Aksiyon dergisine konuşan gazeteci yazar Cengiz Çandar, 17 - 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile Ortadoğu'daki son gelişmeler üzerine değerlendirmelerde bulundu. 17 Aralık'ta asıl darbeyi Erdoğan'ın yaptığını söyleyen Çandar, AKP Türkiye'sini 1923-46 Türkiye'sine benzetti. Basına yapılan baskılara da değinen Çandar, "AKP'nin andıcı yanında, 28 Şubat'ınki hiçbir şey" ifadelerini kullandı.
Cengiz Çandar'ın Aksiyon'dan Muhsin Öztürk'e verdiği röportajdan bazı bölümler şöyle:
17 Aralık’ta asıl darbeyi Erdoğan yaptı!
AK Parti Gezi’den itibaren hatta daha öncesinde cemaati; paralel devlet diyerek yüz binlerce kişiyi hedefe koydu. Bir kesim üzerinden ‘zorba devlet’ yeniden dolaşıma sokuldu.
Radikal’de yazmıştım kesinlikle patent hakkı bende; 17 ve 25 Aralık darbeydi deniyor ya ben de diyorum ki darbe ama darbeyi Tayyip Erdoğan ve AKP yaptı. 17 ve 25 Aralık’ı bahane ederek oldurmak istediği şeyi hızlandırarak bir darbe yaptı. Lui Napolyon Bonapart seçilmiş cumhurbaşkanıydı, Fransa’nın 3. Cumhuriyet’inde yanılmıyorsam; darbe yapıp imparatorluğunu ilan etti. Ve Fransız devrim takvimine göre Brumer ayının 18. günü yaptığı için bunun üzerine Karl Marks “Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i diye kitap yazar. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak darbe ile imparatorluğa geçiş yapıyor. Ben de Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’ı diye yazdım. Lui Bonapart’ın 18 brümeri, neyse Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık’ı o. Hem de seçilmiş başbakan ve sonra seçilmiş cumhurbaşkanı olarak ‘tek adam rejimini’ kuracak; bunun için de devletin içinde tasfiye edeceği bir günah keçisi bulması lazım. İşte, paralel yapı.
Niyet var zaten!
Vardı tabii. 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve cemaat olgusu işe yaradı. Güvenlik bürokrasisi içindeki ve yargıda da olduğu iddia edilenlere karşı -ama yargıda ne kadar olduğunu çok iyi bilmiyoruz, çünkü cemaat deniyor başka bir şey çıkıyor, yargıdaki güvenlik bürokrasisi kadar net değil- McCarthyci bir kampanya başlatarak oradaki cemaat olgusundan operasyonel yarar üreterek, darbe yaptılar. Ve bunlar darbe yapıyordu diyerek kendisinin tasarladığı rotaya Türkiye’yi, bir darbeyle hızlandırarak sokmuş oldu.
AK Parti Türkiye’si 1923-46 Türkiye’sidir!
AKP, büyük ölçüde devletle iç içe artık. Zaten giderek öyleydi de, geçen yılın 17 ve 25 Aralık’ından sonra devlet-hükümet ayırımından bahsetmemize gerek yok. Ve de çıkartılan kanunlar; MİT kanunu, şu kanunu, bu kanunu, Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla şu anda en çok 1923-1946 arasına benzeyen farklı bir devlet görüntüsü var. İslami söylemli Kemalistlerin iktidarından bahsediliyor ki çok da yanlış değil. AKP’nin Yeni Türkiye diye tevarüs ettiği bildiğimiz devlet. Abdullah Öcalan’ın Kemalistliği kadar Kemalist bunlar da. Üzüm üzüme baka baka kararır, yeniden devlet icat edecek hâlimiz yok; Türkiye’deki devlet ve kurumlarının refleksleri, mimari özellikleri, deseni neyse onu tevarüs edip restorasyondan geçirip onun Müslüman versiyonu oldular.
AKP’nin andıcı yanında 28 Şubat’ınki hiçbir şey!
İktidara yakın medyada siz, Murat Belge ve Hasan Cemal’i hedefe oturtan yazılar çıktı. Özellikle çözüm sürecinin başlangıcında. Bu konunun bilenleri olarak engel mi görülüyordunuz? Daha önceden askerî vesayet cephesinden gelirdi bunlar çünkü.
