Fehmi Koru*
Ben bu güne kadar kurulur kurulmaz herkesten beğeni almış bir Bakanlar Kurulu da görmedim, herkesi tatmin eden bir hükümet değişikliği de…
Özellikle hükümet değişiklikleri çok tartışılır. “Neden şu bakan gitti de ötekisi kaldı?” diye sorar insanlar… “Başka adam mı kalmadı koskoca partide, sıra şuna mı geldi?” sorusu gündeme taşınır…
AK Parti, herhalde biraz da bu yüzden, hükümetle fazla oynamadı; iktidarda kalınan 15 yıl boyunca ‘bakan’ sıfatını taşıyagelmiş son birkaç isim de yapılan son değişiklikle ancak dün hükümet dışı kalmış oldu.
Dile kolay, 15 yıl…
Metal yorgunluğu
Yeni bakanlar kuruluna yönelik değerlendirmeleri okuyun göreceksiniz, aynı tatminsizlik yine söz konusu.
Hiç oralı olmayın; hükümet dışında kalanlara kendilerini incitmeyecek yeni görevler bulunacaktır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘metal yorgunluğu’ tespitini kamuoyuyla paylaşmasından sonra AK Parti yönetimi ve hükümette değişiklikler yaşanması kaçınılmazdı.
‘Metal yorgunluğu’ ile bir ilişkisi var mıdır, bilemem.. ancak 15 yılın sonunda.. ve seçimlerle dolu geçecek 2019’a nispeten az bir zaman kalmışken.. iktidar partisinin kendini anlatmakta zorlandığı bir döneme girildiği kesin.
Geçmişte de, böyle durumlarda, en tepe yöneticinin tercih ettiği yöntem, hep, bakan değiştirmek olmuştur.
Adnan Menderes de, Süleyman Demirel de, Turgut Özal da, gerekli gördükleri durumlarda, bu yönteme başvurmuşlardır.
Partinin Meclis grubuna “Bugün bunlar, yarın bakmışsınız siz bakan olmuşsunuz” hissini yaşatmak ve başarının mükâfatlanması yanında başarısızlığın da bilet kesmeye yol açacağı mesajını vermek için en kestirme yoldur hükümette değişiklik yapmak…
“Beğendim, beğenmedim” hüküm cümleleri bu yüzden yanıltıcıdır.
Şu aşamada söylenecek tek şey, AK Parti’de etrafa heyecan verecek özellikler azaldıkça, bu tür yenilenmelerin arasının daha da sıklaşacağıdır. 2019’a kadar bu hükümetin yapısı da değişebilir.
Fıkra sever misiniz?
Demirel’in ünlendirdiği ‘3 mektup’ fıkrasını hatırlar mısınız?
Hatırlatayım:
Seçim sonrasında iktidar el değiştirdiğinde, eski başbakan yerini alacak yeni başbakana şunu söyler: “Ben sizin için kasaya 3 zarf bıraktım; her başınız sıkıştığında o zarflardan birini açarsınız…”
Yeni hükümet, yeni umutlar ve heyecan demektir, ama bir süre sonra umutlar yitirilir, heyecan da söner. Başbakan öyle bir durumda selefinin kendisine bıraktığı zarfları hatırlar. Kasayı açar, üzerinde ‘1’ yazan ilk zarfı açar.
Zarfın içerisindeki kâğıtta “Senden öncekileri kötüle…” tavsiyesi yazılıdır. O da öyle yapar ve bir süre daha idare eder.
Sonraki ilk siyasi krizde hemen ikinci zarfı açar artık eskimeye yüz tutmuş başbakan; ondaki kâğıtta da, “Yanındakileri kötüle” yazdığını görür. O tavsiyeyi de tutar ve bir süre daha idare eder.
Nihayet yeni bir kriz kapıya dayanınca üçüncü zarfı da açma ihtiyacı duyar. Kâğıtta, “Şimdi sen de üç zarf hazırla” yazmaktadır.
Fıkrayı yanlış yerlere çekmemenizi tavsiye ederim; söylemek istediğim şudur: Hiçbir iktidar ebed-müddet değildir, her şeyin olduğu gibi iktidarların da doğal yoldan sonunu getiren gelişmeler yaşanır.
Doğru kabuller ve yanlışlar
AK Parti çevreleri kendilerine karşı içeride ve dışarıda kumpaslar kurulduğu görüşündeler. ‘Yabancı parmaklar’ ve onların içimizdeki uzantılarının.. iktidarın sonunu getirmek için.. ellerinden geleni yaptıkları.. örnekleriyle.. sıkça tekrarlanıyor.
İşi ‘darbe’ umarsızlığına kadar vardırdıkları da bir başka iddia.
Bu söylemin gerçeklerden uzak olduğunu düşünmüyorum. Her şey hepimizin gözlerinin önünde olup bitiyor ve düşmanlıklar da saklanacak gibi değil çünkü.
Ancak buna ‘sebep’ olarak gösterilenler ikna edici değil.
“Hükümet ülkeye çağ atlattı” ile başlayıp ekonomide, siyasi hayatta büyük başarılar yaşandığı, daha önce hiçbir partinin cesaret edemediği reformların gerçekleştirildiği, Türkiye’nin ‘örnek ülke’ haline dönüştüğü ısrarla anlatılıyor…
Doğrudur: Türkiye ekonomisi şaha kalkmış.. ‘Kürt sorunu’ ve ‘Alevi sorunu’ gibi köklü sıkıntılara çözümler aranmış.. ‘Arap baharı’ denilen uyanışta ‘Türkiye örneği’ en belirgin rolü oynamış.. idi…
O günler geride kaldı ama…
Ayrıca reformlar döneminde Türkiye’ye dönük saldırı neredeyse hiç yoktu; bugünlerde ağır eleştirilerine muhatap olunan dünya basınından hep övgü alıyordu o günlerde ülkemiz.
Dış politikamız ise yakın çevremizden başlayarak Atlantik-ötesine kadar takdirle karşılanıyordu.
Seçin beğenin alın: Avrupa Birliği’ne tam üyelik mi, İslâm Dünyası lideri olmak mı, D-20 yerine G-8’ler arasında dokuzuncu ülke olarak yer almak mı?
Bunların hepsi ulaşılabilir hedefler görünüyordu.
Şimdi?
Kıdemli dostumuz Suudi Arabistan’ın bir diplomatı, ülkesinin BM büyükelçisi, daha dün, dünya kamuoyu önünde ülkemizi tehdit eden bir konuşma yapabildi.
Yeni hükümetin görevi
Ülkemiz üzerinde hayırsız hesapları olanlar var ve bunlar kötü duruma düşmemiz için ellerinden geleni de yapıyorlar; ama onlara bu alanda malzemeyi de bizler sağlıyoruz.
Umarım, yeni oluşan Bakanlar Kurulu bu konu üzerinde ayrıntılı biçimde durur.
Her yeni adım siyasette de fırsatlar sunar, bunu unutmayalım.