Gündem

Eyvah, 11 Eylül geliyor!

11 Eylülün yıl dönümü yaklaşırken Almanya’nın gündemi İslami terörle dolduruluyor...

11 Eylül 2011 03:00


Fulya Canşen - T24 

11 Eylülün yıl dönümü yaklaşırken Almanya’nın gündemi İslami terörle dolduruluyor. Oysa son 10 yıl içinde çok şey değişti. Terörle mücadele adı altında Müslümanların hayatı zorlaştırılırken, aşırı dinciler de yeni stratejiler geliştirdi. Değişmeyen tek şey şu: Bazıları terörden ölüyor bazıları terörden yaşıyor!

Ajanslara düşen son habere göre, Berlin’de bomba yapımında kullanılacak malzeme ısmarlayan İslamcı teröristler ele geçirildi. Zaten birkaç gün önce İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich de, İslami teröre dikkat çekerek Almanya’daki güvenlik açığının altını çizmişti. Friedrich’in sıraladığı rakamlara göre, bu ülkede binden fazla Müslüman terörist yaşıyor. Bunun yüz otuzu her an bir şiddet eyleminde bulunabilir diyor bakan. Ayrıca Alman istihbaratı yirmi kişinin de bir terör kampında eğitim gördüğünü tespit etmiş. Friedrich, en tehlikeleri, istihbaratçıların gözünden kaçan örgütsüz teröristler olduğuna da işaret ediyor.  


Almanya pek çok İslamcıya vatan oldu

Sık sık yapılan bu tür açıklamalar Almanya’da o kadar olağan hale geldi ki, artık ne Müslümanları kızdırıyor ne de Alman kamuoyunu korkutuyor. 11 Eylül saldırılarının yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde, olmayan gündemi doldurmak ya da gündem değiştirmek için de en ideal konuların başında gelen “İslami terör” hem medyanın hem de siyasetçilerin dillerine, dinleyenleri bıktıracak kadar pelesenk oldu. Aslında Alman istihbaratı Müslüman kökten dincilerle nerdeyse yarım yüzyıldır uğraşıyor. Aşırı dinci cemaat Kaplancıların Almanya’da cihat çağrısı yaptığı video görüntüleri eminim hala hafızalarınızdan silinmedi. 2001 yılında yasaklanan örgütün lideri Metin Kaplan Türkiye’nin bütün ısrarlarına rağmen Almanya’da dürt yıl yargılanmış sonunda Türkiye’ye iade edilmişti. Bir zamanlar Alman içişleri bakanlığı ve istihbarat örgütlerini yoğun bir biçimde uğraştıran Milli Görüş ise, hala Anayasayı Koruma Örgütü tarafından izleniyor. Zamanında Türkiye’nin bütçesi kadar paranın toplanıp hiç edildiği “Yeşil Sermaye” nin Almanya ile birebir ilişkisi olduğunu söylemeye gerek yok. Deniz Feneri davasının da öyle.


Uyuyan güzeller!

Sermaye Piyasası Kurumu’nun Alman muadili olan Bafin’den ismini veremeyeceğim bir müfettişin söylediğine göre, Alman yetkililer gerektiği gibi üzerine gitseydi “Yeşil Sermaye” Almanya’nın bugüne kadar yaşadığı en büyük mali skandal olurdu. Gitmemesinin en önemli nedeni bence bu durumdan Alman değil, Türkiyelilerin mağdur olmasıdır. Bakalım Deniz Feneri’nin akıbeti ne olacak? Yıllardır Almanya’ya yöneltilen bir soru var. Bu kadar İslamcı teröristin barındığı ve bu kadar para transferinin yapıldığı ülkede bugüne kadar neden hiçbir ciddi saldırı yapılmadı? Bu soruya verilen en sık mantıklı yanıt da yine bir soru; insan bindiği dalı keser mi? Almanya teröristlerin bir eyleme kalkışmadan önce normal bir hayat sürebilecekleri ideal ülkelerin başında geliyor. 19’undan 15’i Almanya’dan gelen 11 Eylül saldırganları gibi İslamcılara bu yüzden Almanlar “Schlaefer- Uyuyan” diyorlar. Schlaefer’ler emir alana yani uyandırılana kadar sizinle birlikte okula gidiyor, çalışıyor, dost oluyor, evleniyor, boşanıyor, seviniyor, üzülüyor. Daha doğrusu bunları yaparken uykuya yatıyorlar.


Üç tip İslamcı terörist var

Almanya’nın hatırı sayılır terör uzmanlarından Guido Steinberg, son yıllarda İslamcıların, dolayısıyla Schlaefer’lerin sayısında bir artış olduğunu tahmin ediyor. Bir dönem Federal Hükümet’e danışmanlık da yapan Steinberg’in altını çizdiği önemli bir nokta da söz konusu İslamcıların 11 Eylül saldırılarından bu yana geçen on yılda değiştiği artık çok daha bilinçli olduğu. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı‘nın araştırmaları da, bugün dünyada örgütlü, bağımsız ve enternasyonal olmak üzere üç farklı terörist tipi bulunduğuna, bunların ne zaman, nerede, ne yapacaklarını hesaplamanın giderek zorlaştığına işaret ediyor.


