Politika

"Demirel'in çok gizli dış politika arşivi; peçetedeki Kıbrıs haritası"

"Toprağın büyük kısmı Rumların, küçük kısmı da Türklerin olmalı"

17 Haziran 2017 12:57

"Avrasya ve Demirel" kitabının yazarı Hulusi Turgut, 9. Cumhurbaşkanı hakkında yazdığı "Süleyman Demirel'in çok gizli dış politika arşivi" başlıklı yazı dizisinin birinci bölümünde peçete üzerine çizilmiş Kıbrıs haritasını ele aldı. Turgut, Fransa Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle'nün, 25 Ekim 1968’de Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulunduğu, Ankara'daki Demirel'le görüşmesinde "Kıbrıs Sorunu"nun gündeminin en önemli maddesini oluşturduğunu belirtti. Buradaki görüşmede Gaulle'nün peçete üzerine çizmiş olduğu Kıbrıs haritası hakkında Demirel'in tanıklığını aktardı. 

Hulûsi Turgut, tarihi arşivler ve çok gizli belgelerden, Süleyman Demirel’in dış politika stratejisini derledi. Turgut'un Hüriyet gazetesinin bugünkü (17 Haziran 2017) nüshasında yayımlanan derleme haberi şöyle:

Kosigin'in uçak ricası

Siyaset bilimciler, Türkiye Cumhuriyeti’nin 16. Başbakanı ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “dış politika” stratejisini incelerken, değerlendirmelerini iki ayrı dönem olarak ele alıyor. Bunlar; 1965-1980 ve 1991-2000 yılları arası. Demirel’in ilk dönem dış politika arşivinde, zamanın ruhuna uygun olarak, “bekle-gör” stratejisi göze çarpıyor. İkinci dönemde ise, oyun kuruculuk ve uluslararası atılım... 

60’lı yıllarda, ABD-SSCB kapanı her yerde olduğu gibi Türkiye’de de kendini hissettiriyor, 90’lı yıllarda ise, Orta Asya ve Balkanlar’ın yeniden dizayn edilmesinde, Demirel’in rolü dikkati çekiyor.

"Soğuk savaş Türkiye'ye korku yükledi"

Süleyman Demirel göreve gelince, muhalifleri tarafından “Amerika’nın adamı” eleştirisi ile karşı karşıya kaldı. Ancak, kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği’yle iyi ilişkiler kurdu. Bu defa üzerine ABD’nin husûmetini çekti. Demirel, dönemin açmazlarını şöyle anlatıyordu: “1945-1965 Soğuk Savaşı’nın Türkiye’ye yüklediği korku, bizi tek yönlü dış politika izlemeye zorladı. Bu tek yönlü dış politika takibi, ‘ABD ne yaparsa, Batı onu yapar, biz de onu yaparız’ şeklindedir. Bu durumda bizim bir politika üretmemize gerek yoktur. Onlar düşünürler, taşınırlar, biz de ‘Evet’ deriz, ama, ‘Hayır’ diyemeyiz. Çünkü ‘Hayır’ dersek, şemsiyenin altından çıkarılırız.

1960’lı yıllarla birlikte, uluslararası ilişkilerdeki yumuşama üzerine, Avrupa ve ABD, Sovyetler Birliği’ne açıldı. İşte o dönemde biz de ‘Bir arada yaşama-bir arada çalışma’ ortamını seçtik. Bu durumda, Balkan ülkeleri ve Sovyetler Birliği ile iyi komşuluk kurmamız gerekir, diye düşündük.

Hiç unutmuyorum, Moskova’da Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksi Kosigin’le bir ziyaret sırasında, ev sahibi Başbakan şöyle bir soru yöneltmişti:

‘Sayın Demirel, askerî tesislerimizin fotoğrafına Türkiye’nin ihtiyacı var mı?’

Kosigin’in bu hiç beklemediğim sorusu karşısında, cevap vermeden kendisini dinlemeyi tercih ettim. Nitekim, cevap vermemekle iyi etmişim, çünkü sorusunun devamı geldi:

‘Sayın Demirel, bir zamanlar, sizin ülkenizden kalkan bir yabancı askerî uçak, bizim ülkemizin hava sahasında dolaşır, askerî tesislerimizin fotoğrafını çeker, sonra sizin ülkenizdeki bir askerî havaalanına dönerdi. O uçak, ülkenizde yakıt ikmâli yaptıktan sonra, çekmiş olduğu fotoğrafları, kendi ülkesine götürürdü.

"Fotoğraflarımıza ihtiyacınız varsa hediye edebilirim"

Türkiye’nin, bizim askerî tesislerin fotoğraflarına gerçekten ihtiyacı varsa, o fotoğrafları size hemen armağan edebilirim. Ama yoksa, sizden çok rica ediyorum, lûtfen ülkenizi kullandırmayınız.’

