31 Mayıs 2011’de Hopa’da meydana gelen ve Metin Lokumcu'nun hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylara ilişkin davanın duruşmasında, bir polisin, telefonda konuştuğu kişiye “Biliyor musun Hopa'dayım, küçük Küba'dayım” dediği kaydedildi.
Hopa davasının 14 Ocak Pazartesi günü yapılan ilk duruşmasında 14 sanık ifade verdi. Duruşmanın ikinci gününde Hopa davası avukatlarından Erkut Güzel, Arzu Becerik ve Deniz Özbilgin tarafından mahkemeye sunulan beraat talepleri reddedildi. Bir sonraki duruşma 10 Haziran 2013, saat 09.00'a bırakıldı.
Halkevleri Basın Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, sanıklara sorgularında dosyada bulunan fotoğraflarla ilgili soru sorulmaktayken Avukat Kazım Erkut Güzel’in Facebook’tan temin edilen fotoğrafların sorulmamasına ilişkin itirazı kabul edildi. Yine bu itiraz doğrultusunda teşhise elverişli olmayan özellikle çok uzaktan çekilmiş fotoğraflar da sanıklara sorulmadı. Avukat Arzu Becerik fotoğraflara ilişkin yaptığı itirazda fotoğraflarda zaman aralığının belli olmadığını ve zaman aralığının diğer görüntülerle tespit edilerek tartışılabileceğini belirterek teşhisi kabul etmediklerini belirtti.
Hakimin sanıklara Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasını kabul edip etmeyeceklerine dair sorusuna avukatlardan itiraz geldi. Avukatlar, henüz hüküm aşamasına geçilmeden bu konuda soru sorulmasının hukuken doğru olmadığını belirttiler. Hakim, avukatların talebini kabul ederek bu konudaki sorusunu geri aldı.
Polis helikopterlerinin alçak uçuş yaptı
Sanıklardan Müslüm Karabulut, 31 Mayıs günü daha hiçbir olayın başlamadığı sabah saatlerinde sanki Hopa halkına savaş açılacakmış gibi polis helikopterlerinin alçak uçuş yaptığını belirtti.
Sanıklardan Hopa Halkevi Şube Başkanı Kamil Ustabaş, “Satılık Suyumuz Yok, Su Haktır Satılamaz” pankartının açıldığı meydanda basın açıklaması yapmak istediklerini, dönemin ilçe emniyet müdürü Fatih Ünlü’nün basın açıklamasını bir an önce yapın dediğini söyledi. Basın açıklamasının 12, 12.30 civarında olduğunu belirten Ustabaş, açıklamanın zamanı gelmediğinden dolayı horon oynamaya başladıklarını bu esnada polisin açıklamaya katılmak üzere orada bulunan ve bulunmayan ayrımı yapmaksızın meydanda bulunan herkese su sıkarak ve gaz atarak saldırdığını belirtti. Bu esnada herkesin kaçıştığını ifade eden Ustabaş, kendisinin zor durumda kalan yaşlılara yardım ettiğini söyledi.
Hopa’da yaşananları ve polisin anlayışını için sabah saatlerin tanık olduğu bir olayı anlatan Ustabaş, kahvehanede telefonda konuşan polis memurunun konuştuğu kişiye “Bilmiyor musun Hopa’dayım, küçük Küba’dayım” cevabını verdiğini söyledi. Hopa’nın 15 bin nüfusu olan küçük bir ilçe olduğunu ifade eden Ustabaş, 31 Mayıs günü Hopa’da 3000-3500 kişilik bir çevik kuvvet ekibiyle birlikte 5-6 birim askerin bulunduğunu belirtti ve tüm bunların Hopalılara haddini bildirmek için orada bulunduklarını gösterdiğini söyledi.
Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge temsilcisi Taylan Kaya, HES’leri ve Çaykur’un özelleştirilmesini protesto için basın açıklaması yapmak istediklerini ancak buna izin verilmediğini belirtti. Kaya, polisin başbakanın konuşma yaptığı mitinge katılmayan herkese AKP’li olmadığı refleksiyle saldırıldığını söyledi. Horon oynayan insanların başbakanın korumalarına benzemeyen sivil giyimli kişilerce küfür edilerek tahrik edilmeye çalışıldığını ve bu kişilerin Hopa İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli kişileri yönlendirici ve talimat verici jest ve mimiklerde bulunduğunu söyleyen Kaya, olayların kaynağında polisin bulunduğunu ifade etti.
Kaya, başbakanın hayatını kaybeden Metin Lokumcu için “adını anmak istemediğim bir kişi bana taş atarken ölmüştür” dediğini ancak Lokumcu’nun başbakan henüz miting alanına gelmeden hayatını kaybettiğini belirtti.
