Fehmi Koru*
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan New York’ta her yıl eylül ayında yapılan BM genel kurul toplantısına biraz da ev sahibi ABD başkanı Joe Biden’la görüşmek umuduyla gitti, ama beklenen gerçekleşmedi.
Dönüş yolunda yaptığı açıklamalar hayal kırıklığını yansıtıyordu.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başarısızlık hanesine yazıldı o gezi.
En son Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’le Soçi’de bir araya geldi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Oradayken ve döndükten sonra verdiği mesajlar iki ülke arasındaki ilişkilerin farklı bir boyuta geçtiğini ortaya koyuyor. Rusya’dan yeni bir S-400 alımı ve iki nükleer santral daha yapımını müjde olarak sundu Cumhurbaşkanı Erdoğan; buna karşılık Suriye ve Libya’da Rusya yüzünden yaşanan sıkıntılarda bir anlayışın gerçekleşmediği belli oldu.
Rusya gezisi de Adalet ve Kalkınma Partisi açısından başarılı geçmiş sayılmaz.
Nitekim, görev tanımlarını “AK Parti’nin her yaptığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her söylediğini beğenip savunmak” olarak bilen köşe yazarları ve TV yorumcuları her iki gezi sonrasında -herhalde ne deyip ne yazacaklarını bilemedikleri için olacak- fazla övücü ifadeler kullanamadılar.
Benim dikkatimi, muhalif kalemler ile tarafsız kalmaya çalışan yorumcuların ABD ve Rusya ile Türkiye ilişkilerinin kötüye gitmesine verdikleri tepki çekti.
Sevindiler.
Halbuki ortada sevinilecek bir durum yok.
Aramız hiç iyi olmadı ki…
Önce Rusya ilişkileriyle ilgili birkaç paragraf.
Tarihi açıdan Rusya ile aramızda evvel eski çıkar çatışması var. Moskova’da karar merciinde bulunanlar, ister çar ister devlet başkanı sıfatını taşısınlar, yanı başlarındaki ülkeye baktıklarında hiçbir zaman bir ‘dost’ görmediler. Buldukları ilk fırsatta işgalci güç oldular, Ankara zora düştüğünde toprak talebinde bulundular, gözleri her zaman -hak iddia etmek üzere- İstanbul ve Boğazlar üzerinde oldu.
Putin’in kendisinden öncekilerden farklı olduğu söylenemez.
Arada zoraki mutabakatlar olmasına rağmen Rusya, AK Parti dış politikasının en önemli deneme taşı olan Suriye’de Türkiye’nin varlığına karşı. Rusların Türk mevzilerine saldırıları yüzünden şehitler veriliyor. Türkiye’nin ABD’ye karşı en ciddi eleştirisi olan PYD/YPG desteği konusunda Rusya da benzer bir tavır sergiliyor.
Ne zaman sorun yaşansa, sözgelimi Ukrayna toprağı olan Kırım’ın Rusya tarafından işgalini kabul etmediğini açıklasa Türkiye, PYD/YPG lider kadrosu Moskova’da ağırlanıyor.
PYD/YPG’nin -ve PKK’nın da- Rusya’da temsilcilikleri var.
Şam’da Beşşar Esad’ın kalmaya devam ettiği bir Suriye istiyor Rusya.
Böyle bir ülkeyle AK Parti yönetimi arasında ‘iyi ilişki kurmak’ nasıl mümkün olabilir?
Nitekim 2,5 milyar dolara S-400 alınmasıyla başlayan süreç Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına yarayan dikenli konular arasında bir numaraya oturmuş bulunuyor. Alınan füze savunma sisteminin kullanılmaması Putin’i fazla rahatsız etmiyor. S-400 satışının Rusya açısından esas amacı, Türkiye’nin neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren izlediği temel dış politika tercihlerini sarsmak çünkü.
İkinci bir S-400’ü Türkiye’ye para almadan bile verebilir Putin.
ABD ile ilişkileri bozulmuş bir Türkiye Putin’in oyun alanını genişletiyor. Pek çok konuda anlayış bekleyen, Rusya ve Libya’da hiç değilse koordineli bir politika arayışı içerisinde olmayı sağlamak ve Rusya’nın Türk ürünleri ithaline çıkardığı güçlüklerle doğalgaz fiyatı ile ödemelerinde kolaylık görmek isteyen AK Parti’yi ve lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinlemeye bile hazır olmayan biri Putin.
Yalancı sonbahar ve sonrası
Konu ABD-Türkiye ilişkileri bakımından da az çetrefil değil.
Türkiye Washington’da ülkesi politikalarını tek başına belirlediğini düşündüğü Donald Trump söz sahibi iken ilişkiler konusunda bir yalancı sonbahar yaşadı. Oysa kendisinden önceki başkanların hiçbirinin aklından bile geçirmediği olaylar Trump döneminde karşımıza çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben yazdığı mektup yenilir yutulur türden değildi. Parasını ödediği ve ticari ortağı da olduğu halde F-35’lerin Türkiye’ye verilmemesi Trump dönemi kararıdır. Halen etkisini hissettiren ambargolar da öyle. İki ülke arasındaki ticaretin hacmi için konulan çıtaya o dönemde yaklaşılamadı bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “İyi geçindim, ilişkilerimiz iyiydi” dediği George W. Bush ve Barack Obama ile de sorunlar yaşamıştı; ancak onlar Amerika’nın geleneksel Türkiye politikaları çerçevesinde ilişkilerin bozulması noktasına varmadan sorunları geçiştirmeyi bilebildiler. Türkiye Bush ve Obama dönemlerinde ABD için ‘stratejik ortak’ olmayı sürdürdü.
Şimdi Türkiye’den sadece “NATO müttefikimiz” diye söz ediliyorsa, bu, Trump dönemi politikalarının sonucudur. Trump Türkiye’yi NATO içerisinde bile yalnız bırakabildi.
Joe Biden başkanlıkta neden Türkiye’yi önemsemeyen bir tavır sergiliyor?
Neden Türkiye her başkanın ilk aradığı birkaç ülkeden biriyken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı araması için aylar geçmesi gerekti?
Ve neden o ilk aramanın amacı, ertesi gün yayımlanacak açıklamasında 1915 olaylarından “soykırım” olarak söz edeceğini haber vermek içindi?
Neden uzun zamandır ilk defa 24 Nisan’da “soykırım” sözcüğünü kullandı?
İlk yüz yüze görüşmenin yapıldığı Brüksel’deki buluşmadan sonra yumuşama mesajları verme ihtiyacı neden duyulmadı?
Geçtiğimiz ay yapılan BM toplantısı vesilesiyle ABD’ye gelmiş olan Irak devlet başkanı, Avustralya ve İngiltere başbakanları gibi Türkiye Cumhurbaşkanı ile de görüşebilirdi, neden görüşmedi?
Bu sorular daha da uzatılabilir.
Türkiye’nin ABD ve Rusya ile ilişkilerinin ‘iyi olmaması’ sevinilecek bir durum değildir. ABD ile ilişkilerin kötü olması Rusya’nın ikili ilişkilerde elini güçlendiriyor; Rusya’nın eli güçlüyken kurulan Rusya-Türkiye denklemi ABD ile ilişkilerin daha da kötüye gitmesi sonucunu doğuruyor. Daha da kötüye giden ABD-Türkiye ilişkileri ise Türkiye’yi Rusya karşısında istediği sonuçları alamaz ve tavizler verir hale getiriyor.
Her şeyden önce bu kısır döngüyü kırmaya katkıda bulunmak gerekiyor.
İlişkiler bozuk diye sevinmek yerine…
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden alınmıştır.