Mağrip’teki halk ayaklanmaları sonucu diktatörlerle ilişkiler konusunda bir iç hesaplaşmaya giren Avrupa’da bugünlerde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, laik İslam önerisi konuşuluyor. Fransız toplumunun İslamdan etkilenmesinin söz konusu olmadığını söyleyen Sarkozy, Fransa’nın İslam ile ilişkisinin bir an önce resmileştirilmesini istedi. Sarkozy seksenli yıllarda göçmenlerden bahsetmenin tabu olduğunu hatırlatarak, "şimdi bunun bedelini ödüyoruz“ dedi.
Oysa seksenli ve doksanlı yıllarda Almanya Fransa’nın göçmen politikasına ve laikliğine özeniyor, Müslümanların Almanya’da bir muhatabı olmamasından şikâyet ediyordu. O yıllarda en çok üyesi olan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Türk devletinin bir uzantısı kabul ediliyor, zaman zaman Milli Görüş’e göz kırpılırken, Milli Görüş’ten ayrılan kaplancılardan korkuluyordu. Muhatap arayışını takiben ortaya atılan euro İslam tezleri 11 Eylül saldırıları ile bıçak gibi kesildi. İslam terörizmle anılmaya göçmenler dinleriyle sınıflandırılmaya başlandı. Almanya’da artık Türkiyeli yok Müslüman var. Ve giderek büyüyen bir İslam korkusu.
Müslümana düşman yabancı olan herkese düşman
İslam korkusunun Avrupa ülkelerinde gözle görülür bir domino etkisi var. Sekiz Avrupa ülkesinde, 8 bin kişiyle yapılan yeni bir araştırma Avrupalıların yüzde 44’ünün ülkelerinde çok fazla Müslüman yaşadığından şikâyet ettiğini ortaya koydu. Araştırma, Avrupalıların İslam korkusunun ardında Müslümanlarla yaşanan kötü olaylar değil, bu dine karşı hakim olan düşmanca önyargıların bulunduğuna dikkat çekiyor. Araştırmayı yöneten Sosyal psikolog Andreas Zick’e göre, Müslümanlara karşı önyargısı olanların pek çoğu Yahudiler, siyahlar, homoseksüeller hatta evsizlere karşı da düşmanca bir tutum içerisinde. Araştırma sonuçlarını kamuoyuna duyuran Alman DAPD Ajansı yazarı Asch deneyine dikkat çekiyor.
Önyargılar böyle doğuyor
Polonya kökenli İngiliz Sosyal psikolog Solomon Asch’ın adıyla anılan bu deneyin sorduğu asıl soru: "İnsan, doğru bildiğini sandığı şeyin tersini iddia eden bir grupla karşılaşırsa ne yapar?" şeklinde. 1951 ve 1952 yıllarında yapılan deneyde laboratuvarda belirli sayıda kişiden oluşan gruplara, sırayla kart çiftleri gösteriliyor. Bu çift kartın birinde biri kısa biri orta biri de uzun olan üç çizgi bulunuyor. Diğer karttaysa tek bir çizgi var. Deneklere, bu tek çizginin uzunluk olarak diğer kartlardan hangisine benzediği soruluyor. Aslında, masadaki deneklerden sadece biri gerçek denek, diğerleri ise Asch'ın asistanları, Asistanların her defasında ne söyleyecekleri önceden belirleniyor. Her kart çifti gösterildiğinde, asistanlar sırayla yargılarını söylüyor, esas deneğe ise söz sırası en sonda geliyor. İlk birkaç gösterimde, araştırmacılar doğru cevap vererek deneğin güvenini kazanırlar fakat daha sonra sürekli yanlış cevap vermeye başlarlar. Denek, sıra kendisine gelinceye kadar herkesin yanlış cevap vermesinden rahatsız olmaya başlar, ne var ki sıra kendisine gelince, onun da diğerlerinin verdiği cevabı, gerçekle ilgisi olmadığı halde, tekrarladığı görülüyor. Çok sayıda deneğin kullanıldığı bu araştırmada, katılanların yüzde 35'i, gruba uyarak, apaçık gördükleri şeyin tersini söylüyorlar. Gruba uymanın ardında tabii yalnız kalma korkusu yatıyor, bu korku da yeni önyargıları doğuruyor.
Yaşasın İslamafobi
Avrupa çapındaki bu yeni araştırmanın yöneticisi Alman Sosyalpsikolog Andreas Zieck, bu ve benzer çalışmaları nasıl hedefinin önyargıları anlamak ve buna karşı yeni stratejiler belirlemek olduğunu vurguluyor. Önyargıları kırmanın ne kadar zor olduğunu hatırlatan bilimadamı, "önemli olan gruplararasındaki sınırları kaldırmak ya da yeniden tanımlamak“ diyor. Bunun yegâne yolu da iletişim. Aslında Alman halkı uzmanlar sayesinde önyargıların ne kadar kolay oluşturulup zor kırıldığını da iletişimin önemini de çok iyi biliyor. Ünlü Alman Fizikçi Albert Einstein yıllar önce, atomu bölmenin bile önyargıyı kırmaktan zor olduğunu söylemişti. "Öteki olmak, ötekiyle yaşamak“ adlı kitabın (Yapı Kredi Yayınları) yazarı ünlü iletişimci Jürgen Habermas da bir Alman. Halkın değil de önyargı oluşturma pahasına oy peşinde koşan siyasetçilerin bunun bilincinde olması çok daha önemli galiba. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin İslam korkusunu kaşımasının en önemli nedeni yaklaşan ulusal seçim. Almanya Başbakanı Angela Merkel’ı bu yıl yedi eyalet ve yerel seçim bekliyor. İkisinin ardarda "çokkültürlülük öldü“ demesi tesadüf olmasa gerek. Mağrip’te aşırı İslam korkusuyla diktatörleri desteklemekten çekinmeyen Avrupa bir gün "çokkültürlülük öldü yaşasın önyargılar“ demenin de bedelini ödeyecek. İslam korkusunun Avrupa’nın ayağına dolanacağı gün maalesef yakın. Arap ülkelerindeki ayaklanma ruhu pekala Avrupa kıtasına da sıçrayabilir.