En tehlikeli olanlar enternasyoneller

Örneğin 11 Eylül saldırılarını yapan Hamburg hücresi üyeleri örgütlülerdendi, bağlı oldukları örgütün kamplarında eğitim görüp emirleri doğrultusunda hareket ettiler. Örgütlüleri zamanla kendi başına hareket edenler yani bağımsızlar takip etti. İstihbarat ağının dışında oldukları için bağımsızların ne yapacaklarını önceden kestirmek, elbette örgütlülerden çok daha zor. Ancak bir örgüte üye olmamaları, eğitim almamaları, yani profesyonel olmamaları anlamına geliyor ki bu da eylemlerinin başarı oranını düşürüyor. Üçüncü sınıf İslamcı teröristler ise bu iki grubun bir sentezi. Bu gençler önce radikalleşiyor sonra Yemen, Pakistan gibi ülkelerde kendilerine uygun bir örgüt bulup kamplarında sıkı bir eğitim görüyorlar. Kısaca enternasyonal olarak sınıflandırabileceğimiz bu İslamcı gençler örgütlüler kadar profesyonel, bağımsızlar kadar fütursuz, doğal olarak daha tehlikeliler.


Müslüman gençleri Batı radikalleştiriyor.

Enternasyoneller etnik köken olarak homojen bir yapıya sahipler. Aralarında Araplar, Pakistanlılar, Afrikalılar, Türkler, Kürtler olduğu kadar Müslümanlığı seçen Avrupalılar da var. Geçen yıl Detroit'teki saldırı girişiminden sonra yakalanan Ömer Faruk Abdulmuttalip enternasyonellere iyi bir örnek. Nijerya doğumlu olan Abdulmuttalip, Dubai ve Londra'da yaşayıp, Yemen'deki kamplarda eğitim görmüş. Çoğu batıda doğmuş ya da çok küçükken göç etmiş olan enternasyonellerin hiçbiri cihat için, geldiği memlekete geri dönmüyor. Yoksul ve toplumsal olarak dışlanmış bir aileden gelmedikleri gibi, Batıya entegre olmuş ve iyi eğitim almış bu gençler hiç dikkat çekmeden pek çok ülkeye seyahat edebiliyorlar. Bosna, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir ya da Irak, nerede çatışma varsa oraya gidiyorlar. Ortadoğu sorunu hepsi için itici güç, ama aralarında Filistinli, Iraklı ya da Afgan bulmak çok güç. Terörizm uzmanı Guido Steinberg‘in çok güzel özetlediği gibi ‘‘yeni teröristler küresel bir dünyada yaşayıp, bütün Müslümalarla bir ümmet oluşturuyorlar. Onlar modern, evrensel, sınırsız ve kültürsüz bir dünyanın ürünleri. Onları savaşa iten Batı değerlerinin egemen olması korkusu değil, İslami değerlere yapılan saldırı." Steinberg, yeni İslamcı teröristlerin çoğunun Müslümanlığı ailelerinin geldiği ülkede değil, Batı‘da öğrendiklerinden yola çıkarak onları cihat ya da Ortadoğu sorunu değil Batı‘nın kendisinin radikalleştirdiğini savunuyor. 


Berlin’in zikzak politikası

Guido Steinberg de dahil olmak üzere pek çok terör uzmanı 11 Eylül saldırılarından sonra İslami teröre karşı verilen mücadelede bir arpa boyu kadar bile yol alınmadı.  “Terörle mücadele, karar mercilerinin gözünü kararttı ve Müslüman realitesini görmelerini engelledi” diyen Steinberg,  El Kaide örgütünün gücünün de abartıldığı görüşünde. İslami terör ve teröristler hakkında yapılan bu kadar araştırma ve tespit maalesef Alman hükümetinin gözünü açmaya ya da tutumunu değiştirmesine yetmemiş görünüyor. Aksi halde Berlin, Arap ülkelerindeki halk hareketine karşı istikrarlı bir politika sergilerdi. Bir yandan Arap baharını desteklerken, Libya’ya Alman askeri göndermeyen Almanya öte yandan Suriye’ye 200 adet Leopard tipi tank satışına onay verdi. Die Welt gazetesinin hafta sonu yayınladığı analize de bakılacak olursa, banka hesaplarının sıkı denetimini de ön gören ve ikide bir sertleştirilen terörle mücadele yasası pek fazla işe yaramamış görünüyor. Çünkü hala Almanya’dan İslami terör örgütlerine para transferi yapılıyor. 


