T24- Edirne'de bulunan Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı'ndaki TÜSİAD ve TÜRKONFED işbirliğiyle yapılan "Bölgesel Gelişme ve İş Dünyasının Rölü" başlıklı toplantıda TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner yaptığı açılış konuşmasında ABD ve Çin arasında yaşanan kur savaşlarını "ürkütücü bulduğunu" söyledi. Boyner, "Dünya Bankası Başkanı'nın altının yeniden referans değer olabileceğini ileri sürmesini ve krizden 2 sene sonra hala otoritelere karşı duyulan güvensizlik ortamını" Soğuk Savaş dönemine benzetti.
Ümit Boyner'in "Bölgesel Gelişme ve İş Dünyasının Rölü" toplantısında yaptığı (23 Kasım) açılış konuşması şöyle:
Günümüzde, teknolojinin çok hızlı geliştiği, buna paralel olarak değişimin süratle gerçekleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Bir yeniliği benimsemeye karar verdiğimiz süre içinde bile yepyeni gelişmelere şahit olabiliyoruz. Tüm dünyada bu dönüşüm yaşanıyor ve dönüşümün sürekli bir yapısı var. Ancak küresel boyutta bakınca sadece ve sadece teknoloji ve inovasyon kültürlerini, kalkınma modellerinin bir köşe taşı haline getirebilen ülkeler rekabetçi güçlerini sürdürebiliyor. Diğer yandan gelişmiş, vatandaşlarının mutlu ve müreffeh bir şekilde yaşadığı ülkelerde gördüğümüz özellik ise bu değişim ve dönüşümden, toplumun tüm kesimlerinin asgari düzeyde yararlanabilmesi, bu dönüşüme yine toplumun tüm kesimlerinin asgari olarak katılımı ve katkı sağlayabilmesi. Türkiye’nin de hedefi bu olmalı. Bunu sağlamanın en önemli araçlarını ise analitik, güçlü bir eğitim sistemi, üretken bireyler ve güçlü sivil örgütlenmeler oluşturuyor.
Bildiğiniz gibi, bireyin, toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlamasının en önemli araçlarından birisi sivil toplum örgütleridir. Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişimi için iş dünyasının bağımsız ve gönüllü temsil kuruluşlarının ülkede karar alma ve politika üretme süreçlerinde yer alması çok önemli. Bu kuruluşların örgütlü, bilinçli ve katılımcı bir toplum oluşturulmasında öncülük üstlendiklerini düşünüyoruz. Sivil toplumun, gönüllü olmasını, idari ve mali yönden bağımsız olmasını, şeffaf, hesap verebilir, siyasi partilere eşit uzaklıkta durabilmesini aramamız gerekiyor. Ancak bu yapıdaki bir sivil toplum örgütü, sürdürülebilir gerçek bir temsil niteliği taşıyabilir, katılımcı demokrasi açısından etkili olabilir ve o ölçüde de amaç ve hedeflerine ulaşılabilir.
TÜSİAD olarak, çok uzun yıllardır, pek çok farklı şehrimizde toplantılar düzenliyor, SİAD’larımızla biraraya geliyoruz. TÜRKONFED çatısı altındaki tüm bölgesel federasyonlara üyeliklerimiz dolayısıyla bölgelerle ve oradaki SİADlarla yakın işbirliği içindeyiz. Uzun yıllardır süregelen bu işbirliğinin karşılıklı olarak tüm tarafların gelişimine nasıl katkı sağladığına şahit oluyoruz. Açıkçası, kurumum adına şunu söyleyebilirim, bölgesel temsil örgütlerimizden edindiğimiz deneyim ve katkıların büyük yararını görüyoruz, aynı şekilde 40 yıllık deneyim ve tecrübelerimizi de sizlerle paylaşmaktan da büyük mutluluk duyuyoruz.
