Gündem

"Erdoğan ve Babacan, Zarrab davasına dahil edilemez, savcı kendi kalesine gol attı"

"Hazır olun ceza çıkacak..."

04 Aralık 2017 14:09

Milliyet yazarı Özay Şendir, ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla 20 ay önce Miami'de tutuklanan Reza Zarrab'ın, "tanık" sıfatıyla ifade verdiği davayla ilgili olarak "Erdoğan ve Babacan dahil edilemez" dedi. "ABD yargı sistemine göre bir tanığın ifadesinin kanıt olabilmesi için tüm duyu organlarıyla konuya şahit olması gerekirmiş" ifadesini kullanan Şendir, "Zarrab’a 'Seni kim tehdit etti?' diye sormayan ama konuyu ısrarla Erdoğan’a getirmeye çalışan savcı kendi kalesine gol attı" görüşünü dile getirdi. 

Şendir'in "Zarrab davası Erdoğan'ın oyunu düşürür mü?" başlığıyla (4 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Ülkenin aydın diye geçinen belirli bir kesimi, ‘Zarrab, New York’ta konuştukça, Türkiye’de Erdoğan’ın oyları düşecek’ havasında.

Oysa sokakta dava daha farklı algılanıyor.

‘ABD, 15 Temmuz’da FETÖ eliyle yapamadığı darbeyi şimdi bir mahkeme aracılığıyla yapmaya çalışıyor’ diye düşünenlerin sayısı oldukça fazla.

Davayı, ‘Rusya’dan alınacak S-400 füze sisteminin intikamı’ olarak gören de var, ABD’nin Kürt politikasını hayata geçirmek için Erdoğan’dan kurtulma çabası’ diyen de. Zarrab gözaltına alındığında ortada S-400 pazarlığı falan yoktu ama fark etmez, sonuçta sokak böyle algılıyor.

Kendi arasında konuşmaktan sokakta ne konuşulduğunu takip edemeyenlerin önce bu noktaya dikkat etmeleri gerek.

Kaldı ki, ülke solunun ABD politikalarına karşı olmayı hatırladığı, ülke sağının da yeni yeni öğrendiği bir dönemde çıkacak her kararın sokaktaki karşılığı, Erdoğan’ın etrafında kenetlenmek olur.

Erdoğan ve Babacan dahil edilemez

Amerikan filmlerinden mutlaka duymuşsunuzdur, ABD’de ‘birinci derece’, ‘ikinci derece’ diye kanıt tanımlamaları vardır.

Zarrab’ın tanık sandalyesinde söylediği “İran ile altın ticareti için Erdoğan ve Babacan bizzat talimatı verdi” sözü acaba bir kanıt mı? ABD yargı sistemine göre bir tanığın ifadesinin kanıt olabilmesi için tüm duyu organlarıyla konuya şahit olması gerekirmiş. Dolayısıyla Zarrab’ın “Zafer Çağlayan bana böyle söyledi” sözü dolaylı aktarım nedeniyle kanıt olmazmış.

New York Barosu’na kayıtlı Türk bir avukat, “Savcının şu ana kadar ki en zayıf kaldığı nokta bu oldu” diye özetledi durumu.

Tehdit edildiğini söyleyen Zarrab’a “Seni kim tehdit etti?” diye sormayan ama konuyu ısrarla Erdoğan’a getirmeye çalışan savcı kendi kalesine gol attı galiba.

Hazır olun ceza çıkacak...

New York’ta devam eden yargılamadan ceza çıkmaması ihtimali neredeyse sıfır.

Zarrab’ın tanık sandalyesinde söylediklerine değil, davanın tek sanığı Atilla’nın avukatlarının izledikleri stratejiye bakınca aksi gelmiyor insanın aklına. Avukatlar, “İddianamede yer alan suçları işleyen bizim müvekkilimiz değil” diyor ısrarla.

“Suç var ama sorumlu biz değiliz” demek bu. Bu strateji belki kişisel ceza için işe yarayabilir ama ekonomik bir ceza söz konusu olacaksa baş ağrıtabilir. Kaldı ki Türkiye, seçmenin oy tercihlerinin büyük oranda ekonomi üzerinden şekillendiğini bir ülke.

FETÖ neresinde?

30 Ekim günü Savcılık makamı, New York’taki mahkemeye ellerindeki delillerin neler olduğunu gösteren bir özet belge sundu. Bu belgenin 3. ve 4. maddeleri oldukça ilginç.

Her iki madde de FETÖ davası sanıkları “Türk güvenlik güçleri” olarak tanımlanıyor ve onların elde ettiği tape, konuşma kaydı ve fotoğraflardan söz ediliyor. Belli ki operasyon öncesi hazırlanan fezleke bir şekilde savcılığa ulaştırılmış.

Fezleke o dönemde kamuoyuna sızdırılmıştı ama ABD’nin bunu resmi yollardan almadığı belli. 

Daha ilginç olan şeyse şu: Zarrab ya da Süleyman Aslan için Türkiye’deki soruşturmada iddianame hazırlanmamıştı. O zaman 17 Aralık operasyonu sırasında çekilen fotoğrafları ABD kimden aldı acaba?