Para transferinde uzmanlaştılar

11 Eylül saldırılarından bu yana söz konusu para transferinde bir azalma olduğu doğru ama teröristlerin de alınan önlemlere göre bir strateji geliştirdiği de bir başka gerçek. Artık internette, açık açık bağış istenmiyor ve hesap numarası verilmiyor. Bunun için daha çok  şifre gerektiren sosyal medya ve forumlar kullanılıyor. Ayrıca yapılan bağışın terörün finansmanı için kullanılacağını ortaya çıkarmak neredeyse imkansız. Artık Hawala yani havale sisteminin kullanıldığından söz ediliyor. Paranın gideceği yere ulaşması için ille de banka hesabı gerekmiyor. Pekala prepaid kredi kartları, bir kasap ya da manav bu görevi üstlenebiliyor. Terör eylemlerinin eskiye göre ucuzladığını da hesaba katmalıyız. Boyutları pek karşılaştırılamaz ama 11 Eylül saldırılarının maliyeti 500 000 Dolar olarak hesaplanmıştı, 2004’deki Madrid terör eylemi için sadece 10.000 Dolar harcandığı tahmin ediliyor. Pek çok terör örgütü bugün finansmanını bağımsız olarak sağladığı için banka hesaplarını ne kadar sıkı denetlerseniz denetleyin fazla işe yaramıyor. Bu durumda Terör finansmanı konusunda uzman, ekonomist Sita Mazumder’in „ Bankaların terörle mücadelesi hiçbir saldırıyı önlemeye yetmez.“ Sözlerinin hakkını teslim etmek gerek.


Terör finansmanına dair efsaneler

Saldırıların maliyeti terör finansmanının görünen önemsiz bir kısmı. Bir örgütün alt yapısını ve eğitim kampını kurmak ve sürdürmek hatırı sayılır miktarda para gerektiriyor. Guido Steiberg’e göre El Kaide örgütünün ihtiyaç duyduğu aylık para miktarı altı hanelik bir rakamı buluyor. Bu kolay kazanılabilecek bir para değil. Bir diğer terör uzmanı Thomas Biersteker de, El Kaide’nin kendini uyuşturucu ticaretiyle finanse ettiği iddiasının bir şehir efsanesinden ibaret olduğu görüşünde. El Kaide gibi bilinen terör örgütlerinin kriminel örgütlerle bağı bulunduğunu da yalanlayan Bierstecker, İslami örgütlerin borsada kazanç elde etmek için özellikle finans merkezlerine saldırı düzenlediğini savını da „uydurma“  olarak nitelendiriyor. Bütün Alman terör uzmanları El Kaide gibi örgütlerin kendilerini büyük ölçüde legal yollarla finanse ettiği ve 2003 yılından bu yana bankaların para transferinde çok az kullanıldığında hemfikir. Bu durumda terörle mücadele adı altında alınan her türlü önlem ve denetim mekanizması, vergi ödeyen halka ek masraf getirdiği gibi, daha çok „şüpheli“ görülen sıradan insanların yani Almanya’daki Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Ama bu durumdan kazançlı çıkanlar da var.   


Bazıları terörden ölürken bazıları terörden yaşıyor

Alman İçişleri Bakanı Friedrich, İslami teröre işaret ettiği açıklamasında şunları da söylüyor. „ İslamcılar dini savaş ideolojisi olarak kötüye kullanıyorlar. Bu yüzden Müslüman dernekleri ile istihbarat örgütlerinin çıkarları ortaktır.„ Aslında Milli Görüş de dahil olmak üzere pekçok İslami örgütün Alman makamları ile uzun süredir işbirliği yaptığı biliniyor. Bu nedenle bakanın çağrısı daha çok Müslüman olup ancak kendilerini sadece Müslüman olarak tanımlamayan sivil toplum örgütlerine yönelik. Hem sonra Anayasayı Koruma Örgütü, Federal Kriminal Dairesi ve eyalet savcılıkları 11 Eylül’den bu yana, Arapça bilen ve Müslüman dünyasını tanıdığını iddia eden çok sayıda insanı işe aldı. Dışişleri bakanlığı da öyle. Ayrıca bu yazıda da bazılarının sözlerinden alıntı yaptığımız yeterli sayıda uzman yaşıyor Almanya’da. Buna rağmen, İçişleri Bakanı Friedrich örneğinde olduğu gibi, Alman siyasetinin hala İslam dünyasına homojenmiş gibi bakıyor olması, Müslümanı Müslümana kırdırmaya çalışması sizce de enteresan değil mi?  Hadi uzmanlar fazla işe yaramadı diyelim, tarihten de mi hiç ders alınmıyor? 1914’de Kaiser Wilhelm, Müslümanları kendi safına çekerek birinci dünya savaşını kazanacağını düşünmüş ama başaramamıştı. Çünkü Müslüman ülkeler ya birbirinden farklı ya da birbirine düşmandı, bir türlü bir araya gelemediler. Son on yıl içinde mantar gibi türeyen İslam uzmanlarının fazlalığından yakınmak için kullanılan „Bazıları terör yüzünden ölürken bazıları terörden yaşıyor.“ Sözü benim çok hoşuma gidiyor. Bakalım siz bu sözden siz ne tür anlamlar çıkaracaksınız?