Gündem

'Bütün erkler kendi sınırlarına çekilmelidir'

Haşim Kılıç, yasama, yürütme ve yargı organlarına da önemli göndermeler yaptı

03 Nisan 2012 12:54

 

Fikret Bila
(Milliyet, 3 Nisan 2012)
 
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği Uluslararası Yargı Sempozyumu’nda çok çarpıcı bir konuşma yaptı.
 
Yargının işlevi, insan hak ve özgürlükleri ile insan onuru ekseninde hukuk felsefesi ağırlıklı konuşan Kılıç, yasama, yürütme ve yargı organlarına da önemli göndermeler yaptı. Devam eden davaları açıktan konu etmemekle birlikte, yargı ve siyasete dönük eleştiri ve temennileriyle “olması gereken”i tarif etti.
 
Kılıç’ın konuşmasında, “Dün yargının siyaseti kuşatma gayretlerine karşı çıktığımız gibi bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz” sözü dikkat çekiciydi.
 
Kılıç’la sempozyumda yaptığı konuşmadan sonra telefonla görüştüm. Böyle bir konuşmaya neden ihtiyaç duyduğunu sordum. Şu yanıtı verdi:
 

Her erk sınırı içinde kalmalı

 
“Ben genel yaklaşımımızı ortaya koydum. Önemli olan erkler ayrılığı prensibinin layıkıyla uygulanmasıdır. Ancak zaman zaman yasama, yürütme ve yargı erklerinin sınırları içinde kalmadığına, sınırlarını zorladığına ve bunun da önemli problemler yarattığına tanık olduk. Her erk kendi sınırlarına çekilmelidir. Benim vermek isteğim temel mesaj, yasamanın da yargının da yürütmenin de yürütme içindeki kuruluşların da kendi sınırlarında kalmaya özen göstermeleridir, sınırlarını bilmeleridir.”
 

Kim kimi kuşatıyor?

 
Kılıç’a yargının siyaseti, siyasetin de yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz, sözünü anımsatarak, neyi kastettiğini sorduğumda ise, yanıtı şu oldu:
 
“Bu da erklerin sınırlarıyla ilgili bir konu. Eylül 2010 referandumu öncesinde yargının siyasete müdahale niteliğinde uygulamalarına tanık olduk. Bunlara karşı durduk. Yargının siyasetin yetki alanına müdahalesi erkler ayrılığıyla bağdaşmaz. Aynı şekilde siyasetin yargıya müdahalesi de bağdaşmaz. Bu tür gayretlerin yarattığı sıkıntıları yaşadık. Buna dikkat çekmek istedim.”
 

İnsan onuru en yüce değer

 
Kılıç, konuşmasında insan hak ve hürriyetlerinin önemine dikkat çekmiş ve “masumun gözyaşı tanıdık silahlarından daha etkilidir” demişti. Bu sözlerini biraz daha açmasını istediğimde şu yanıtı verdi: “Bana göre, insan onuru en yüce değerdir. Önemli olan insan hak ve özgürlüklerini ihlal etmemektir. Masumun gözyaşı bu nedenle çok önemlidir, çok etkilidir. Bunu vurgulamak istedim. Yargı da yargılama süreci içinde insan onurunu esas almalı, gözetmeli; insan hak ve hürriyetlerinin ihlaline sebebiyet vermemelidir. Onuru çiğnenmiş bir insanın içinde nükleer enerji birikiyor. Ve bu bir şekilde açığa çıkıyor. Yargı da yürütme de yasama da insan hak ve özgürlükleri konusunda çok dikkatli olmalı, insan onurunu zedelememek için çok hassas olmalıdır.”
 

Seçim kutuplaştırıyor

 
Kılıç’ın, yargıdaki seçimlere ilişkin eleştirilerinin dayanağını da sordum. Şu yanıtı verdi: “Yargıda seçim yöntemi çok hassas bir konudur. Seçimle alınacak görevlerin çokluğu yargıçlar açısından sorunlar yaratıyor. Seçim faaliyetleri gerektiriyor. Aday olan yargıç oy alabilmek için meslektaşlarını birkaç kez ziyaret ediyor; bu konuya çok zaman ayırıyor, adaylık rekabeti meslektaşlar arasında ayrışmaya, kutuplaşmaya neden oluyor. Bu nedenle ben yüksek yargıdaki seçimle alınacak görevlerin ve yöntemin gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyorum.”
 

İçtihatlar da var

 
Kılıç, yargının yorum alanının daraltılmasını da şöyle eleştirdi: “Karşılaşılan her sorunla ilgili kanun çıkarılması, yargının yorum alanını daraltıyor. Oysa her sorun kanunla çözülmez. Bu uygulamayla ilgili bir konudur. Bazı sorunları yargı, yorum ve güçlü içtihatlarıyla çözer. Her soruna bir kanun çıkardığınızda yargının bu alanını daraltmış oluyorsunuz. Hâkimlerin de uygulama birliği açısından dikkatli olmaları, özellikle evrensel değerler ve kurallarla yakınlaşmaları gerekir. Onlardan uzak kalmamaları, takip etmeleri ve uygulamaya geçirmeleri görevleridir.”
 

Müyesser Hanım’a yanıtı

 
Kılıç, meslektaşımız Müyesser Yıldız’ın Silivri’deki koşullarla ilgili olarak gönderdiği mektuba verdiği yanıtla ilgili sorumu da şöyle yanıtladı: “Ben şahsen Müyesser Hanım’ı tanımıyorum. Gazeteci olarak yazdıklarından biliyorum. O kadar duygu yüklü bir mektup yazmış ki, cevap vermek ihtiyacı duydum. Tabii devam eden dava olduğu için hukuki bir yorumda bulunmam doğru olmazdı. Ama insani yönü itibarıyla duyarsız kalamazdım. Bir anlamda Müyesser Hanım’ın sesini duyurmak istedim. Birçok kişiye, makama yazmış ama hiç cevap alamamış buna da ayrıca üzüldüm.”