Kosigin’in ne demek istediğini anlamıştım. ABD’ye ait U2 casus uçaklarından şikayetini dile getiriyordu. Bilindiği gibi bu uçaklar, Soğuk Savaş’ın en şiddetli döneminde, ABD’den bizim ülkemize gelir, İncirlik Üssü’nden havalandıktan sonra, Sovyetler Birliği hava sahasındaki görevine giderdi.

Kosigin’e söyleyecek bir sözüm yoktu. Dinlemekle yetindim. Kendisi de, mesajını aldığımı fark etti. Bir daha da üstelemedi.”

Sovyet uçağına 12 Mart faturası

Süleyman Demirel, 1965’te iktidara geldikten sonra, dış politikada dengeleri kurarken, nasıl hareket ettiğini, şöyle anlatıyordu: “Türkiye yönetimine tâlip olurken, halkımıza taahhütte bulunduk. ‘Ülkemizi, elektriğe kavuşturacağız, sanayi hamlesini başlatacağız’ dedik. Bu işleri yapabilmemiz için, sanayileşmiş ülkelere ihtiyacımız vardı.

Önce, teklifimizi ABD’ye götürdük. ‘Demir-çelik fabrikasına ihtiyacımız var. Böyle bir fabrika kurmayı veya finansman desteği sağlamayı düşünür müsünüz?’ dedik. ‘Hayır, sağlayamayız’ cevabını verdiler. Bunun üzerine biz de, aynı teklifi Sovyetler Birliği’ne götürdük ve olumlu cevap aldık.

1965-1971 yılları arasında, biz ABD’nin memnun kalmayacağı hususlardan hepsini yaptık. Onları, şöyle özetleyebilirim:

- Meselâ, ABD, haşhaş ekiminin yasaklanmasını istedi. Biz, hayır dedik.

- Sovyetler Birliği’yle ticarî ve sınaî ilişkilerimizden ABD hiçbir zaman memnun olmadı.

- Kosigin’in sitem ettiği U2 casus uçaklarının uçuşlarına engel olmamız, aynı şekilde ABD’yi rahatsız etti.

- Özetle, 1971 Muhtırasında, Türkiye’deki ABD askerî tesislerinin bir nizama bağlanmasından tutun da, saydığım diğer olayların tesiri vardır.

- Evet, Sovyetler Birliği’nde, o dönemde komünizm rejimi hâkimdi. Türkiye’nin, kendi rejimini komünizme karşı savunması, her şart altında kendi işi idi. Biz, ideolojiyi, iktisadî ilişkilere karıştırmama konusunda dikkatli davrandık.”

Siyasi gözlemciler, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında, Sovyetler Birliği’ne ait askerî uçakların Türk hava sahasını kullanmasına verilen izin faturasının da 12 Mart Muhtırası’na yansıdığı değerlendirmesini yapıyor.

2 kez sürgün gündeme geldi

12 Mart 1971 Askeri Muhtırası’ndan sonra Başbakanlık görevinden istifa eden Süleyman Demirel’in Ankara Güniz Sokak’taki evine 13 Mart günü bir tümgeneral geldi. Sivil giyimliydi. O sırada, Demirel, siyaset arkadaşları İsmet Sezgin, Necmettin Cevheri, Nahit Menteşe, Esat Kıratlıoğlu, Selahattin Kılıç ve Turgut Toker’le durum değerlendirmesi yapmaktaydı.

Demirel, ziyaretine gelen tümgeneralle özel bir görüşme yaptı. Tümgeneral, Demirel’e aynen şunları söyledi: “Yüksek komuta kademesi, sizin 48 saat içinde ülkeyi terk etmenizi istiyor. Terk etmezseniz, can güvenliğiniz garanti edilemeyecek. Sizi, arzu ettiğiniz ülkede, en iyi şekilde yaşatabileceklerini belirttiler.”

Demirel, tümgenerali dinledikten sonra, “Ben vatan haini miyim, bu topraklarda yaşayacağım” dedi. Ardından da tümgenerale kapıyı gösterdi.

12 Mart Muhtırası’ndan 9 yıl sonra yaşanan 12 Eylül 1980 Darbe döneminde de, Süleyman Demirel’in Pakistan veya bir Afrika ülkesine sürgüne gönderilmesi düşünülüyor, ancak, daha sonra Zincirbozan’daki eski ABD askerî üssünde hapsediliyordu.

Peçetedeki Kıbrıs haritası

FRANSA’nın efsane Cumhurbaşkanı General Charles de Gaulle, 25 Ekim 1968’de Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulundu. Başkent Ankara, De Gaulle’ün gelişi münasebetiyle tarihî günlerinden birini daha yaşadı.

