T24 - Altan, AKP ve Gülen cemaatini yok etmeye yönelik "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" altında ıslak imzasının bulunduğu Adli Tıp Kurumu tarafından ispatlanan ve geçtiğimiz günlerde tutuklanıp 43 saat sonra serbest bırakılan Albay Dursun Çiçek'i "psikolojik savaşın merkezindeki isim" olarak nitelendirdi.
Çiçek'in serbest bırakılmasını eleştiren Altan, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın "(...) hâlâ iktidar partisini kapatmak için bahaneler
aradığını okuyup, onun bu arayışlarını Çiçek’in serbest bırakılmasıyla
birlikte değerlendirdiğinizde, ordu-yargı işbirliğinin hâlâ belli bir
kesimde çok kuvvetli bir biçimde devam ettiğini kestirebilirsiniz" dedi.
Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın "Çiçek" (15 Kasım 2009) başlıklı yazısı şöyle:
Çiçek
Bazen böyle olur, bazen insan hayatın içinde kapladığı yerden daha büyük bir şeyin sembolü haline gelir.
Albay Dursun Çiçek, ordu içinde işlenen suçların sembolü oldu.
Albay Çiçek “sıradan bir psikolojik savaş uzmanı” olmaktan çıkıp, o suçları işleyen herkesi temsil eden bir kimliğe dönüştü.
Bugün artık Albay Dursun Çiçek’in “tutuklanması” ya da “serbest bırakılması”, herhangi bir Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasından ya da bırakılmasından çok daha büyük anlamlar taşıyor.
Onun adına büyük bir şanssızlık hatta belki haksızlık ama ne yazık ki devlet içinde sürdürülen büyük bir savaşın “savaş alanı” artık Dursun Çiçek’in ismi.
Onunla ilgili her olay, taraflardan birinin kaybı ya da kazancı olarak algılanacak.
Ortaya çıkan “ıslak imzalı” belge ve Adlî Tıp raporuyla “darbe planını” yazdığı resmen kanıtlanan Albay Çiçek’in hazırladığı belgenin kopyası bir Ergenekon sanığının ofisinde yakalanmıştı.
O belgenin Taraf ’ta yayımlanmasıyla birlikte Türkiye “yeni bir döneme” girdi.
Ordunun hâlâ “darbe planları” hazırladığının, bu alışkanlığından vazgeçmediğinin anlaşılması tahminlerin ötesinde bir tepki yarattı.
Genelkurmay Başkanı, bence büyük bir hata yaparak bu belgenin “kâğıt parçası” olduğunu söyleyip “planın varlığını” reddetti.
Bunu da suçlayıcı, korkutucu, tehditkâr bir edayla yaptı.
Generaller, bu edayla konuştuklarında bütün Türkiye’nin sinip susmasına alışmışlardı ama Türkiye bu kez ne sindi ne de sustu.
Tam aksine öfke daha da büyüdü.
Belgenin fotokopisi ortaya çıktığında tutuklanıp on sekiz saat sonra bırakılan Albay Çiçek, belgenin orijinalinin bulunmasından sonra tekrar tutuklanıp bu sefer 43 saat sonra bırakıldı.
Albay Çiçek’le birlikte tutuklanıp sonra bırakılan birçok subay oldu ama hiçbirinin yaşadıkları Çiçek’in yaşadıkları kadar ilgi uyandırmadı, çünkü artık söz konusu olan bir albay değil “darbeciliğin sembolü” haline gelmiş bir subaydı.
Zaten tutuklanma nedeni bile Çiçek’in neden o kadar önemli olduğunu gösteriyordu.
“Terör örgütüne üye olmak ve darbe hazırlamak” suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Çiçek’in tutuklanması “ordu içindeki darbe hazırlıklarına karşı, devletin hukuku önemsediğini”, serbest bırakılması ise “darbecilerin hukuku gerilettiğini” gösteriyordu.
İkinci kez serbest bırakılma gerekçesi, “adresinin belli olması” olarak kayıtlara geçti.
Bana sorarsanız Çiçek’in serbest bırakılması, Şemdinli’den sonra yaşadığımız hukuk facialarının son halkası oldu.
Hukukçular benden daha iyi bilir ama “darbe hazırlığı” sürmekte olan bir suçtur, bir darbeciyi “kaçacağı” için değil “suçu sürdürmesini engellemek” için tutuklarsınız.
Bir “seri katili” yakalasanız, onu “adresi belli olduğu” için serbest bırakabilir misiniz?
Serbest bırakmak, yeni suçlara olanak vermek anlamına gelir.
Darbe hazırlığı da “seri cinayet” türünden bir suçtur, sanığı serbest bıraktığınızda suçun devamının önünü açarsınız.
Ayrıca diğer darbecileri de cesaretlendirirsiniz.
Devlet içinde “ordunun suç işlemesi serbesttir” anlayışına sahip olanlarla, “hiç kimsenin suç işlemesi serbest değildir” diyenler arasındaki “savaş” Çiçek’in serbest kalmasından sonra yeni bir aşamaya girdi.
Korkarım bundan sonraki aşama çok daha sert geçecek.
Dün Milliyet gazetesinden Fikret Bila’yla konuşan Yargıtay Başsavcısı’nın hâlâ iktidar partisini kapatmak için bahaneler aradığını okuyup, onun bu arayışlarını Çiçek’in serbest bırakılmasıyla birlikte değerlendirdiğinizde, ordu-yargı işbirliğinin hâlâ belli bir kesimde çok kuvvetli bir biçimde devam ettiğini kestirebilirsiniz.
Genelkurmay Başkanı’yla Kuvvet komutanlarının, tutuklanmasından önce Albay Çiçek’le birlikte yedikleri yemek de bu tabloyu tamamlar.
Genelkurmay Başkanı’nın, daha önce verdiği sözlere karşın “darbe hazırlıklarını” önlemek konusunda çok titiz olmadığı, öyle bir belgeyi hazırlayan ve ciddi bir suçun sanığı haline gelen albayla birlikte yediği yemekten de anlaşılıyor.
Türkiye’nin “demokratikleşmesini, ordunun siyasetten çıkmasını, hukukun hayatın her alanına egemen olmasını” isteyen güçlerle, “devlet hukuka uymasa da olur” diyen ve darbe hazırlıklarını normal görenlerin savaşı gittikçe keskinleşiyor.
Darbe sembolü haline gelen albayla yemek yiyen Orgeneral Başbuğ ve Çiçek’i serbest bırakanlar “hamlelerini” yaptılar.
Şimdi “demokrasi” isteyenlerin hamlesi gelecek sanırım.
Ve, bundan sonra her hamle bir öncekinden daha şiddetli olacak.
Çiçek’in serbest bırakılmasından sonra “bu savaşın” bir uzlaşmayla bitme ihtimali çok azaldı çünkü...
Artık birinden biri kesin yenilgiye uğrayacak.