Cumhuriyet yazarı Prof. Dr. Ahmet İnsel, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanları tutuklu bulunan Diyarbakır'da kullandığı “Bizzat belediye başkanlığı elinden zorla alınmış, hapse düşmüş biriyim” ifadesiyle ilgili olarak "Ya bilinçli olarak provokasyon yapıyorsunuz ya da vahim bir gerçeklik çatışması yaşıyorsunuz demektir" dedi. "Aynı zamanda iki farklı gerçeğe inanmak olarak tezahür eden zihinsel durumlarda bu davranış karşımıza çıkar" diyen İnsel, "Son derece kafa karıştırıcı düşünceler kişinin zihnini esir alabilir. Hangi ortamda konuştuğunun bu zihin dünyasında pek önemi kalmaz. O kişi kendi gerçeklik dünyasının ortamı içinde konuşuyordur. Uzaylıların dünyayı gizli biçimde ele geçirdiklerine de inanabilir, bir üst aklın her şeye hâkim olduğuna da" diye yazdı.
Ahmet İnsel'in "Gerçeklik çatışması" başlığıyla yayımlanan (4 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Seçilmiş belediye başkanlarının aylardır tutuklu olduğu, yerlerine hükümetin kayyım atadığı bir kentte, o kentte yaşayanlara konuşurken, “bizzat belediye başkanlığı elinden zorla alınmış, hapse düşmüş biriyim” diyerek kendinizden nasıl bahsedersiniz? Ya o kentin insanlarının büyük bir oy oranıyla seçtikleri belediye başkanlarının hapse atılmasını kınamak, o kentte yaşayan insanların öfkelerini paylaştığınızı, hissettikleri aşağılanmayı anladığınızı belirtmek için bunu yaparsınız. Ama bunu yapabilmek için, o belediye başkanlarının hapse atılması siyasetini yürüten iktidarın başı olmamak gerekir. Bugün sizin iktidarınız, sadece o kentte değil, aynı partiden seçilmiş 84 belediyeye kayyım atamış, yasal yollardan seçilmiş başkanlarının “ellerinden belediye başkanlığı alınmış, hapse düşmüş” durumda iken bunu yaparsanız, ortada vahim bir gerçeklik çatışması vardır. Ya da karşısında konuştuğunuz kalabalık o kentten gelen insanlardan oluşmamıştır, gözlerinin içine baka baka bu çelişkili gerçekliği ifade edersiniz. Kalabalık zaten sizi dinlemeye değil, orada kalabalık yapmak için taşınmıştır. Ne dediğinizle pek ilgili değildir. Ne var ki, aralıksız sizin konuşmalarınızı canlı yayımlayan onlarca kanaldan o kent halkının en azından bir kısmının da sizi dinleyeceğini ümit ediyorsunuzdur. Bu durumda, sanki bugün artık her şey güllük gülistanlıkmış gibi, “siz de geçmişte çok acı çektiniz” dersiniz. Ama sizin çektiğiniz acı ve haksızlığın topuğuna bile erişemez onlarınkiler.
Konuştuğunuz bölgede seçilen milletvekilleri aylardır tutuklu iken, “onlar sizi Kandil’e gönderiyor, biz sizi parlamentoya çağırıyoruz” demek için, sizin o milletvekillerini hapse yollayan gücün başı olmamanız gerekir. En basit mantık bunu emreder. Aksi takdirde, parlamentoya hapse atmak için çağırdığınız sonucu da çıkarılabilir. O zaman hitap ettiğiniz kişileri “Kandil’e gönderen”in, daha doğrusu gitmeye teşvik edenin esas kim olduğu sorusu sorulur. Ya bilinçli olarak provokasyon yapıyorsunuz ya da vahim bir gerçeklik çatışması yaşıyorsunuz demektir.
Nurcan Baysal, bu iki cümleyi duyduğunda yaşadığı şaşkınlığı T24’te canlı biçimde anlattı. İnsan bu durumda neyi, nasıl yorumlayacağını gerçekten bilemiyor. Ortada, kasıtlı ya da kasıtsız, ama çok açık bir gerçeklik çatışması olduğu açık. Eğer bu çatışma, kasıtlı biçimde dile getirilmişse, yani konuşan kişi, kendi konumuyla dile getirdiği arasında bu denli büyük zıtlık, büyük bir çatışma olduğunun farkında olarak bunları söylemişse, buna cüret etmek büyük bir marifettir. Her marifet ahlak ilkelerine uygun olmaz.
İkinci varsayım, söylediklerinin çok belirgin bir gerçeklik çatışması içerdiğinin farkında olmadan kişinin bu sözleri dile getirmiş olmasıdır. Bu durum aşırı derecede benmerkezli kişilerde daha sık görülür. Hasta evine gidip kendi hastalığını uzun uzun anlatıp, hastaya halini, hatırını, hastalığını sormadan ayrılmak bunun yaygın örneklerinden biridir. Sadece kendiyle meşgul olanların, kendi yapmak ve olmak istedikleri dışında bir gerçeği gözü görmeyenlerin, bunu kabul etmeyenlerin içine çok sık düştükleri bir durumdur bu. Küçük yaşlardaki çocuklarda da sık görülür.
Bir de aynı zamanda iki farklı gerçeğe inanmak olarak tezahür eden zihinsel durumlarda bu davranış karşımıza çıkar. Bir gerçek gerçeklik vardır, bir de ikinci gerçeklik... Kişi neyin gerçek gerçeklik, neyin ikinci gerçeklik olduğunu ayırt edemeyecek haldedir. Bu ikinci gerçeklik bütünüyle hayali de olabilir. Son derece kafa karıştırıcı düşünceler kişinin zihnini esir alabilir. Hangi ortamda konuştuğunun bu zihin dünyasında pek önemi kalmaz. O kişi kendi gerçeklik dünyasının ortamı içinde konuşuyordur. Uzaylıların dünyayı gizli biçimde ele geçirdiklerine de inanabilir, bir üst aklın her şeye hâkim olduğuna da. Bu kişiler aynı zamanda normal yaşamlarına herkes gibi devam edebilirler.
Karşı karşıya olduğumuz durum tam nedir, bunu belirlemek zor. Bir gerçeklik çatışması hali sergilendiğine dair güçlü emareler var. Ama bunun ötesi artık siyasal analiz konusu olmaktan çıkar.