Bugün burada, 7 derneğimiz bir araya gelerek Trakya Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu TRAKYASİFED’in kuruluş protokolünü imzalayacaklar. TÜSİAD olarak, bağımsız ve gönüllü sanayici ve işadamları derneklerinin bölgesel düzeyde örgütlenmesi, bölgelerinin sorunlarına sahip çıkması ve bölgesel politikaların belirlenmesinde söz sahibi olmasını çok önemsiyoruz.
Biliyorsunuz, ülkemizde AB ile uyumlu olarak, bölgesel politikalar için birer araç olarak Kalkınma Ajansları modeli uygulanmaya başladı. Bunun bölgedeki uygulaması olan Trakya Kalkınma Ajansı da faaliyete geçti. Bizler, bölgesel kalkınmanın en önemli ayağı olan, üretimi yapan, istihdam yaratan sanayici ve işadamları olarak Kalkınma Ajanslarının da en etkili takipçileri ve katılımcıları olmayız. Bunu da ancak örgütlenerek, işbirliği yaparak sağlayabiliriz.
Bu çerçevede, TÜRKONFED’in iş dünyasının karar alma süreçlerine katılımı açısından, Türkiye’nin tüm bölgelerinde işbirliklerini güçlendirmesi, idari kapasitesini geliştirmesi ve bu süreçte yerel iş dünyası örgütlerinin oluşturulması ve geliştirilmesi yönündeki çalışmasını benimsiyor ve destekliyoruz.
Trakya’da bu işbirliğinin çok önemli somut bir ayağını da, Çevre ve Enerji Teknolojileri Bölgesel İnovasyon Merkezi’nin kuruluşu oluşturuyor. TÜSİAD ve TÜRKONFED işbirliği ile yürüttüğümüz Bölgesel İnovasyon Merkezleri projemiz ile bölgelerin rekabet gücünün artırılması için, sanayici, üniversite, sivil toplum ve kamunun bir araya geldiği ve bölgedeki AR-GE ve inovasyon projelerinin nitelik ve niceliklerinin geliştirilmesinin hedeflendiği işbirliği platformları oluşturuluyor.
Projemizin, Trakya ayağı için, özellikle Namık Kemal Üniversitesi’ne ve değerli rektörüne burada teşekkür etmek istiyorum. Bölgede, sanayici ve üniversite işbirliğinin geliştirilmesi, bu işbirliğinin somut çıktılara dönüşmesi için çok önemli bir destekleri var. Bölgede gerçekleştirdiğimiz çok sayıda toplantı sonucunda, sanayi için çevre teknolojileri ve enerji verimliliğinin önemini ve bu alanda yürütülecek işbirliğine olan ihtiyacı hep beraber gördük. Bu doğrultuda, Çevre Teknolojileri ve Enerji Bölgesel İnovasyon Merkezi’nin kuruluş çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi. Merkezin paydaşları arasında bölge SİAD’larımızın yanı sıra, Namık Kemal Üniversitesi ve Trakya Kalkınma Ajansı da var. Bu merkezin, yerel düzeyde kalkınmanın, hedeflediğimiz gibi, konunun tüm taraflarının katılımcılığının sağlanması açısından önemli bir örnek oluşturduğuna inanıyorum.
Değerli Katılımcılar,
Gelişmiş bir toplum olmak, sadece topyekün gelirinizi ve imkanlarınızı artırmakla olmuyor. Gelişmiş bir toplum, ancak bu artış ve gelişimden toplumun her kesimlerinin dengeli bir şekilde pay almasıyla mümkün olabilir. Bu dengeli paylaşımın sürdürülebilir yapıya bağlı olması ise verimlilik tabanlı sürdürülebilir bir ekonomi politikasına bağlı. Yani toplum, bir taraftan bu büyümeden dengeli bir pay alırken, bir taraftan da bu büyümeyi gerçekleştirecek üretime katılım sağlayacak mekanizmalara sahip olmalı. Kaynaklarımızı, üretimi artıracak, istihdam yaratacak alanlarda kullanmaya ihtiyacımız var.