Tek maddelik cevabı olan soru değil bu. Birkaç şeyi bir arada düşünmek lazım. Önem sırasına göre söylemiyorum; bir kere Tayyip Erdoğan biatten hoşlanıyor. Bu çözüm sürecini başlatacağı zaman konuyu en iyi bilen kişilerin başında ben ve Hasan geliyorduk. Ama ikimizin de ona veya herhangi bir kişiye biat etmeme özelliğini gayet iyi biliyor Erdoğan. Hâlbuki onun kafasında bir oyun planı var ve oyun planı için Türk entelijansiyasını belli bir biat kadrajı içinde kullanmak var. Bu akil adamlar onun bir örneğiydi mesela. Gayet başarılı bir şekilde uyguladı onu. Başarılıydı çünkü onların hepsi AKP’li değildi; kimisi AKP’ye muhalif, bazıları PKK’ya yakın hatta bizatihi PKK’nın verdiği isimler ama sonuç olarak işlevleri itibariyle AKP propaganda timleri gibi çalıştılar. Erdoğan’ın bir PR başarısıdır o. Biz o tipolojiye uymuyorduk bir kere kafasında. İkincisi Kürt kamuoyu nezdinde sempati var, konuyu da iyi biliyoruz ikide bir itiraz edebiliriz; ‘hayır bu adım öyle atılmaz, şu adımı attıktan sonra şunu yapmak lazım’ gibi. Tayyip Erdoğan’ın gerçek anlamda bir çözüm niyetlisi olduğundan emin değilim. Öyle olmadığı için bizim gibi çıkıntılık yapacak adamları –konuyu da iyi bildiğimizden ve Kürt tarafında da bir karşılığımız bulunduğundan– dışarıda tuttu. Ve çok da çirkin bir propaganda kampanyasıyla yaptılar bunu. “Çözüm sürecine karşıdır, bunlar silahlı mücadeleden yana, çünkü bunlar ekmeğini bu ihtilaftan kazanıyorlar, hâlbuki iş şimdi çözüm yoluna girdi, silahlar konuşursa bunlar tekrar işlevsel olabilirler” gibilerden en alçakça etiketi yapıştırarak etkisizleştirme yoluna gittiler. Bütün trolleriyle birlikte, sosyal medyada, kendi medyalarında her Allah’ın günü, bir itibarsızlaştırma ve alçakça kişilik katli operasyonlarıyla, bütün ömrü çözümü aramakla, barışçıl çözüm girişimleriyle geçmiş olan bizlere en olmayacak şekilde saldırdılar.
Üçüncüsü, bu devlet bizi tanıyor, biz de bu devleti tanıyoruz. 60’lı yıllardan beri Türk siyasi hayatının bir yerlerindeyiz hep. Ben, Murat Belge, Hasan Cemal… Tanışıyoruz karşılıklı devletle. AK Parti devlet olduğu ölçüde bizim üzerimizde çarpı işareti olduğu için onu tevarüs ettiler.
Bir nevi andıçlandınız yani bu dönemde de.
Tabii. 28 Şubat andıcı bunun yanında hiçbir şey değil. AKP nereden baksanız koca bir parti, iktidar ve kitlesi var.
Büyük medya desteğiyle de bunu yapıyor…
En azından kaçış yapacağımız medya vardı o dönemde. Şu anda o medya iktidar medyası. Olmayanı da patronları itibariyle rükû halinde olan bir medya. İki türlü medya var Türkiye’de şimdi. Biri reisin önünde secdede, Allah önünde demiyorum, öbürü de rükûda.
Her an secdeye gidebilir yani.
Evet. Ben rükûdaki medyada çalışıyorum şimdi. Kendi grubumunkiler de dâhil 2013 yılının ilk aylarından itibaren merkez medyanın televizyonlarında ambargoluyum. Telefonla, en azından iyi bildiğim konularda bile öyle. Son bir sene içinde dünya çapında çok itibarlı kişilerle bir sürü konferansta beraber olduk, konuşmacı olarak. O kadar olay oldu, olmaya devam ediyor bu bölgede yaklaşık iki yıldır; iç siyaset analizinden vazgeçtim Ortadoğu gibi birebir ilgilendiğimiz konular yani, telefonla bile yayına alınmıyoruz, ambargo var. Çalıştığım grubun yayın organları da televizyonları da var. Rükû’da mı, evet başka izahı var mı? Bayıldığım falan da yok illa çıkayım konuşayım diye, hatta konuşmamakta yarar var. 3 ay önce Musul’u alana kadar İŞİD’in Türkiye’de adını bilen kimse yoktu nerdeyse, bir baktık ki meğer yüzlerce uzman varmış. Hangi televizyonu açsam 5 kişi konuşuyor. Onun için şu anda belki gözükmemekte yarar da var.
Röportajın tamamı Aksiyon dergisinde