Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Silivri Cezaevi’ndeki 40 günlük yalnızlığın ardından Can Dündar’ın koğuşuna taşınmasını anlattı. Gül, “Aralıklarla ‘Niye tutuyorsunuz?’ diye soruyoruz. ‘Koşullarda lehinize bir değişiklik yok’ gerekçesiyle ‘tutuyoruz’ diyorlar. Şimdi biz de kendimizi koğuşta ‘lehimize değişiklik sağlayacak’ delil aramaya vurduk. Hem iki kişiyiz de. Bulmak kolay olur. Aramaktayız. O yüzden tutmayın bizi!” ifadelerini kullandı.
Erdem Gül'ün Cumhuriyet'te bugün (6 Ocak 2016) yayımlanan "Koğuşta delil arıyoruz" başlıklı yazısı şöyle:
Yargı namına duyduğumuz son ses, “tutuklusunuz” olmuştu. “Tutuklusunuz” deneli kırk gün olmuştu.
Daha da bir şey denmemişti.
Pazartesi günüydü. Hapiste pazartesinin sendromu da olmadığı için dert edecek bir durum yoktu. Hapiste günlerle bir sorun olmuyor zaten. Günlerin ismi yok burada. Hafta sonunun da.
Şairin, yazdığı günden bu yana her gün olduğu gibi, o gün de meşhur dizesinin bir kez daha doğrulanacağı saatlerdi. Akşam erken inmek üzereydi mapushaneye.
“Tutuklusunuz”dan sonra ikinci cümle tam o anlarda kuruldu: “Zaten başvurularınız vardı. Can’la (Dündar) ikinizi aynı koğuşa alıyoruz.” Gazeteci diliyle söylersek, “olay” vardı.
Biz kırk gündür birbirini görmeyen iki kapı komşusuyduk. O akşam “kırkları çıkmış” iki mahpus olarak nihayet buluştuk. Öyle çaylaklar buluşması filan değil. Resmen kulağı kesik mahpuslar olarak mavraya girişiverdik.
Mavramız tabii ki kendimiz, birbirimiz hakkındaydı. Kolayca tahmin edilebileceği gibi en çok kırk günde yaşadıklarımıza güldük. Şimdi artık 42., 43. günleri yaşamaya başladık.
Hâlâ en çok yalnız Erdem ve yalnız Can günlerine gülüyoruz. İkimiz bir araya geldik ya, bulduk yalnızları, dalgamızı geçiyoruz.
Ama televizyonumuz var, gazetelerimiz geliyor. Haberleri görüyoruz. En çok haberlere üzülüyoruz.
Sonra konuşuyoruz. Konuştukça ıssızlığın bittiğini anladık. Biten sessizlikmiş. Tutuklanarak aslında kırk gün süreyle sessizlikle de cezalandırılmışız. O yüzden yeni bir fikir var aklımda.
Aslında ikisini toplayıp hesabı öyle yapabiliriz. Kırk ben, kırk Can. Eder seksen. Ben, tecridin bitişinden itibaren günleri seksenin üzerine sayacağım. Kırk gün avantaj sağladık şimdiden. Az mı?
Bu arada aramızda kalsın, tecridin bitişinden kârlı çıkan ben oldum. Ben, 6. koğuştan Can’ın kaldığı 5. koğuşa taşındım. Koğuş sahibi beni krallar gibi karşıladı.
Evimize gelen hatırlı bir misafir nasıl rahat ettiriliyorsa onu yaptı. Kendisi için “özel zamanlara” sakladığı ne varsa çıkardı. İzzet ikram üst düzeydeydi. Yani tecridin bitişi bana yaradı.
Bize iyi gelen yanları böyle bu halin. Biliyorum, bizi düşünen dışarıdakilere çok daha iyi geliyor. Ama asıl sorun devam ediyor.
Biz, birbirimizle konuşamadığımız günlerde bile hep, “Asıl mesele tecrit değil, tutukluluk” demişiz. Şimdi birlikte konuşarak da söylüyoruz. Tutuklamanın bizatihi kendisi kopkoyu bir tecrit.
Aralıklarla “Niye tutuyorsunuz” diye soruyoruz. “Koşullarda lehinize bir değişiklik yok” gerekçesiyle “tutuyoruz” diyorlar.
Şimdi biz de kendimizi koğuşta “lehimize değişiklik sağlayacak” delil aramaya vurduk. Hem iki kişiyiz de. Bulmak kolay olur. Aramaktayız. O yüzden tutmayın bizi.