Fehmi Koru*
“Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu’nun aldığı faizi yüzde 14’te sabit tutma kararı, siyasilerin resmi enflasyonun yüzde 50’ye vurduğu bir ortamda “Daha da indireceğiz” ısrarı devleti yabancı ülkelerin hamiyyetine muhtaç etti”
Hep yenmeye, kazanmaya, herkesten bir adım önde olmaya kendimizi şartlamışız, yerimizi terk etme veya yenilme ihtimali belirdiğinde, iktidarı kaybetme, birincilik kürsüsüne çıkamama durumunda ne yapacağımızı bilemiyoruz.
Fenerbahçe futbol takımı dün gece bir uluslararası turnuvanın İstanbul’da yapılan maçında yabancı rakibine 3-2 mağlup oldu. Daha yenilen ilk golden itibaren taraftar kitlesi oyuncuları ıslıkla, maç bitince yönetimi sloganlarla protesto etti.
Futbol sonuçta topla oynanan bir oyun ve her spor gibi onda da yenmek kadar yenilmek de doğal.
Taraftar her zaman yenmek ve takımın her yıl şampiyon olmasını istiyor.
Olmuyor, olamıyor işte.
Ben de Fenerbahçeliyim, takımımın elbette her maçtan galip çıkmasını, sezon sonunda şampiyon olmasını arzu ediyorum; yenildiği zaman sinirleniyor, tepki de veriyorum.
Yine de stadyuma kadar gittiğine göre benden daha fazla Fenerbahçeli olması gereken taraftarın, takımının gayrete getirme anlamına kendisine en fazla ihtiyaç duyduğu bir sırada, oyuncuları moralsizliğe sevk edecek sloganlar atmasını anlamakta zorlanıyorum.
Futbol seyircisinde beğenilmese bile kabul edilebilecek yanlış tarafgirliğin, siyaset alanına da -hatta daha koyu biçimde- sirayet etmesini ise hiç anlayamıyorum.
Göz göre göre yanlışa -hatta seri yanlışlara- sahip çıkılıyor siyasette.
Üstelik yanlışlar onlara sahip çıkanların da hayatlarını zorlaştırdığı halde…
Konunun siyasetin tarafgir kitlesinin başı önde gezmesini gerektirecek çapta yanlışlıklara sahip çıkılması gibi bir yönü de var.
İddialarla gerçekler arasındaki mesafe açıldıkça yaşanması gereken hayal kırıklıkları yerine yanlışlara daha fazla sahip çıkılması olağan sayılıyor. Hayat boyu edinilmiş değerlerle ters düşen tavırlar gördüğü için yapılanları benimsemeyenler horlanıyor. İstenen, her şeye rağmen yanlışlara sahip çıkılması…
Örnek olay hepimizin gözleri önünde yaşanıyor.
Dün Merkez Bankası’nın Para Piyasaları Kurulu aylık toplantısını yaptı ve mevduatlara ödenen politika faizi oranını yüzde 14’te sabit tuttu.
Faiz yüzde 14.
Aslında, bankaların açtıkları kredilere uyguladıkları, Hazine’nin borçlanılan kişi, kurum ve fonlara ödediği oran daha da yüksek.
Türkiye böyle bir kısır döngüde. Devlet -hem de bayağı yüksek oranlarda- faiz ödemeden borçlanamıyor. Her yanlışlık o oranı biraz daha yükseltiyor.
Oysa hepimizin zihninde siyaset tarafından günlük kullanıma sokulmuş ‘nass’ diye bir kavram var. Nassa göre ‘faiz haram’.
Birileri haklı olarak “Yüzde 14 olunca faiz haram olmaktan çıkıyor mu?” diye soruyor.
“Yüzde 14” olarak belirlenmiş olmasına rağmen, resmen de açıklanmış kurala göre, mevduatlara açıldıkları tarihten sonra kurda meydana gelebilecek artış oranında ek bir getiri ödenmesi de gerekiyor. Ek getirinin devlet hazinesi tarafından karşılanması gerektiğinden, yükü sınırlı tutabilmek amacıyla TL’nin yabancı paralar karşısındaki değerini sabitlemek için bir gayret var ve uzmanların söylediğine göre, onun için de bayağı bir kaynak harcanıyor.
Kuru ve mevduatlara ödenen ek getiriyi belli oranda tutabilmenin bedelini hayat pahalılığı -enflasyon- olarak hepimiz ödüyoruz.
Zihnimizde ‘nass’ kavramı hep sıcak durduğu için hayatı pahalılandıranın ‘nass saplantısı’ olduğu ileri sürülebiliyor.
‘Nass’ kavramına önem verenler açısından başı önde gezmeyi getirecek bir durum bu.
Konuya hiç böyle yaklaşılmıyor. Tam tersine, ‘nass’ kavramı biraz da yapılan yanlışlığa karşı çıkışı perdeliyor.
Oysa ‘nass’ hayatı pahalılandırmanın ve insanları yoksullaştırmanın bir yöntemi olamaz. Öyle oluyorsa, hepimizin -özellikle de kavrama ciddiyetle yaklaşanların- “Hop, ne oluyoruz” diye itiraz etmesi gerekir.
İtiraz edip yapılanı sorgulaması da…
Yoksullaşan insanlar sırf bu yüzden inançlarını sorgulamaya başlarsa ne olacak?
Paradan para kazanma aracı olan ‘faiz’ ile emeğin bedeli olarak kazanılmış birikimlerin korunmasını sağlayacak bir tedbir olarak belirlenmiş, paradan para kazanmayı getirmeyen sınırlı bir değerlendirme bir olamaz.
Yanlışa düşerek birikimleri koruyamayan tedbirler alınırsa, tasarruf sahipleri, kendi milli paralarından kaçar ve daha güvenli gördükleri yöntemlere başvururlar.
Dolara koşarlar, yastık altında saklamak üzere değerli madenler alırlar.
Bugün olan bu.
Hayat pahalı hale gelir, insanlar yoksullaşır.
Faiz olmayan faiz takıntısı enflasyon getirdi, alınan her tedbir hem pahalıya mal oluyor hem de sorunu biraz daha çetrefilleştiriyor.
Arada olan ‘nass’ kavramına oluyor.
Heba olan milli değerin faturası ‘nass’ kavramına çıkartılıyor.
Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu’nun aldığı faizi yüzde 14’te sabit tutma kararı, siyasilerin resmi enflasyonun yüzde 50’ye vurduğu bir ortamda “Daha da indireceğiz” ısrarı devleti yabancı ülkelerin hamiyyetine muhtaç etti; bu da işin cabası. Borçlanılan ülkelere ödenecek ek gelire elbette ‘faiz’ denilmiyor; onun adı ‘sukûk getirisi’ oluyor.
Nass… Sukûk… Böylece bu kavramların da içi boşaltılıyor.
Futboldaki taraftar ruh hali ile siyasette yaşananlar arasında benzerlik gözden kaçacak gibi değil.
Tarafgirlik kimseye ve tabii ülkeye de kazandırmaz.