De Gaulle’ün Ankara’yı ziyareti sırasında, “Kıbrıs Sorunu” Türkiye gündeminin ilk maddesini oluşturuyordu. Konuk Cumhurbaşkanı onuruna, aynı günün akşamı, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Çankaya Köşkü’nde özel bir yemek verildi.

De Gaulle’ü, ziyaretinin ikinci gününde ise, Başbakan Süleyman Demirel, TBMM Şeref Salonunda ağırladı. Demirel, De Gaulle’ü İstanbul programı sırasında da Dolmabahçe Sarayı’ndaki bir akşam yemeğinde konuk etti. General De Gaulle, Dolmabahçe’deki yemek sırasında, Demirel’le sohbet ederken, konu, Kıbrıs Meselesi’ne geldi. De Gaulle, bir yandan konuşuyor, bir yandan da masadaki boş bir peçeteyi önüne çekip, cebinden çıkardığı kalemle üzerine harita çiziyordu.

Evet, General De Gaulle’ün peçete üzerine çizmiş olduğu harita, Yavru Vatan Kıbrıs haritasıydı. Bu sahnenin devamını Demirel şöyle anlatıyordu:

“2. Dünya Savaşı’nın kudretli komutanlarından General De Gaulle, Kıbrıs Meselesiyle ilgili endişelerimi dikkatle dinledi. Herhalde eski bir savaşçı olduğu için harita üzerinde konuşmayı tercih etti. Cebinden çıkardığı kalemle, önce Kıbrıs adasının haritasını çizdi, sonra da soldan sağa bir hat çekerek, adayı ikiye böldü. Baktım, çizgi, adanın biraz üst tarafından geçiyordu. Yani, eşit taksim edilmemişti. Çizimi bitirdi. Bana döndü, ‘Kıbrıs’ın çözümü, taksimden geçer. Ama toprağın büyük kısmı Rumların, küçük kısmı da Türklerin olmalı’ dedi.”

Avrupa mektupları komutanları kızdırdı

Süleyman Demirel, Zincirbozan’da tutukluluk hayatı yaşarken, ülkenin kaderinde söz sahibi olan ve anayasaya aykırı hareket ettikleri inancında bulunduğu komutanları, Batı ülkelerinin devlet ve hükûmet başkanlarına şikayet etmek istiyordu. Bu amaçla oturdu, çağdaş Batı ülkelerinin liderlerine kendi el yazısıyla yaklaşık on beş mektup yazdı. Arkadaşlarını da, bu mektuplardan haberdar etti.

Mektuplar, Demirel tarafından yazılmıştı ama, imza yerinde Türkiye’nin son meşrû Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil’in ismi vardı. Çağlayangil, hiç tereddütsüz mektupları imzaladı.

Bu tarihî mektuplar zarflandı ve Süleyman Demirel’in İstanbul’daki siyaset arkadaşı Orhan Keçeli’ye teslim edildi.

Keçeli, bu tutukevine girebilen ender ziyaretçilerden birisiydi. Mektupları, Süleyman Demirel’den teslim aldı. Otomobilinin bagajındaki tenis raketinin çantasına yerleştirdi ve süratle İstanbul’a ulaştı.

Mektuplar, ertesi gün Orhan Keçeli tarafından İstanbul’un Şişhane meydanındaki İtalyan Hava Yolları şirketi Alitalia’nın ofisinde görev yapan Türk asıllı bir kişiye teslim edildi.

Mektupların içinde bulunduğu büyük, sarı zarf, aynı gün İstanbul Atatürk Havalimanı’na gelen Alitalia uçağının pilotuna ulaştırıldı. Pilot, büyük mektup zarfını, Roma Havaalanı’nda bekleyen Doğan Ersoy’a teslim etti. Doğan Ersoy, ana dili gibi Almanca ve İngilizce lisanlarını konuşabiliyordu. Mektupları aldı, ülke ülke dolaştı; Demirel’in kaleme alıp, Çağlayangil’in imzaladığı mektupları yerlerine ulaştırdı.

Mektuplar, kısa bir süre sonra Avrupa ve ABD basınına yansıdı. Bu arada, bir İngiliz gazeteci, aynen şunları yazdı: “Ben, on yıl Türkiye’de görev yaptım. Zincirbozan’dan gelen mektuplardan birisini gördüm. O mektuplardaki üslûp, Süleyman Demirel’in üslûbu...”

Evet, bir mektup hikâyesi böylece patladı. Türkiye’de kıyamet koptu, çok sinirlenen komutanlar, Zincirbozan’a ziyaretçi yasağı getirdi.