T24 - Hatip Dicle'ye matbata veren ancak seçildikten sonra hakkında kesinleşmiş hüküm cezası olduğu gerekçesiyle milletvekilliğini düşeren YSK'nın tavırları Kürşat Bumin'in de eleştirilerinin hedefi oldu. Bumin, ''YSK'nın kendi teşkilatı içinde yer alan bir ilin (Diyarbakır) seçim kurulu başkanlığının mazbatasını teslim ettiği bir milletvekilini açığa alabilmesi, bu kurulun kendi kanunu ile belirlenen koşulları yine kendi eliyle nasıl ciddiye almadığının bir işaretidir'' dedi.
Bumin, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın'ın da ele aldığı ''Hatip Dicle kararı''na dair yazılarındaki 84. maddeyle ilgili yorumları işaret ederek, ''84. maddenin konumuzla ilgili olmadığı (Doğan Akın'ın (T24) yorumunda karşılaştığımız gibi) ileri sürülüyorsa da, yukarıda alıntıladığım 84.maddenin bu fıkrasının –eğer Türkçe konuşuyorsak- söylemek istediği apaçık değil midir? 84. Maddenin bu fıkrasını Hatip Dicle örneği çerçevesinde anlayacak olursak, fıkrada bir suç ayrımına (yani "yüz kızartıcı suç" ya da "terör eylemlerini teşvik" gibi) gidilmediği için Diyarbakır il seçim kurulu başkanlığından mazbatasını teslim almış alarak milletvekili seçilen (çünkü TBMM Başkanı'nın da söylediği gibi kanuna göre böyle milletvekili olunuyor!) Dicle, o günden itibaren "Yasama dokunulmazlığı"nın koruması altındadır. Anayasa'da açıkça belirtilmiş olan bu hükmün "bu bizim konumuz dışında" denerek göz ardı edilmesi doğru mudur?'' diyor.
Yeni Şafak gazetesi yazarı, Kürşat Bumin'in bugün (26 haziran 2011) yayımlanan yazısı şöyle:
Müphem bir anayasa ve yasalarla bu kadar
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in YSK'nın Hatip Dicle kararına ilişkin olarak yaptığı şu açıklama -anayasanın ve ilgili yasaların son derece "müphem" haline rağmen- bugün yapılması gereken en doğru yorumdur: "Artık milletvekili adaylığını kabul etmişsiniz, bunu milletvekili seçebilirsiniz, buna oy verebilirsiniz diye müşterek oy pusulasında bu adamın ismini yazacaksınız, bu aşamadan sonra YSK'nın bu şahısla ilgili herhangi bir işlem yapmaması gerekirdi diye düşünüyorum. İşlem yapacak organın Meclis'in olacağı kanaatindeyim."
Şahin ( "bunu", "bu adamın" gibi kullanmaktan kaçınılması gereken sözcükler kullanmasına rağmen!) doğru konuşuyor, TBMM'nin başkanı olarak haklı olarak "parlamentonun bütünlüğünü" savunuyor.
Konumuzla ilgili olarak Anayasa'nın ve bazı yasaların "müphemliği"ne gelince:
YSK'nın Hatip Dicle'nin milletvekilliği mazbatasını iptal ederken dayandığı Anayasa'nın ve bazı kanunların maddeleri gerçekten de iptal kararına anayasal ve yasal zemini sunmaktadır. YSK kararındaki asıl sorun, "kararları kesin" olan "itiraz edilemeyen" bu kurumun seçim sürecini ciddiyetten uzak bir anlayış içinde yürütmesidir. Dicle'nin Yargıtay tarafından mart ayı ortalarında onanan mahkûmiyet kararından YSK'nın –o da ancak "yazılı ve sözlü medya"nın himmetiyle!- haberdar olup ilan ettiği "kesin aday listesi"nin "kesinliğini" kendi eliyle bozması bu ciddiyetsizliğin en başta gelen örneğidir. Demek ki, kurumun "kesin" olduğu söylenen kararları (dünkü yazıda Merve Kavakçı ve Bahattin Şeker örneklerinden hareketle açıklamaya çalıştığım gibi) "kesin olmayan"(!) bir "kesinlik" taşımaktadır. YSK'nın kendi teşkilatı içinde yer alan bir ilin (Diyarbakır) seçim kurulu başkanlığının mazbatasını teslim ettiği bir milletvekilini açığa alabilmesi, bu kurulun kendi kanunu ile belirlenen koşulları yine kendi eliyle nasıl ciddiye almadığının bir işaretidir.
