Yaklaşık 30 yıldır "Türkiye'de milliyetçilik" üzerine çalışan gazeteci - yazar Kemal Can, ABD ile yaşanan rahip Andrew Brunson krizine ilişkin olarak değerlendirmede bulundu. Can, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "şahsında somutlanan ve yandaşları tarafından onun kişilik özelliklerine de bağlanarak 'reisçilik' haline gelen bir eğilimce desteklenen bir üslup" olduğunu, bunun "Reis üstesinden gelir' hâli" olarak öne çıktığını aktardı.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hocası olarak bilinen Sebahattin Zaim'in “Özal bizdendir, onları idare etmeye çalışıyor. Demirel onlardandır, bizi idare etmeye çalışıyor” sözünü hatırlatan Can, "Erdoğan bu denklemde, Özal ve Demirel’den biraz daha ileri gitti" dedi.
Can'ın "Kim kimi idare ediyor?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
ABD ile yaşanan Brunson krizi giderek daha karmaşık hale geliyor. ABD’nin yaptırımları uygulamaya başlamasıyla yeni bir aşamaya gelindi. Olayın arka planı, nasıl geliştiği ve nereye varacağı konusunda çeşitli yorumlar dile getiriliyor. Herkesin mutabık kaldığı, ikna olduğu bir hikâye yok henüz. Fakat hadisenin gidişatı, birilerinin özel olarak yaratılmış çözümsüzlüğe yatırım yaptığını düşündürecek işaretler taşıyor. Anlaşılan kısa olmayan bir süre ve etkileri hesapları aşabilecek bir mesele olarak gündemi işgal etmeye devam edecek. Bu bitse bile yenileri gelecek.
Olayın diplomatik, hukuki, siyasal, ekonomik veçheleri ve her birinin karmaşık detayları var. Bu yüzden olup bitenler sadece görünmeyen tarafları açısından değil, görünür yönleriyle de kolay tarif edilemiyor. Yeterince karmaşık olan bu meselede, en belirleyici olmasa da, etkisi azımsanmayacak bir de üslup faktörü öne çıkıyor. Aslında, benzer başka meselelerde ve uzunca bir süredir yaşanan pek çok hadisede, bildik bir iktidar algısının ve ideolojik saptırmanın yarattığı bu yönetim üslubunun izlerine rastlıyoruz.
Erdoğan’ın şahsında somutlanan ve yandaşları tarafından onun kişilik özelliklerine de bağlanarak “reisçilik” haline gelen bir eğilimce desteklenen bir üslup bu. Bazen kurnaz bir tacir gibi, bazen inatçı bir katılıkla, bazen diklenerek, bazen eğilerek ama daima sonuç alabileceğine inanılan bir üslup. Erdoğan’ın kendisinin de kuvvetle inandığı, yakın çevresini de giderek bu imana göre biçimlendirdiği bir ruh hali yönetiyor bu üslubu. Bu ruh hali, Londra’ya gidip finansçıları kendi tuhaf faiz politikasına ikna edebileceğini düşündüren sonuçsuz bir özgüven üretiyor.
Bu üslubun, onu besleyen ruh halinin ve etrafında oluşan destek çemberinin merkezindeki anahtar, “yönetebilme becerisi”. Zaman zaman zorlu rakiplerin karşısında “baş etme” haline dönüşen, kimi zaman küçümsenen düşmanlara “gücünü gösterme” kılığına bürünen, bazen fırsatçılık kokan pazarlıkçılıkla zuhur eden bir “idare edebilirlik”. “Ben hallederim”, “Reis üstesinden gelir” hali. İdeolojik çarpıtmalarla bezeli koyu bir hamasetle desteklenen “nizamverebilme”, “hizaya sokma”, “haddini bildirme” imalarının arkasında saklı yüksek bir “uyumlanma” becerisi ve pazarlık gücü iddiası.
Sağ zihniyet dünyasında, popüler liderlerin “idare edebilme yeteneği”, temsil ve etkinlik açısından özel bir önem taşır. Bu konuda en çarpıcı değerlendirme Abdullah Gül’ün hocası olarak bilinen Prof. Sebahattin Zaim’in ünlü sözüdür: “Özal bizdendir, onları idare etmeye çalışıyor. Demirel onlardandır, bizi idare etmeye çalışıyor.” (*) Zaim’in bu sözle işaret ettiği “onlar” ağırlıklı olarak devlete hâkim olan seçkinci bürokratik kadro ve kısmen de Batı merkezli dünya sistemidir. “Biz” dediği ise, milliyetçimuhafazakâr kalabalık veya “yerlimilli” olanlar.
Erdoğan bu denklemde, Özal ve Demirel’den biraz daha ileri gitti, herkesi (iki tarafı da) idare edebilme iddiasına oturdu. AKP’nin başarılı bir iktidar projesi olarak ortaya çıkmasında da, herkesi idare etme iddiası belirleyiciydi. “Beni kullanabilirsiniz” davetkârlığı ve buna karşılık verilen yüksek destek “onlar” tarafını idare edebileceğini gösteriyordu. Yakın dönemde, başta Ortadoğu olmak üzere pek çok alanda oluşan dengesiz zemin ve muhatapların aşırı esnekliği, “idare” imkânlarını uzattı. İdare edilen diğer taraftaki -destekçi yüzde elli açısından- durumu da, seçim sonuçlarından zaten izliyoruz. Erdoğan’ın yaratabildiği başarı algısında hâlâ en önemli faktör olan, “idare edebilirlik” ve kabul ettirdiği üslup, hem yeni şartlar açısından, hem de kullanım yeteneği bakımından biraz zayıflamış görünüyor.
Erdoğan’ın Sebahattin Zaim’in işaret ettiği “bizi” idare etme açısından krizlerin sağladığı avantajları kullanabileceğini düşünenler var. Ama aynı üsluba yakın “onları” idare etmekte giderek daha fazla zorluk yaşanıyor. İdare edilebilme becerisi, biraz da bunu kabullenen tarafların çıkarları veya çaresizlikleriyle biçimleniyor.
(*) Cereyanlar, Türkiye’de Siyasi İdeolojiler. Tanıl Bora. İletişim Yayınları 2017.