Makro politikaların sürdürülebilir büyüme için gerekliliği kaçınılmaz ancak yeterli olmadıklarını da biliyoruz. Refah düzeyinin yükseltilmesi, kişi başına gelir düzeyinin AB ortalamalarına yaklaşması ve yeni istihdam olanaklarının yaratılabilmesi için Türkiye ekonomisinin yıllık yüzde 6 civarında bir büyüme oranını yakalayabilmesi gerekiyor. Bu da arz yönlü, yani üretimi etkileyen tetikleyen politikaların geliştirilmesini gerektiriyor.
Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’ın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz, Sanayi Politikası Yuvarlak Masa toplantısında da dile getirdiğimiz gibi, geçmiş dönemlerdeki sanayi politikalarımızda, teşvik ağırlıklı bir politika yapısı mevcut. Devlet yardımlarının ağırlıklı olarak sosyal yardım modeli olarak kullanıldığı bir sistem. Burada, bölgeler arası gelişmişlik farklarının da etkisi var elbette. Ancak, Türkiye’nin teşvik sisteminden rekabetçi bir sanayi yapısına dönüşümü sağlaması için bu çelişkiden kurtulması gerekiyor. Devlet elbette sosyal yardım politikalarına gerektiği yerde, ihtiyaç doğrultusunda büyük önem vermelidir. Ancak, devlet bir şekilde ekonomi politikası içinde yer alacak ise bu sadece başarılı bir sanayi politikasının taraflar ile birlikte kurgulanmasından ibaret olmalıdır. 21 YY’da başarılı bir sanayi politikasından, öncelikle tüm sektörler ve bölgeler için eşit rekabetçi şartları hazırlayan ve koruyan bir anlayıştan bahsediyoruz. Bu adil yaklaşımın istisnası ancak bölgesel kalkınmışlık farklarının varlığı veya teknoloji bağlantılı stratejik yaklaşımlar olmalıdır.
Değerli Katılımcılar,
11 Kasım’da TÜSİAD olarak, Türk özel sektörünü temsilen, Güney Kore’nin başkenti Seul’de gerçekleştirilen G-20’nin İş Zirvesi kurumu olan B20 Zirvesi’ne katıldık. Haziran ayından beri bizim de katıldığımız çalışmaların bir sonucu olarak, yaklaşık 70 öneri, G20 zirvesine taşınmak üzere devlet başkanları veya başbakanlara iletildi.
Bunlar; Dünya Ticaretinin Canlandırılması: Sürdürülebilir ve Adil Toparlanma, Doğrudan Yabancı Sermayenin Teşvik Edilmesi ve Güçlendirilmesi, KOBİ’lerin Finansmanı ve Güçlendirilmesi, Büyüme, Finansal Sektör ve Düzenleyici Reformlar, Para ve Maliye Politikalarında Krizden Çıkış Stratejileri, Altyapı Yatırımlarında Açığı Kapatmak ve Doğal Kaynakların Fonlanması, Enerji Verimliliği, Yenilenebilir ve Düşük Karbon Enerji Ekonomisinin Desteklenmesi, Yeşil Ekonomide İş Olanakları Yaratmak, Üretkenlik Tabanlı Büyüme, Genç İşsizliği, Gelişmekte olan Ekonomilerde Sağlık Hizmetlerine Ulaşımın Geliştirilmesi gibi 12 alt başlık altında toplandı.
Gördüğümüz gibi kürenin önemli ekonomik aktörlerinin sürdürülebilir büyümeye geçişte sorunları paralel ve nihayetinde devlet ve özel sektörün bu sorunları bertaraf edecek reform ve yapılanmalarda nasıl bir görev bölümü yapacağı öne çıkıyor. G20 toplantılarında genel olarak iş dünyasının gerçekçi ve rasyonel bir şekilde elini taşın altına koymaya hazır olduğu söylenebilir.