YSK'nın kararında dayandığı Anayasa ve ilgili yasaların bazı maddelerinin söz konusu karara anayasal-yasal zemin sunduğunu söylemiştim. Ancak burada unutulmaması gereken husus, YSK'nın birinci dereceden göndermede bulunduğu Anayasa'nın 76. Maddesi gerçekten de "terör eylemlerine –bu konuya da sıra gelecek K.B.- katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler" demesine rağmen, aynı Anayasa'nın "Yasama dokunulmazlığı" faslına ilişkin 84. Maddesinde aynen şu hüküm yer almaktadır: "Türkiye Büyük Millet Meclis üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik sürecince zamanaşımı işlemez."
84. maddenin konumuzla ilgili olmadığı (Doğan Akın'ın (T24) yorumunda karşılaştığımız gibi) ileri sürülüyorsa da, yukarıda alıntıladığım 84.maddenin bu fıkrasının –eğer Türkçe konuşuyorsak- söylemek istediği apaçık değil midir? 84. Maddenin bu fıkrasını Hatip Dicle örneği çerçevesinde anlayacak olursak, fıkrada bir suç ayrımına (yani "yüz kızartıcı suç" ya da "terör eylemlerini teşvik" gibi) gidilmediği için Diyarbakır il seçim kurulu başkanlığından mazbatasını teslim almış alarak milletvekili seçilen (çünkü TBMM Başkanı'nın da söylediği gibi kanuna göre böyle milletvekili olunuyor!) Dicle, o günden itibaren "Yasama dokunulmazlığı"nın koruması altındadır. Anayasa'da açıkça belirtilmiş olan bu hükmün "bu bizim konumuz dışında" denerek göz ardı edilmesi doğru mudur?
Ama bu çaba da yetmez; Anayasa o biçimde kaleme alınmış bir metin ki, bir maddeden kurtarsanız bir diğerine yakalanmamak imkânsız. Mesela, 83. maddenin 4. fıkrası biraz önce sözünü ettiğimiz hükmü getirirken, aynı maddenin 2. fıkrası "Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır" diyor. Dikkat ederseniz, ikinci fıkra (olması gerektiği gibi) 4. fıkradan sonra gelerek bu fıkrada sözü edilen "üyelik sıfatının sona ermesine bırakılan" cezaları sözünü ettiği suçların kapsamı dışında bırakmak gibi bir işlevle donatılmamış. Belli ki, Milli Güvenlik Konseyi Anayasa Komisyonu, 83. Maddeyi kaleme alırken aklına gelenleri bir sıra düzenine gerek duymadan karalayıvermiş...
83. maddenin 2. fıkrasının atıfta bulunduğu Anayasa'nın 14. maddesine gelecek olursak: "Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması"(!) başlıklı bu madde öyle bir madde ki, Anayasa'da yer alan diğer yasaklayıcı maddelerin tamamından bile kurtulsanız sadece bu madde ile memleketi canınızın istediği gibi yönetebilmek mümkün! 2001'de son halini alan bu maddenin haline bakın: "Anayasa'da yer alan hak hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesini -sıkıldım uzatmıyorum!- (...) mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz."
Görüyorsunuz, madde, başlığından itibaren tuhaf bir hayal gücünün ürünü... "Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması" da ne demek? Bu cümleyi hangi aklı başında anayasacı kaleme alabilir? Bizler "temel hak ve hürriyetler"in "a priori" olarak "İyi" olduğunu ve onlardan "kötülük" türeyemeyeceğini söylemiyor muyuz? İkinci olarak,"devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya..." diye başlayan bir hükmün devletin elini her zaman son derece kolaylaştıracağının kesin olduğunu bilmiyor muyuz? Hele bir de bunun yanına "Terörle Mücadele Kanunu" gibi "her derde deva" bir otoriter rejim yasasını yerleştirirseniz, devleti artık kimse tutamaz!..
Gördüğünüz gibi Terörle Mücadele Yasası'na (TMY) epeyce yaklaşmış bulunuyoruz. Bugünlerde gündemi işgal eden tartışmaların bu bahis açılmadan ve halledilmeden olumlu bir noktaya varabileceğini düşünmüyorum. Bakın, ağır ceza mahkemesi tutuklu üç milletvekilinin tahliye istemini Anayasa'nın 83. maddesinden dolanarak Anayasa'nın 14. Maddesine atıfta bulunarak reddetmedi mi? Demek ki ilk iş TMY'yi "masaya yatırmak" olmalıdır. "Masadan" nasıl kalkacağının cevabı ise ülkedeki parlamento ve parlamento dışı demokrasi mücadelesinin fikrine ve gücünü bağlı.
Doğan Akın'ın ''YSK olmasa da Hatip Dicle'nin vekilliği düşecekti!'' adlı yazısı...
Doğan Akın'ın, ''Soru ve cevaplarla Hatip Dicle krizi'' adlı yazısı...