Avukat Fikret İlkiz, kriz zamanlarında gazetecilerin durumunu yazdı. "Çatışma ve savaş durumlarında özgür, bağımsız ve çoğulcu medyanın varlığı önemlidir. Değişik görüş açıları, çatışan tarafların görüşleri, objektif habercilik, durumun gerçek profili, çatışma ve savaş haberlerinin sunumlarında kamuoyunun beklentileridir" diyen İlkiz, "Bu beklentilerin hiçbirisinin gerçekleştiği söylenemez…" yorumunda bulundu. İlkiz, "Dördüncü kuvvet olarak görülen basının mensupları gazeteciler; görevlerinin o anda işbaşında bulunan hükümeti desteklemek olduğuna inandıkları için savaş ve barışta kitle iletişim araçlarının önemini bu görevle sınırlandırmışlardır" dedi. İlkiz, "Türkiye’de günümüzde özel bir kategoriye girecek ve her koşulda kendilerini “barış” hizmetinde görevli gören gazeteci sayısı bir elin parmağını bile geçmeyecek kadar çok çok azdır. İstisnadırlar ve belki de artık yokturlar demek daha gerçekçidir" ifadesini kullandı.
İlkiz'in "Kriz Zamanlarında Gazeteci Kategorileri" başlığıyla yayımlanan (29 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Tekrar, tekrar ve tekrar…
Basın özgürlüğünün korunmasında gazetecilik hak ve sorumluluklarının neler olduğu, tekrar; tekrarın tekrarı olarak karşımızda duruyor. Çatışmalarda, savaşta ve barışta medyayı görüyoruz, izliyoruz, dinliyoruz…
İnsanların “korkudan kurtulma” özgürlüğü “dünya çapında etkin ve tam bir silahsızlanma anlamına gelir” (6 Ocak 1941).
Kitle iletişim araçları neye hizmet eder?
Tekrarlamak gerekiyor… “1989’dan bu yana Birçok Ses - Tek Bir Dünya”başlıklı Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) MacBride Raporu çatışma ortamlarında gazetecilere önemli işler düştüğünü ve onların kriz zamanlarındaki görevlerini anımsatmıştı…
Çünkü bu Rapora göre, gazeteciler tüm çatışma ortamlarında korunması gereken meslek mensuplarıdır. Çünkü bizlere bilgiyi onlar sağlar. Enformasyonu onlar verir.
O halde, kriz zamanlarında veya silahlı tüm çatışma ortamlarında, isterseniz buna savaş diyebilirsiniz; enformasyon aktaran gazetecilerin işlevi nedir ve ne olmalıdır?
Macbridge Raporu’nun Komisyonu UNESCO Genel Konferansının XX. toplantısında onaylanan İletişim Araçları Deklarasyonunun 1. Maddesine yakından bakalım:
“Barış ve uluslararası anlayışın güçlendirilmesi, insan haklarının geliştirilmesi, ırkçılığa, apartheid’e ve savaş kışkırtıcılığına karşı savaşım, enformasyonun daha geniş ve iyi dengelenmiş biçimde yayımlanmasını gerektirir. Bu hedeflere varmada kitle iletişim araçlarının katkısı olmalıdır. Enformasyon herhangi bir konuda daha aydınlatıcı olup, onun yeni yeni yönlerini yansıttığı sürece kitle iletişim araçlarının bu katkısı daha da etkinleşecektir.”
Gazeteciler bu görüşü sadık kalmalıdır…
Tekrarın tekrarında iletimciler veya isterseniz gazeteciler diyebiliriz; kendi aralarında kesin ve net bir ayırım yapılması mümkün olmamakla beraber beş ayrı kategoride değerlendirilmiştir:
Birinci kategoriye giren iletişimciler (gazeteciler) görevlerini sadece enforme etmek, “ham” haber vermek olarak görenlerdir. O nedenle yaptıkları işi ve sonuçlarını savaş ya da barış açısından değerlendirmeyi düşünmezler. Belki buna gerek dahi görmezler.
İkinci kategori ise; karşılaşılan sorun ne olursa olsun, mesleklerinin kendilerinden tam bir tarafsızlık beklediğine inanan gazetecilerdir.
