Gündem

Vahdet yazarı: Cumhurbaşkanı "Endişe etmeyin" diyor, nasıl etmeyelim; bu memleketin bir İçişleri Bakanı varsa...

"Bunları demeyelim mi? Bunu demeyeceksek ne diyeceğiz? Neyi yazacağız?"

15 Mart 2016 14:57

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 37 kişinin hayatını kaybettiği Ankara saldırısının ardından söylediği "Vatandaşlarımız endişe etmesin, devletimizin tüm kurumlarının milletimizle işbirliği içinde yürüttüğü terörle mücadele mutlaka başarıyla neticelenecek, terör dize getirilecektir" sözlerini hatırlatan Vahdet yazarı Kerime Yıldız, "Bombalar bu kadar yakınımızda patlarken nasıl endişe etmeyelim ki?" diye sordu. Kerime Yıldız, yazısında "Bu memleketin bir İçişleri Bakanı varsa bu olanların bir açıklaması olmalı. İstihbârât zâfiyetinin bedelini, Kültür Bakanı’ndan mı bekleyeceğiz?" ifadelerine yer verdi.

Kerime Yıldız'ın Vahdet gazetesinin bugünkü (15 Mart 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

Osmanlı dönemine âit meşhûr bir hikâye vardır. Adamın birisi, bir at satın alır. At, hastalıklı çıkar. Adam, derhâl şikâyet için kadıya gider. Kadı efendi yerinde yoktur. Bu arada at ölür. Adamcağız, tekrar kadı efendiye gidip durumu anlatır. Atı satan kişi de çağrılır. “Ben satarken sağlamdı. Sonradan hasta olmuştur.” der. Mesele vuzûha kavuşamaz. Kadı efendi şöyle karar verir:

“Eğer ben vazifemi düzgün yapsaydım, yerimde olsaydım böyle olmazdı. Bu yüzden atın parasını ben ödeyeceğim.”

Gerçekten de öder. 

Son yazımda, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile vâlide sultanların ne alâkası var?” diye sormuştum. Espri yaptım zannetmeyin. Bu, çok mühim bir konu. Yığınla sorunumuz var. Herkes kendi işine baksa daha doğru olmaz mı?

Kendinizle alâkası olmayan işlerle uğraştığınızda kısa devre yaparsınız. Hatâ yaparsınız. Elin oğluna fırsat verirsiniz. 

Siz, makam ve mevkilere kimin adamı atanacak diye kulis yaparken hâinler, Urfa’da araba çalar; Diyarbakır’da bomba yükler; Ankara’da patlatırlar.

Vekâleten yürütülen görevlerle, bir türlü açıklanamayan vâliler kararnamesiyle işler sıkıntıya girer. Kramer Kramer’e karşı misâli, Ak Parti Ak Parti’ye karşı didişmesiyle vakit kaybediyoruz.

Bir ara, Ankara’daki atamaların bir çay bahçesinde ve bir kitapçıda yapıldığı söylenirdi. Meğerse o çay bahçesine üst düzey bürokratlar gidermiş. Gidip vatan millet meseleleri konuştuklarını sanmayın. Sigara içerek pişpirik atıyorlarmış. Böyle bir ciddiyetsizliği aklınız alıyor mu? Kitapçı bilmem kiminmiş. Dilerim yalandır. 

Şimdi ise bir takım düşünce derneklerinden bahsediliyor. “Türkiye bizden sorulur.” havasındalarmış. Hadi o zaman, versinler bu istihbârât zâfiyetinin hesâbını. Devlet yönetmek, dernek yönetmekle aynı mı? Neye tâlib olduklarının farkındalar mı?

Cumhurbaşkanımız, “Vatandaşlarımız endişe etmesin.” dedi. Kızılay’da bomba patlayan yerin aramızdaki adı “bizim durak”. Ankara’da hemen herkesin Kızılay’da bir “bizim durak”ı vardır. Gerçekten bu da bizimkisi. Her gün üç çocuğum bu durakta otobüse biniyor. Duyar duymaz gözümün önüne geldi. İllâ bir ODTÜ’lü vardır. YGS’ye girmiş bir genç de vardır. Belki arkadaşlarıyla buluşup soruları konuşmuştur. Otobüse binen bir çocuk, annesini arayıp “Geliyorum.” demiştir. Hepsi bir bir haberlere düştü. Çünkü her zaman olan şeyler. Bombalar bu kadar yakınımızda patlarken nasıl endişe etmeyelim ki?

17 Şubat saldırısında yazdıklarımı tekrar etmek istiyorum. 

Terör, dibimize kadar geldi. Yapacağımız ilk şey, korkmadığımızı göstermektir. Dik durmaktır. Dağılmamaktır. Hükûmetimiz, askerimiz, polisimiz, her zamankinden daha dik durmalıdır. Onlar dik durmalıdır ki biz de dik duralım. 

İkinci şey ise güvenlikten sorumlu kişiden bir açıklama beklemektir. Bu memleketin bir İçişleri Bakanı varsa bu olanların bir açıklaması olmalı. İstihbârât zâfiyetinin bedelini, Kültür Bakanı’ndan mı bekleyeceğiz?

Şimdi, bunları demeyelim mi? Bunu demeyeceksek ne diyeceğiz? Neyi yazacağız?

Başımız sağ olsun. 

Şehidlerimizin yakınlarına, Allah sabır versin.

Vahdet zamanıdır. Korkuya teslim olmayalım.

Teröre de terörden beslenenlere de lânet olsun.