Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak "Bu nasıl bir mantık? Nasıl bir hukuk anlayışı? Nasıl bir keyfi uygulama? Bu çete ile böyle mücadele edilemez, kimse farkında değil mi?" dedi.
Yılmaz, şunları kaydetti:
"Gazete haberlerine bakılırsa telefonunda ByLock olduğu tespit edilen kişi yakalandıktan sonra bununla ilgili itiraflarda bulunursa serbest bırakılıyor. Ortada bir 'etkin pişmanlık' yok. Eğer öyle olsaydı, bu kişilerin darbe girişiminin ertesi günü polise ya da savcılara başvurup itirafçı olmaları gerekirdi. Ama bunlar yakalanana kadar bekliyorlar. Yakalanmazlarsa seslerini çıkarmadan oturmaya devam edecekler. Yakalanınca itiraf edip kurtuluyorlar."
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Önemli olan bağlılık değil yeterlilik" başlığıyla yayımlanan (30 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT’in Başbakanlık’tan ayırılıp Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmasının gerekçesini şöyle açıkladı:
“İstihbaratın başı devletin başına bağlı olmazsa hareket kabiliyetini bu devlet kaybeder. İstediğim anda, istediğim şekilde bu istihbari bilgiler bize gelsin ki biz de gereken adımları atalım.”
Cumhurbaşkanı doğru söylüyor.
Mesela 15 Temmuz 2016 günü Binbaşı O.K.’dan gelen istihbaratı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı kafa kafaya vererek değerlendirdiler ve bu istihbaratın “daha büyük ve önemli bir planın parçası olabileceğine” karar verdiler.
Bunun üzerine MİT Müsteşarı ne yaptı?
Cumhurbaşkanı’nı aradı, istirahatte olduğunu öğrenince Koruma Müdürü’ne Cumhurbaşkanı’nın güvenliğini sağlayıp sağlayamayacağını sordu. “Sağlayabiliriz” yanıtını alınca da yüreği ferahladı ve Diyanet İşleri Başkanı ve bir Suriyeli muhalifle akşam yemeğine gitti.
Koruma Müdürü “Ne tür bir tehlikeye karşı koruyacağız” diye sormadı.
Sormuş olsaydı “büyük bir planın parçası olabilecek askeri hareketlilik” ihbarına karşı elindeki hafif silahların yeterli olmayabileceğini düşünür, Cumhurbaşkanı’nı hemen uyandırırdı.
Cumhurbaşkanı bu ihbarın bir darbe girişimi ile ilgili olduğunu anlar, girişim daha kışlalardan çıkmadan boğulurdu.
İstihbaratın başı, bağlı olduğu Başbakan’ı ise hiç aramadı. Başbakanlık Koruma Müdürü’nü uyarma ihtiyacını da hissetmedi.
İçişleri Bakanı’nı, Emniyet Genel Müdürü’nü de aramadı. “Onlar bu istihbaratı bilseler ne olur, bilmeseler ne olur”diye düşünmüş olmalı.
İstihbaratın başı resmen çuvalladı.
Darbe girişiminin başladığı saatlerde oturmuş keyif içinde çorbasını içiyordu.
Oysa Cumhurbaşkanı’nın dediğini yapmalıydı.
Bu da gösteriyor ki aslında önemli olan şey istihbarat örgütünün başının kime bağlı olduğundan ziyade, bu işi yapabilecek çapta olup olmadığı.
Darbe girişimi bu açıdan “turnusol kâğıdı” işlevini de görmüş oldu.
Bu nasıl bir 'pişmanlık'?
Telefonunda Fetullahçıların kendi aralarında haberleşmek için kullandıkları ByLock programı yüklü olanlardan bazıları tutuklanıyor, bazıları serbest bırakılıyor.
Oysa bu konuda Yargıtay’ın bir kararı var:
“Örgüt talimatıyla bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacaktır.”
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu da darbe girişimine ilişkin bir sanığın yaptığı bireysel başvurunun reddi kararının gerekçesinde örgütün gizli haberleşme yöntemi ByLock kullanımı, tutuklanma için kuvvetli şüphe sayılmıştı.
Gazeteci arkadaşım Kadri Gürsel’in tutuklu olarak yargılanmasının sebebi, ByLock kullanıcısı olan bazı kişilerin onu araması ya da mesaj göndermiş olması. Kadri Gürsel’in onları aradığı yok, mesaj gönderdiği yok, konuştuğu yok ama Kadri Gürsel tutuklu. Buna karşın ByLock kullanıcısı eski Konyaspor Başkanıserbest, futbolcu Ömer Çatkıçtutuklu.
Bu nasıl bir iş, anlayabilmek mümkün değil.
Öte yandan gazete haberlerine bakılırsa telefonunda ByLock olduğu tespit edilen kişi yakalandıktan sonra bununla ilgili itiraflarda bulunursa serbest bırakılıyor.
Ortada bir “etkin pişmanlık” yok. Eğer öyle olsaydı, bu kişilerin darbe girişiminin ertesi günü polise ya da savcılara başvurup itirafçı olmaları gerekirdi.
Ama bunlar yakalanana kadar bekliyorlar. Yakalanmazlarsa seslerini çıkarmadan oturmaya devam edecekler. Yakalanınca itiraf edip kurtuluyorlar.
Bu nasıl bir mantık? Nasıl bir hukuk anlayışı? Nasıl bir keyfi uygulama?
Bu çete ile böyle mücadele edilemez, kimse farkında değil mi?