Örneğin,
Korumacılık anlayışı ile mücadele edilmesi,
KOBİ’lerin büyüme sürecine eklemlenebilmelerini teminen, hukuki alt yapı, düzenleyici yapı ve finansal çerçeve bağlamında fonksiyonel bir özel düzenleme üzerinde durulması,
KOBİ finansman modelleri geliştirilmesi, hem geleneksel, hem de sermaye piyasaları üzerinden KOBİ finansmanı için yenilikçi modeller üzerinde durulması,
İhtiyacı belirleyici modellerde Özel-Kamu işbirliği,
Cari İşlemeler Açığı ile Sermaye Hesapları arasındaki dengesizliğe kayıtsız kalınmaması,
Enerji verimliliği uygulamalarının kürede yaygınlaşabilmesi için bir küresel enerji verimliliği kurumunun kurulması,
G20 temelinde bir örgütlenmeyle, üretkenliğe dayalı inovasyon yayılımının güçlendirilmesi,
Girişimciliğin güçlendirilmesi,
gündeme gelen önerilerden sadece birkaçı. İş dünyasının bu taleplerinin devlet başkanları nezdinde dikkate alınması ve en kısa zamanda hayata geçirilmesi temennimiz.
Değerli Katılımcılar,
Son olarak, önemli gördüğüm bir konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz haftalarda, TÜSİAD ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu işbirliğiyle yürütülen “2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim” adlı araştırma projesi kapsamında iki rapor yayınladık. Bu raporlarda da ortaya konulduğu gibi, Türkiye büyük bir demografik değişim geçiriyor ve bütün göstergeler, demografik geçiş döneminin hemen hemen sona erdiğine ve yeni bir dönemin başlamak üzere olduğuna işaret ediyor.
Türkiye’nin nüfus artış hızı düşerek gelişmiş ülke düzeylerine yaklaşmış durumda. Bundan sonra nüfus ancak kendini yeniden üreten bir hızla artacak, sabitleşmeye doğru gidecek. Gençlerin toplam nüfus içindeki payı düşerken, çalışma çağındaki nüfus veya üretken nüfus olarak adlandırdığımız grup artıyor. Çalışma çağındaki nüfusun yüksek değerlere ulaşması ülkelerin tarihlerinde bir kez oluşan bir durum ve bu, üretimi artırabilmek için çok önemli bir fırsat. Örneğin, çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı 2020 yılında %68 ile en yüksek değerini alacak. 2020’den sonra oransal olarak azalmaya başlasa da sayıca 2041 yılına kadar artmaya devam ederek, 65 milyona ulaşması bekleniyor. Bu tarihten sonra ise azalmaya başlayacak ve böylece “Demografik Fırsat Penceresi” 2041 yılından sonra ortadan kalkacak.
Bu dönemde, kişi başına geliri hızla artırabilmek ve aynı sayıda yurttaşa daha nitelikli hizmet verebilmek mümkün. Ülkelerin tarihlerinde sadece bir kez karşılaşılabilen Demografik Fırsat Penceresi’nden yararlanma yolunda, “istihdam yaratma” çok temel bir mücadele alanı. Makroekonomik istikrarın sağlandığı kuvvetli bir ekonomik büyüme, üretkenlik artışı ve yatırımlar, bunun yanında nitelikli eğitimle işgücü piyasasında vasıf uyumu sağlanması ve işgücü piyasasında istihdam dostu düzenlemeler gerekiyor. Tüm politikalarda, şu an çok düşük düzeyde seyreden kadın istihdamının geliştirilmesine de özel bir önem verilmesi gerektiğini ifade etmeliyim.
