Gündem

Cemevi kararı ve din özgürlüğünün ekonomi politiği

Yargıtay, elektrik faturalarını ödemediği gerekçesiyle Cem Vakfı hakkında başlatılan icranın devamına karar veren yerel mahkeme kararını bozmuştu

09 Eylül 2015 20:26

Dr. Mine Yıldırım*

Kısa bir süre önce Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, elektrik faturalarını ödemediği gerekçesiyle Cem Vakfı hakkında başlatılan icranın devamına karar veren yerel mahkeme kararını bozdu. Hukuki değerlendirmenin özündeki mesele cemevlerinin ibadet yeri statüsüne sahip olup olmadığı sorusuydu. Diğer taraftan önemli bir ekonomi politik bir konuya işaret ediyordu; genel bütçeden din hizmetlerine ayrılan kamu kaynaklarının paylaşımı meselesi.

Yargıtay değerlendirmesini ve AİHM’nin Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı Türkiye davasında almış olduğu kararı harmanlayarak, Cem Vakfı'nın faaliyette bulunduğu binada Alevi yurttaşların ibadetini yaptığı, cem salonu, morgu, yoksul insanlara yemek verilen aşevi, kütüphane, konferans salonu olduğu, binadaki ana faaliyetin cem ibadeti olduğunu ifade ettiğini dikkate aldı. Bu olgular ve uluslararası sözleşme hükümleri ile normatif düzenlemeler kapsamında hukuki olgulara göre, cemevlerinin ibadethane kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, "Söz konusu vakfın ibadethane kapsamında değerlendirilecek bu bölüme ait aydınlatma giderleri tespit edilmeli ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekir” tespitinde bulundu.

Türkiye’de tarihsel olarak din hizmetlerinin önemli bir kısmının kamu hizmeti olarak kurgulanması görüşü hakim olmuş ve din devlet ilişkisinin tanzimi bu şekilde yapılmıştır. “Din hizmetleri” temel olarak hakim inanış olan Sünni Müslüman toplumun ibadet yerleri ve din görevlisi ihtiyacı sınırları içinde sunulmuştur.  Bunun kaynağı ise vergiler aracılığıyla tüm kesimlerden toplanmıştır. Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de din hizmetleriyle ilgili vergiler isteğe bağlı değildir. “Öteki”ye din hizmeti çok sınırlı şekilde ve üç semavi din anlayışı sınırları içinde eşitsiz ve sistematiklikten uzak bir şekilde, seçmeci olarak gelişmiş ve süreklilik ve tutarlılıktan yoksun olmuştur. Örneğin, ibadet statüsüne sahip olduğu kabul edilen kilise ve sinagogların elektrik faturalarının ödenmesine ilke olarak karar verilirken bunlar düzenli olarak ödenmemiştir. Diğer taraftan, bu grupların din görevlilerinin maaşlarına ise hiçbir şekilde katkı yapılmamıştır. Öte gruplar bir yandan hakim inancın mensuplarına yönelik dini hizmetlere yöneltilen kamu kaynaklarına vergileriyle katkıda bulunurken bir yandan da kendi inanç gruplarına yönelik hizmetlerin mali yükünü üstlenmek zorunda kalmaktadır.

Alevilerin, ateistlerin, İslam sonrası geldiğine inanılan Bahailik gibi dinlere mensup olanların, İslam’dan farklı bir inanca geçenlerin, semavi dinlere mensup olarak kabul edilseler de Hristiyan ve Musevilerin, dini hizmetlere ayrılan kamu kaynaklarının hak sahibi olarak kabul edilmesinde zorlanıldığı açıktır.  Şayet kamu kaynaklarından din hizmetlerine katkı yapılacaksa bu kaynaklar ayrımcılığa ve eşitsizliğe yol açmayacak bir şekilde dağıtılmalıdır. Son olarak bu durum AİHM kararı ve Yargıtay kararlarıyla da tespit edildi. Daha önce Ermeni bir papazın, imamların maaşlarının ödendiği gibi papazların da maaşlarının ödenmesi gerektiği düşüncesiyle, Kamu Denetçiliği Kurumu’na yapmış olduğu başvuru üzerine Kamu Denetçisi, Lozan algısı sınırları içinde hareket ederek, sadece Hristiyan ve Musevi cemaatlerle temas kurarak bu konuda fikir alışverişinde bulunmuştu.  Kamu Denetçiliği kararı halen bekleniyor.

 

Mevcut eşitsizliğin giderilmesi gerektiğini yargı kararları ve toplumun önemli bir kesimi kabul ederken ve tabii eşitlik ve insan hakları normları bunu gerektirirken şimdi ne yapmalı? İki yaklaşım mümkün görünüyor. Birincisi bütünsel bir yaklaşımla yeni Meclis’in din hizmetlerine kamu kaynaklarının ayrılıp ayrılmayacağını ve ayrılacaksa bunun nasıl adil bir şekilde yeniden düzenleneceğini ele alması.  Geniş bir katılımla gerçekleşecek bir inanç özgürlüğü yasası ile birlikte bunu gerçekleştirmek mümkün. İkinci yaklaşım ise, küçük ve teknik adımlarla, uzun yıllara yayılacak yargı süreçleriyle tek tek inanç gruplarının, CEM Vakfı’nın elektrik faturalarıyla ilgili açtığı davada olduğu gibi belirli konularda kamu kaynaklarının adil dağılımı için dava açmaları olabilir. Yargıdan olumlu kararlar çıksa da, kararların uygulanması için bir o kadar mücadele gerekeceğini öngörmek maalesef zor değil.

Norveç Helsinki Komtesi İnanç Özgürlüğü Girişimi Proje Yöneticisi