Yaşam

Ezgi Başaran: Bonjur Alaton'u nasıl kaybettik?

1955 yılı, henüz ağustos ayı. Bonjur Alaton, yanında yeğeni Lili Levi’yle Taksim Meydanı’nda şakalaşıyor.

24 Ocak 2012 02:00

T24 -
1955 yılı, henüz ağustos ayı. Bonjur Alaton, yanında yeğeni Lili Levi’yle Taksim Meydanı’nda şakalaşıyor. Fotoğrafa yansıyan neşesinden anlıyorsunuz. Arkasına aldığı Taksim Anıtı henüz onun zihninden kazıyıp atmak istediği bir hatıra değil. Onun Beyoğlusunun simgesi. Henüz



Ezgi Başaran'ın,  Radikal'de "Bonjur Alaton'u nasıl kaybettik?" başlığıyla yayımlanan (24 Ocak 2012) yazısı şöyle:

Çok değil birkaç gün sonra, 6 Eylül günü, asistan olarak görev yaptığı İstanbul Teknik Üniversitesi’nden çıkmış, Haşet Kitabevi’nden kitap almak için Beyoğlu’na doğru hareket etmişti.

Öfkesiyle tozu dumana katan kalabalığı o gün karşısında buldu. En yakın apartmanın girişine sığındı. Saatlerce o köşede buz gibi durdu. Gayrimüslimlerin malına ve canına kastetmeye giden bu insanlık dışı trenin vagonları önünden geçti, geçti, geçti.

Geceyarısı olmuştu. Tramvaylar çalışmıyordu. Şişli Afitap Sokak’taki evine doğru, yine sırtını duvarlara vere vere ilerlerken ruhen bitmiş, zihnen bitirmişti: Artık Türkiye onun için yoktu.

Bonjur Alaton, işadamı İshak Alaton’un hiç bahsetmediği erkek kardeşi. Dün Radikal’de yayımlanan pazartesi röportajında ilk kez bu hikâyeyi anlattı. Bonjur (artık sadece Bon ismini kullanıyor) Alaton’un yaşadığı bu travma sonrası hemen İsveç’e yerleştiğini, kendisine orada Türkiye’yle ilgili her şeyden ari bir hayat kurduğunu anlattı İshak Bey.

Her şeyden ari derken, her şeyden… Bunun içine ağabeyi İshak Bey de dahil. Onunla da 20 yıldır irtibatı kesmiş, Tel Aviv’deki ablasını ziyaretlerinden sonra bile İstanbul’a ağabeyi İshak Bey’i görmek için uğramamıştı.

Ben aslında İshak Alaton’la Ermeni sorunu üzerine Açık Toplum Vakfı’yla yapacakları projeleri öğrenmek için gitmiştim. Fakat söze Lefter’den, daha doğrusu Lefter’in 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili ölmeden önce Nebil Özgentürk’e yaptığı açıklamalardan başlayınca… Bir anda durdu ve “Sana hiç kimsenin bilmediği bir şey anlatacağım. Benim bir erkek kardeşim var” deyiverdi. 1955’te İsveç’e yerleşen, ne konsolosluğun ne de oradaki Türkiye cemaatinin bilmediği çünkü köküne kadar kendisini bir İsveçli olarak yeniden yaratan Bonjur Alaton’dan işte böyle haberdar olduk.

İsveç’teki ev numarasını bulup sayısız kere aradım ama telesekreterdeki dışında sesini duyamadım. Sonradan öğrendim ki; Hürriyet’in Stockholm’deki muhabiri Tandoğan Uysal, benden kısmen daha şanslıymış. Bonjour Bey’le bir dakika da olsa konuşabilmiş. “Ben 50’li yıllarda Türkiye’yi bırakarak İsveç’e yerleştim. Şimdi neden benle bu konuda konuşmak istiyorsunuz anlamıyorum. Sizinle görüşmek istemiyorum. Ortada konuşulacak bir konu yok” demiş, son derece sert bir uslüpla.

Bonjur Alaton, sadece 6 Eylül’ü bir apartman kirişine sığınarak geçirdiği için değil, büyük ihtimalle babasının 1942 Varlık Vergisi’yle nasıl göçtüğüne tanık olduğu için de gitti.

İshak Alaton, Oral Çalışlar’ın ‘Portreler’ kitabında bakın o günleri nasıl anlatıyor: “Varlık Vergisi’nin insanın mal varlığının bir parçası olması lazım ama, varlığın dört mislini aşan bir rakam geliverdi babama. Bir 16 bin lira, bir de 64 bin lira. Iki ayrı yerden… Adamın bütün varlığı 15 bin lira. Mağazası satılıyor, oradan 4-5 bin lira çıkıyor. Tam 16 bin lirayı ödüyor. 64 bin lirayı ödemek mümkün değil, çünkü yok. O zaman Aşkale’de taş kırılacak dediler. Üç gün sürüyor gidiş. Oraya varınca da askere teslim etmişler. 1200 kişi olmuşlar. Hepsi gayrimüslim. Oradan da çıkarıyorsun sistemin çarpıklığını. Gayrimüslimleri bitirmek istedikleri belli.”

Alaton, Aşkale’den dönen babasının hiç toparlanamadığını, o neşeli adamın kafasını önüne eğip kara kara düşündüğünü, hiç evden çıkmadığını anlattı bana da. Çünkü “çok sevdiği devleti ona ihanet etmişti.”

Bugün Türkiye’de 21 bin 500 Yahudi kaldı. Israil’de Türkçe konuşulan kominitenin nüfusu ne kadar biliyor musunuz? 120 bin. Alaton, çoğunun Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olaylarından sonra, mutlu bir gelecek hayallerini de alıp gittiğini düşünüyor. O veya bu… Bugün 40 bin Ermeni, yarısı kadar Yahudi, çok çok az da Rum vatandaş kaldı, sistematik kötü muameleye rağmen topraklarını bırakmamayı başaran.
İshak Alaton onlardan biri olarak kardeşine ve babasına yapılanlardan sonra niye kaldığını şöyle açıklıyor: “Insanların kafasında bir soru işareti yaratmak istedim; biz bunlara bu kadar kötülük yapıp çoğunu kaçırdığımıza göre, acaba kaç tane daha İshak Alaton olabilirdi de olmadı. Böylelikle kaç cevher kaybetti bu topraklar diye devletin, rejimin hiç aklına geliyor mu?”

Gerçekten… Hiç aklınıza geliyor mu; Ermeniler, Yahudiler, Rumlar topraklarından olmasaydı, o toprakları paylaşabilseydik, daha çok komşuluk, daha çok dostluk, daha çok aşk yaşabilseydik, nasıl bir ülke olurduk? “Herkese düşman, herkes bize düşman” hastalığına tutulmuş ruhlarımız, belki ılık bir huzur, tatlı bir neşe bulurdu.

Bonjur Alaton ve onun gibi yüzbinlerce insan gitmeseydi, küsmeseydi, telef edilmeseydi, biz de eksik ve mahçup kalmasaydık… Bu mahcubiyeti tamir için kuru bir özrü bile dileyemez olmasaydık. Keşke…