Türkiye ve dünyadaki son gelişmelere baktığımızda şu değerlendirmeleri de yaparak bitirmek istiyorum:
B20 ‘nin, yani dünya özel sektörünün devlet başkanlarına sunduğu öneriler paketinin, çok kısa bir manzumesini sizlerle paylaştım. Ancak görünüyor ki ABD – Çin ve AB arasındaki çekişmeler, krizden çıkıştaki görüş farklılıkları, öncelik sıralarındaki çelişkiler bir süre daha devam edecek. Kur savaşları sürdürülebilir olmadığı gibi sonuçlarının nereye varacağını tahmin etmek kolay değil, hatta bazen ürkütücü. Dünya Bankası Başkanı’nın altının yeniden referans değer olabileceğini iddia etmesi, saygın iktisatçıların ABD Merkez Bankası Başkanı’nın FED’i politize ettiği iddiaları ve krizden iki yıl sonra halen otoritelere güvensizliğin devamı gibi konular bugün gündemde yer alıyor. Biraz bu dönemi Soğuk Savaş dönemine benzettiğimi de ifade etmek istiyorum.
Diğer taraftan NATO toplantısında Rusya’nın güvenlik konusunda NATO’ya stratejik ortak olmaya olumlu yaklaşması ve kabul edilen çerçeve küresel işbirliği adına olumlu. Ancak tabi ki bundan sonra gelişmeleri ve yapılacak düzenlemeleri günü gününe takip etmek zorundayız.
Avrupa Birliği’nde İrlanda, Portekiz, İspanya’daki gelişmeler endişe verici ve alınan önlemlerle AB’nin bazı ülkeleri resesyonla uzun bir süre yaşamak zorunda – Acı ilaci içmeden bu işten sıyrılamayacaklar gibi görünüyor.
Tüm bu resimde AB’nin kendi geleceğini, stratejisini iyi kurgulaması; dünyadaki bu ekonomik değer kaymasında hem ekonomik hem yönetişim anlamında rekabet gücünü bir birlik olarak nasıl sürdüreceğini, tarihsel veya siyasi bir takım ön yargıları bir tarafa bırakarak iyi değerlendirmesi gerekiyor. AB’li dostlarımız arasında bu konuda farklı düşünceler var, ama Türkiye’nin üyeliğinin bir fırsat olabileceğini de bizlerin daha açık bir şekilde ortaya koyabileceğini düşünüyoruz.
Türkiye için hem kendi ekonomik konumu, hem demografik fırsat penceresi hem siyasi konjonktür açısından önünde çok önemli bir fırsat, bir eşik mevcut.
Türkiye dünyadaki artan önemini sürdürebilmek hatta pekiştirmek için kendi iç ev ödevlerine odaklanmalıdır. Eğitimde, üretimde, teknolojide, alt yapıda ve tabii demokrasisinde ve iç huzurundaki problemlerini Türkiye’nin çözmesi gereken bir dönemdeyiz. Genel seçimlere kadar uzanan önümüzdeki süreci siyasi partilerimizin vatandaşların önüne programlarını koymaları için çok değerli buluyoruz. Bizim gibi sivil toplum örgütlerine de hem mikro, hem makro bazda, hem sosyal, hem siyasi konularda çözüm üretmek ve hem siyasilerle hem kamuoyu ile paylaşma ve farkındalık yaratma görevi düşüyor.
TÜSİAD olarak önümüzdeki dönemde Sanayi, Hizmet ve Finans sektörleriyle ilgili çalışma ve önerilerimizi hükümetle paylaşmaya devam edeceğiz. Tüm bunlar temelde Türkiye’nin üretkenlik tabanlı, kaliteli- uzun vadeli istihdam yaratan ve rekabet gücünü pekiştiren bir kalkınma modeline ulaşmayı hedefliyor.
Demokrasi açığımızı kapatmanın en etkili, en önemli aracı olacak Yeni Anayasa çalışmalarımızı da yine 2011’in ilk yarısında kamuoyu ile paylaşmayı hedefliyoruz