Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şu cümlesini hatırlatarak yazıya başlayayım:
“Benim adıma, sevgili gençler, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü konuşur. Başka kimse benim adıma söz sahibi değildir, konuşamaz. Kim konuşuyorsa, onlar fitne üretiyor.”
Tanıdık geldi bu cümle değil mi?
Gelmesin. Çünkü bu cümle, içinde ‘racon’sözcüğü geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul’da partisinin genişletilmiş İl Danışma Meclisi toplantısındaki son çıkışından aylar önce, günü gününe yazayım: 4 Mayıs 2017 tarihinde, yine İstanbul’da, Gençlik Festivali’nde yaptığı konuşmadan…
O günlerde de sosyal medyadan ve basından birileri parmaklarıyla racon kesiyorlardı.
Aylar önceki o çıkış fazla işe yaramadı.
Yaramadı ki, önceki gün bu yeni dışlama açıklaması geldi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan…
“Acaba” diyorum, “Eleştirilen kişiler, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan değil de, onunla çok yakın başka biri/leri/nden aldıkları cesaretle mi racon kesiyorlar?”
Geçmişte, AK Parti döneminden çok önceleri, liderlerin haberi olmadan onlara yakın bilinenlerin kendi başlarına yanlış davrandıklarına tanık olunmuştur.
Neyse, bu konuyu yeterince işledik.
‘Masumiyet karinesi’, yahut Mecelle’nin ‘beraat-i zimmet asıldır’ kaidesi
Hürriyet’in okur temsilcisi Faruk Bildirici, dün, “Gazeteci miyiz, yargıç mı?” başlıklı önemli bir yazıya imza attı.
Yazının önemi, neredeyse tamamiyle unutulmuş gazeteciliğin –ve hukukun da– en temel kurallarından ‘masumiyet ilkesi’ni (hukukta kavram ‘masumiyet karinesi’ olarak kullanılır) hatırlatmasından…
Roma hukukundan beri bilinir ve uygulanır bu karine (Latincesi: ‘in dubio pro reo’).
İslam hukuku esaslarına uygun olarak Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında oluşmuş bir heyet tarafından hazırlanan ‘Mecelle’, bu karineyi, en başlarda (8. madde) “Beraet-i zimmet asıldır” biçimiyle kabullenmiştir.
Mecelle’de, ayrıca aynı anlamı pekiştiren “Tevehhüme itibar yoktur” (m. 74) diye bir madde daha vardır.
Bildirici, bu karineyi “Hüküm giyene kadar herkesin suçsuz kabul edilmesi” olarak özetlemiş ki, doğru bir özettir.
Gerekli sorular da soruyor Hürriyet okur temsilcisi.
Okuyalım:
“Ama açıkyüreklilikle soralım; medya bu davalarla ilgili haberlerde “masumiyet ilkesi”ni ne kadar uyguluyor? Bu davaların sanıkları öbür davaların sanıklarıyla eşit görülüyor mu? Adil yargılanma hakkı ne kadar gözetiliyor?”
‘Bu davalar’ dediği, 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında başlatılan FETÖ ile mücadele kapsamında açılmış olan davalar…
Hükümetin yeni bir KHK ile sanıkların duruşmalara Guantanamo benzeri ‘tek-tip’ üniformalarla gelmesini sağlamaya hazırlandığı davalar…
Şu hüküm cümlesi de Bildirici’nin yazısından:
“Biz gazeteciler, koşullar ne olursa olsun hiçbir kişinin mağduriyetine yol açmamalı, insanların adil yargılanma hakkına ve masumiyet ilkesine gölge düşürmemeliyiz. Ne biz gazeteciler yargıcız, ne de gazeteler mahkeme.”
‘Şüpheli’ her zaman suçlu olmaz
Gerçekten de gazetelerin gazetecilik ilkelerine –ve tabii hukukun temel kurallarına da– aldırmayarak sürdürdükleri habercilik anlayışı, bugün kendisini dar bir çevre dışında hissettirmese de, ileride büyük sıkıntılara sebep olacağa benziyor.
Her gün isimleri hatta resimleriyle sayfalarda ve ekranlarda yer alan ‘şüpheli’ durumdaki kişilerin henüz mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakıldığı oluyor.
12 Eylül (1980) darbesi sonrasında günlük kullanıma girmiş ‘sayın muhbir vatandaşlar’ deyimini hortlatan bir durum var. İhbar yağmurları durak durak bilmiyor. Yetkililer ihbarların hepsine eş değerde yaklaştıkları için de, ilgisiz pek çok kişi, çoğu kez kim vurduya gidebiliyor.
Resimleri ve açık isimleriyle ‘darbeci’ veya ‘FETÖ’cü’ olarak kamuoyuna sunulanların, mahkemeye bile çıkmadan, yanlışlık yapıldığı anlaşılarak serbest kalanları resmen mağduriyet yaşıyor.
Oysa, Bildirici’nin de hatırlattığı gibi, savcıların suçlamaları ‘gerçek’, sanıkların açıklamaları ise ‘yalan’ olarak yansıtılıyor medyada; mahkemeye çıkana kadar şüphelilerin isimlerinin kodlanması kuralına da boş veriliyor.
Serbest bırakılanlar kendisine başvurarak isimleri ve fotoğraflarının çıkartılmasını talep ediyormuş. Gazetesini hazırlayanlara, “Talep edenlerin küçük bir bölümü bile suçsuz olsa onları şimdiden damgalamanın sorumluluğunu üzerimize almamalıyız” uyarısında bulunuyor Hürriyet okur temsilcisi.
Bakalım gazetesi üzerinde bu uyarının bir etkisi olacak mı?
Aileler dertli
Aynı türden başvurular bana da bilgi olarak iletiliyor. Genellikle de, ‘ByLock programı indirdiği’ asılsız iddiasıyla gözaltına alınan, aynı gerekçeyle tutuklananların ailelerinden.
‘Balyoz’ davaları sırasında yargılananlardan da benzer mektuplar alırdım.
Yetkililer bu ithama muhatap kişilerin Bank Asya’da hesabı olup olmadığına, şimdi FETÖ adını almış yapının kurumlarından birinde (gazetesi, şirketleri, okullarında) bulunup bulunmadığına bakıp, diyelim ailenin tercihiyle okullarında öğrencilik yapmışsa, ihbarı doğru kabul ediyor.
Çocuk büyüdükçe bir süreliğine okulunda okuduğu yapıya karşı bileylenmiş olsa ve ‘ByLock’ iddiası doğru çıkmasa bile.
Emin olabilirsiniz, böyle olaylar var.
“Mağdurluk edebiyatı yapılıyor” deniyor, ama kendini gerçekten mağdur hisseden çok.
Tek kişi de değil, aileler var böyle.
Genç adam hapiste, aile onun telefonunda ‘ByLock’ programı bulunmadığını ispat için bilirkişilere para harcıyor, dert anlatmak için kapı kapı dolaşıyor…
Bir de gazetelerde fotoğrafların yayınlamasıyla düşülen durumu düşünün.
Kendimden biliyorum, hiçbir şey yapamayınca vicdan sızlıyor.