Gündem

'Christiane Amanpour hangi başbakanla konuştu?'

Sedat Ergin, Başbakan Erdoğan'ın ABD'li gazeteci Christiane Amanpour'la yaptığı röportajı konu edinerek, 'Amanpour hangi başbakanla konuştu' diye sordu

13 Eylül 2012 12:18

 

Sedat Ergin

(Hürriyet - 13 Eylül 2012)

 

ERDOĞAN VE BASIN (1): Christiane Amanpour hangi başbakanla konuştu?
 


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçenlerde CNN International kanalının dünyaca ünlü habercisi Christiane Amanpour’un sorularına verdiği yanıtları dinleyenler, kendisinin eleştirilere engin bir tahammülle yaklaşan, basına son derece hoşgörülü, dünyanın belki de en mutedil liderlerinden biri olduğu hissine kapılabilirler.

Geçen cuma günü yayımlanan bu mülakatta, Başbakan Erdoğan, kendisi tarafından tasvir edilen portresinde, “eleştirileri her zaman kabul eden”, “en sert eleştirilere katlanan”, bu alanda “çok sabırlı davranan” bir lider olarak çıkıyor karşımıza.

Hatta fazlası var. Sözlerine bakarsanız, Recep Tayyip Erdoğan, “eleştiriden her zaman memnuniyet duyan” bir liderdir. “Çünkü...” diye söze giriyor Başbakan: “eleştirilerde muhakkak bir fayda bulurum. Geleceğimi, yolumu gelen eleştiriler ışığında şekillendirmeye çalışırım.”

Erdoğan’ın eleştiri faslında çektiği tek kırmızı çizgi, kendisine ve ailesine dönük hakaretlerdir. Başbakan, hakaret söz konusu olduğunda bunu “sineye çekemeyeceğini” son derece kuvvetli ifadelerle kayda geçiriyor, “Hakarete asla tahammül edemem” diye konuşuyor.

CNN International’da “Ufkumu açtınız” diye iltifat ettiği Amanpour’un karşısında eleştiriye tahammülün erdemlerinden dem vuran Erdoğan ile Türkiye’de muhtelif mecralar üzerinden kendi kamuoyu ve medyasına konuşurken izlediğimiz Erdoğan ne ölçüde örtüşüyor?

 

Medyayı hedef almaması istisna

 

Bu soruya yanıt bulmak için Başbakan’ın yalnızca bu ayın başından itibaren yaptığı 4 önemli konuşmaya bakmak yeterlidir. Bunlar arasında medyaya, basına çatmadığı, kendisine ya da çalışma arkadaşlarına, üst düzey bürokratlarına yöneltilen eleştirilere karşı taarruza geçmediği tek bir konuşma vardır. O da, 7 Eylül’de “Arap Uyanışı ve Ortadoğu’da Barış: Müslüman ve Hıristiyan Perspektifler” konulu konferanstaki hitabıdır.

Aslında bu taramayı biraz daha geriye götürdüğümüzde çok farklı bir tablo bulmuyoruz. Örneğin, temmuz başından itibaren yaptığı bütün açıklamalar gözden geçirildiğinde, Başbakan’ın basındaki eleştirilere kızmadığı, çatmadığı konuşmalarının azınlıkta olduğunu söyleyebiliriz. Çok özel başlıklara odaklanan konuşmalar da bunun dışındadır.

Belki de şunu söylemek genel bir doğruyu ifade etmek olur. Erdoğan’ın önemli konuşmaları içinde medyayı hedef almadığı durumlar istisnadır.

 

Sorunun parçası olarak gösteriyor

 

Medya, bazen Başbakan’ın konuşmasının ana temalardan biri olarak beliriyor, bazen bir yan tema olarak ana akışı tamamlıyor. Bu bağlamda, ister terörle mücadele, ister Suriye politikası gibi kritik gündem maddeleri olsun, medya sıkça sorunun bir parçası olarak takdim edilebiliyor Başbakan tarafından.

Medya, Erdoğan’ın konuşmalarında ana ya da yan tema olmadığı durumlarda ise en azından küçük bir iğnelemenin muhatabıdır.

Örneğin, geçen cumartesi günü Sarıyer-Çayırbaşı tünelini açarken konuşmasında yaptığı gibi, sözü birden Fatih Köprüsü’nün onarım çalışmaları sırasında medyada seslendirilen eleştirilere getirip, “İki ay köprülerin tamir bakımıyla alakalı bir adım atıldı. Yazılı ve görsel medyanın kopardığı kıyameti biliyorsunuz” diye dokunduracaktır.

Başbakan Erdoğan için medya ile çatışma söylemine girmediği bir konuşma, en azından baharatı eksik kalmış bir egzersizdir.

 

Geçmişteki kalan hesaplaşmalar

 

Ayrıca, Erdoğan’ın medya ile çatışması geçmişe uzanan bir hesaplaşmanın uzantısı olarak, açık kalmış parantezlerin içinden de karşımıza çıkabilir. Örneğin, 13 Ağustos’ta İstanbul Dostluk Grubu’nun iftar yemeğinde konuşurken birden geçmişe dönecek, “Medya eliyle uzun yıllar linç girişimlerine muhatap olduk... Adeta bu ülkenin zencileri yerine konduk, öyle de tanımlandık” diyecektir.

Bu haliyle medya ile çatışmak, Başbakan Erdoğan için dünü ve bugünü birlikte içine alan, iç dünyasındaki sert rüzgârların da etkisine açık en önemli zihinsel uğraşlardan biridir. Gözüktüğü kadarıyla geleceğe de uzanacaktır.

Tabii Christiane Amanpour’a “öfkenin bir hitabet sanatı olduğunu”, ayrıca “bazen sert ifadeler kullanmasının Karadenizliliğinden kaynaklandığını” söylememiştir Başbakan Erdoğan. Ünlü gazeteci de bu gibi ayrıntılardan haberdar değildi herhalde.