Üçüncü kategoride bulunan gazeteciler ise kitle iletişim araçlarının amaç ve görevini toplamsal uyumu geliştirmenin aracı varsayarlar. Kendilerini her türlü şiddete karşı çıkmakla yükümlü kabul etmişlerdir. Barışın hizmetinde olmayı görev sayarlar. Başka bir otoritenin değerlendirmesi bu bakış açısı içinde eleştirilir veya kınanır. Bunun dışında kendilerini sürekli ve her zaman bu bakış açısı içinde görevli saydıklarından yazılarında ve görüşlerinde sert tavır takınırlar.
Başka bir kategori ise görevlerinin o anda işbaşında bulunan hükümeti desteklemek olduğuna inandığı için savaş ve barışta kitle iletişim araçlarının önemini bu görevle sınırlarlar ve bu görev bilinci ile hareket etmeyi ödev sayar. Amaç hükümetlerin desteklenmesidir. Dördüncü kategoriye giren gazeteciler için, hükümetler savaş gerekli derse; savaş gereklidir. Aksi halde ise barış gereklidir.
Beşinci kategoride bulunan gazeteciler ise; barışın bir hayli tehlikede olduğu gerçeğini göz önünde tutarak kamuoyunu tüm olasılık ve sonuçlara hazırlamayı uygun görürler.
Bu kategorilere girmeyen daha özel bir kategori ise, uluslararası gerilim ve bunalım dönemlerinde kendilerini hemen barışa hizmet içinde bulan ve bu çok önemli görevleri nedeniyle de çok ağır sorumluluklar yüklenmeye hazır olan özel muhabirler de vardır.
Gazetecilerin ilk görevi kimi rahatsız ederse etsin ve kamuyu rahatsız etse bile tüm olay ve gerçeklerden toplumu haberdar etmektir.
İletişim araçlarında sorumluluk taşıyan yerlerde bulunanların aklından çıkmamalıdır. İnsanlığın barıştaki üstün çıkarı her türlü ulusal ve siyasal çıkarların üzerindedir.
Türkiye tarafından Avrupa Kitle İletişimi Politikaları 7. Bakanlar Konferansı/Ukrayna, 10-11 Mart 2005 toplantısı için hazırlanmış “Bütünleşme ve Çeşitlilik: Avrupa medya ve iletişim politikalarının yeni ufukları” başlıklı yazılı katkı dokümanında geniş olarak açıklanmıştı… Kriz zamanlarında asıl olan ifade özgürlüğünün korunması olduğu şöyle ifade edilmişti:
“(…) Savaş ve çatışma zamanlarında ciddi ve profesyonel gazetecilik ve profesyonel bilinç normal zamanlardakinden daha fazladır. Medyanın sadece çatışan tarafların arasında karşılıklı anlayışı geliştirmekte değil, aynı zamanda kamuoyunun oluşmasında ve kamunun doğru, tarafsız ve zamanında bilgi edinmesinde de önemli rolü vardır. Gazetecilerin birinci görevi gerçeğe ulaşmaya çalışmak ve kendi etik saygınlıkları içinde yansıtmaktır. Haberlerin özgürce elde edilmesi olaylara, kaynaklara, savaş alanlarına ve çatışma bölgelerine özgür erişimi gerektirir. Demokratik toplumlarda sansür ve ifade özgürlüğüne sınırlamalar kabul edilemez.
Çatışma ve savaş durumlarında özgür, bağımsız ve çoğulcu medyanın varlığı önemlidir. Değişik görüş açıları, çatışan tarafların görüşleri, objektif habercilik, durumun gerçek profili, çatışma ve savaş haberlerinin sunumlarında kamuoyunun beklentileridir.”
Bu beklentilerin hiçbirisinin gerçekleştiği söylenemez…
Dil söylemeye varmıyor ama bütün ülkelerde hissedilen ve anlaşılan odur ki; dördüncü kuvvet olarak görülen basının mensupları gazeteciler; görevlerinin o anda işbaşında bulunan hükümeti desteklemek olduğuna inandıkları için savaş ve barışta kitle iletişim araçlarının önemini bu görevle sınırlandırmışlardır. Amaç sadece hükümetlerin desteklenmesidir. Bu tür gazeteciler için, hükümetler savaş gerekli derse; savaş gereklidir. Aksi halde ise barış gereklidir.
Türkiye’de günümüzde özel bir kategoriye girecek ve her koşulda kendilerini “barış” hizmetinde görevli gören gazeteci sayısı bir elin parmağını bile geçmeyecek kadar çok çok azdır. İstisnadırlar ve belki de artık yokturlar demek daha gerçekçidir.
Tekrarın tekrarı olan bu gerçek; içinde bulunduğumuz hâldir.