının, son derece anlamlı ve önemli bir döneme denk geldiğine yönelik sözlerine işaret eden Gül, ''Bu anlama ve öneme binaen, yüce Meclisin seçim atmosferinden etkilenmeden, gündemindeki reform çalışmalarını tüm kararlılığıyla sürdürmesi önemlidir. Önümüzde ticaret yasalarından AB uyum yasalarına, adalet reformlarından usul yasalarına kadar pek çok önemli gündem maddesi bulunmaktadır'' diye konuştu.
Anayasaların, yazıldıkları dönemin ruhundan ve koşullarından etkilendiklerine dikkati çeken Gül, 1982 Anayasası'nın, o yılların Türkiye'sinin anayasası olduğunu söyledi. Millet iradesine kısıtlama getiren bir müdahalenin ardından, o dönemin şartlarının oluşturduğu kadrolar tarafından hazırlandığına işaret eden Gül, o günden beri hem iç hem de dış siyasette muazzam gelişmeler olduğunu belirtti. Yaşanan gelişmelere Türkiye'nin ayak uydurabilmesi için, bugüne dek yapılan değişikliklerin,
Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni anayasa talebini tam olarak karşılamadığını vurgulayan Gül, sözlerini şöyle tamamladı:
''Bugünün Türkiye'si, sivil, demokratik ve çoğulcu bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır. Kuşkusuz, bunun zamanlamasına siyaset kurumu karar verecektir. Fakat Cumhurbaşkanı olarak, bu ihtiyacı tekrar hatırlatmak, yapılacak yeni anayasanın, toplumun bütününün beklentilerine yer verecek bir katılım ve ortak anlayışla çıkarılması gerektiğini belirtmek istiyorum. Bu çerçevede yeni yasama yılının, yeni anayasa tartışmalarına yer vermesini, sivil toplum kuruluşlarından siyasi partilere, geniş bir tartışma imkanı ve alanı oluşturması gerektiğini düşünüyorum.
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yüce Meclisin milletimize hizmet etmiş tüm üyelerini rahmetle anıyorum. Önümüzdeki dönemin milletimiz ve devletimiz için hayırlar getirmesini Cenabı Allah'tan diliyorum.''