Belma Akçura
Önce Beşiktaş iskelesinin önünde bir araya geliyorlar… Sabahattin Ali, Doğan Öz, Abdi ipekçi, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner, Kemal Türkler, İlhan Erdost, Çetin Emeç, Turan Dursun, Musa Anter, Uğur Mumcu, Nesimi Çimen, Metin Altıok, Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Yasemin Cebenoyan, Onat Kutlar, Metin Göktepe...Önlerinden sessizce geçiyorum… Gizlenen saklanan tarihiyle yüzleşmek isteyen ailelerinin sesini duymak için…
İçlerinden biri ve hepsi Hrant Dink’in ailesinin elini tutuyor. “Biz Hrant Dink’in ‘Derin ailesiyiz’ diyor… Sonra biri ve diğerleri “…Biz buraya Arat, Delal ve Sera’nın kardeşleri olarak geldik. Yıllardır yaşadığımız ortak adaletsizliği paylaşmaya, bunun tanıklığını yapmaya geldik… Bu tür örgütlü siyasi cinayetlerin nasıl örtbas edildiklerini bir daha hatırlatmaya geldik…” diyor.
Dink cinayeti de örtbas edilmesin diye hınca hınç dolu o küçük mahkeme salonundan içeriye hep beraber giriyorlar… Onlara destek vermek için gelen kalabalıkların arasında Adalet Ağaoğlu, Ufuk Uras, Ahmet İnsel, Gencay Gürsoy, Cengiz Çandar, İbrahim Kaboğlu’nu da yanlarına alarak… Kalabalığın içinden birbirlerini resmen çekercesine çıkıyorlar… Ve her biri bir diğerine yer göstererek mahkeme salonunda başlayacak duruşmayı izlemeye hazırlanıyorlar…
Duruşmadaki 'samimiyetten' dehşete kapılıyorlar
Dink cinayetinin azmettirici olduğu iddiasıyla yargılanan Erhan Tuncel ile Mahkeme Başkanı arasındaki diyalogların insanda "samimi” izlenimi bırakan havada geçmesinden ürküyorlar. Dehşete kapılıyorlar… Mahkeme Başkanı kurumlardan istenen ve gelen resmi açıklamaları okuduktan sonra oturuma ara vermek istemesine rağmen Erhan Tuncel’in ‘Ben konuştuktan sonra ara verin’ diyerek mahkeme başkanına “sizden istediklerimi göndermemişsiniz” ya da “sizin yaptığınız bazı yanlışları düzelttim’ sözleriyle mahkemeye‘hâkimiyet’ine şaşırıp birbirleriyle göz göze gelmeye çalışıyorlar… İçlerinden biri diyor ki “Türkiye’de her şey değişse de katiller ve mahkemeler hep aynı kalıyor galiba…”
Öldürülenlerin ‘gurur’u çocukları ve eşleri oldu
Yine de dün (8 Şubat 2010) sadece Dink’in duruşması değil, yitirdiğimiz bütün aydınların da aynı zaman da gurur günüydü… Evet; belki cinayetlerinin arkasındaki eli henüz göremediler ama o eli açığa çıkartmak için bir araya gelen çocukları, eşleri, yakınları onların gururu oldu. Mahkeme salonunda; önümde Uğur Mumcu’nun çocukları, birinin eli, diğerinin omzunda insana ‘İki kardeş birbirine bu kadar mı yakışır” dedirten Özgür ve Özge Mumcu… Hemen yanı başımda mahkemenin ‘inciten’ her tutumunda yüzü kızaran ve insana “Bir bu kadar mı yakışır babasına” dedirten Doğan Öz’ün kızı Bengi Heval Öz…
'Arat boşuna mahkeme bizimle alay ediyor dememiş…'
Dönüp zihnime o vakur duruşuyla çakılmış, neredeyse bütün davaların ‘temsil gücü’ gibi duran Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi’yi arıyor gözlerim… Rakel’i görüyorum… Nükhet ve Rakel’in yüzünde, ifadesinde şaşırtıcı bir ‘benzerlik’ yakalıyorum... Bildiğim bütün ezberleri bozmak, bütün faili meçhul dosyalarının kapağını yeniden açabilmek için hepsinin yüzünü ezberliyorum…Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Prof. Dr Canan Kaftancıoğlu’na kulak veriyorum; “Sanki tahammül sınırlarımızı test ediyorlar… Mahkemenin tutumu, sanıkla senli benli diyaloglarından dehşete düşmemek mümkün değil. Arat ‘mahkemeler bizimle alay ediyor’ derken galiba boşuna söylememiş…”
Duruşma aralarında anlıyorum ki bu aslında hepsinin ortak izlenimi… İçerdekiler dışarıdakilere içerde yaşanan ‘pervasızlığı’ anlatıyor. Duruşma salonunda nefes almak imkânsız hale gelince soluklanmak için kendini dışarı atan herkesin bir sorusu bir de izlenimi oluyor.
Kaboğlu: Hiçbir yargıç ‘laçka’ davranma hakkına sahip değildir
Duruşma arasında duruşmayı ilk kez izlemeye gelen İbrahim Kaboğlu bir hukukçu olarak önce geleceği çok yönlü böyle bir davanın böylesine küçük bir salonda yapılmasının nedenleri üzerinde durulmasının önemine değiniyor. “Hiçbir yargıç böyle gevşek ve laçka davranma hakkına sahip değildir. Bu dava önemli bir dava… Ben bu davada, bu davaya yakışır bir ciddiyet göremedim” diyor. Mahkeme başkanının sanık avukatlarıyla ve sanıklarla olan üstü kapalı da olsa “yakın” temas ve diyalog kurduğu izlenimini verdiği her durumda dönüp birbirimize baktık.
Mahkeme başkanı resmi kurumların yazışmalarını okuması ise bizi bir kez daha devlet sırrı kavramını tartışmaya götürüyor. Kaboğlu bu kez soruyor: “Davada hala devlet sırrından bahsediliyor. Hangi sır insan yaşamından daha önemli olabilir?
Çünkü emniyet yine mahkemenin istediği Erhan Tuncel ile ilgili telefon görüşme dökümlerini 'personele ait kişisel bilgi ve telefonların deşifre olmaması, istihbarat zafiyeti yaşanmaması'nı gerekçe göstererek göndermiyor
Daha traji - komik bir şey oluyor;
Polis duruşmada beklenen gizli tanığı getirmiyor. Çünkü “unuttuğunu” söylüyor.
Oysa o gizli tanık, Ogün Samast'ın olay günü yalnız olmadığını da söyleyen tanık…
Tanıkla sanığı yan yana oturtma “cesareti” gösteren bir mahkeme… Müdahil avukatlarının tanığa soru sormasından önce tanığa ilk ifadesini hatırlatmak isteyen bir mahkeme…
Duruşma sonunda “Bu böyle olmayacak! Bu duruşmada yaşananlar göstermiştir ki artık ve acilen bu davaya siyasi bir iradenin el koyması şart” diyenler çoğalıyor… Çünkü belli ki bu duruşma salonundan da bu mahkemeden de adalet çıkmayacak…
Üstelik sanık sıralarında, siyasi cinayetlere kurban gidenlerin ailelerine gözünü dikmiş üç kişi hala sırıtarak oturuyor:
Yasin Hayal ve Erhan Tuncel ve Ogün Samast…