HES’lerin ve suyun Hopa halkı için ve tüm ülke için hayati önem taşıdığını belirten Kaya, HES’lerin yapılması neticesinde yüzde 3 ile 7 arasında bir enerji artışının meydana geleceğini ancak kayıp-kaçakların engellenmesi halinde yüzde 11 ile 17 arasında enerji tasarrufunun elde edileceğini söyledi. Kaya, Hopa halkının suyuna ve doğasına sahip çıktığını ve bu yüzden tıpkı ODTÜ olaylarında olduğu gibi başbakanın siyasi olarak güçsüz olduğu yerleri bilerek seçtiğini ifade etti.
Sanıklardan olay günü Show TV muhabiri olarak görev yapan Cemil Aksu, polisin herkese karşı bir saldırıya başladığını, bir tekel bayi sahibinin ve İmran Otel’in kapı ve camlarının polis tarafından gaz fişekleriyle kırıldığını tekel bayiinin sahibinin de darp edildiğini, olaylar esnasında Doğan Haber Ajansı’nda görevli muhabire de polis tarafından gaz sıkıldığını belirtti.
Polisin saldırısı sonucu bir kişinin hayatını kaybettiğini duyduğunu, haber yapmak üzere Hopa Devlet Hastanesi’ne gittiğini belirten Aksu, “hastane önünde bekleyen lüks bir araç ve aracın yanında sivil giyimli bir kişiyi gördüm. Kim olduğunu öğrenmek için yanına gittiğimde bir anda otomatik bir silah çıkararak ateş etmeye başladı. Havaya doğru ateş ediyordu. Bu kişi aynı zamanda silahını orada bulunan halka doğru sallayıp tehdit içerikli sözlerde bulunuyordu. ‘Size gününüzü göstereceğiz demekteydi’ Ve aynı zamanda ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Daha sonra bir grup halinde, sonradan başbakanını korumaları olduğunu öğrendiğim yine sivil giyimli kişiler geldi ve bir anda otomatik silahlarla havaya doğru ateş etmeye başladılar … İlk müdahale anında meydanda bulunan üst geçidin altındaki otoparkın yanında bulunan büfelerde 6 aylık veya 3 yaşında olan çocuk olduğu halde gaz bombası bu bölgeye de gaz bombası atıldı. Çocuk da gaz bombasından etkilendi. Bu hususta çekim yaptım babasının feryatlarını videoya kaydettim” dedi.
Mahkemeye 51 sanığın beraatini isteyen dilekçe dava avukatlarından Av. Erkut Güzel, Av. Arzu Becerik ve Av. Deniz Özbilgin’in imzasıyla sunuldu. Dava avukatları şu savunmayı yaptı:
Av.Deniz Özbilgin: “31 Mayıs’ta Hopa’da yaşanan olay ifade özgürlüğünün kullanımına müdahaledir. Polisi müdahaleye iten neden nedir? Polisin görevi o gün seslerini duyurmak isteyen Hopa halkının güvenliğini sağlamaktır.”
Av. Erkut Güzel: “Öncelikle toplumda infial yaratan Metin Lokumcu’nun öldürülmesine dair dosyanın açılması gerekirdi.”
“Polise karşı direnme suçundan önce polisin işlediği suçun incelenmesi gerekir.”
“Metin Lokumcu öldüğü için açılan soruşturma ve halka biber gazlarıyla, tazyikli suyla, joplarla şiddet uygulayan polisler hakkında yürütülen soruşturmada en ufak bir ilerleme yokken, asıl mağdurlar suç olmayan ifade özgürlüklerini kullandıkları için hızlı bir şekilde yargılanıyorlar. Oysa ki asıl diğer soruşturmaların hızlı bir şekilde sonuçlandırılması, Servet Erkan’ın düşüşüne, görüntülere dair savcı herhangi bir bilirkişi incelemesi yapmaksızın kendi yorumu ile ‘taşla düştüğünü’ iddia ediyor. Servet Erkan’ın kendi beyanları vardır, hızdan düştüğüne dair. Bu beyanlar daha sonra internetten kaldırılmıştır.”
“Suçlu polislerin işten el çektirilmesi gerekirdi. Bu yapılmadığı gibi aynı polisler bu dosyanın da delillerini toplamış ve bu deliller hiçbir süzgeçten geçirilmeden savcı tarafından iddianameye dayanak yapılmıştır. Bu nedenle de görülen dava tamamen sağlıksız ve asılsızdır. Sırf bu nedenle bile tüm sanıkların beraat etmesi gerekirdi.”
Av. Arzu Becerik: “Hopalılar yaşam için şart olan sularına sahip çıkmak istemektedirler. Hükümetin politikasında sözü edilen enerji ihtiyacı nedeniyle HES’lerin yapıldığı yalandır. İktidarın kar tercihi ile Hopa halkının yaşam hakkı çatışmaktadır.”
“Toplu ifade özgürlüğü konusu halkın yönetime katılım biçimidir. Demokrasilerde halk sadece seçimden seçime yönetime katılmaz.”
“Ne zaman ki AKP özellikle başbakan kararları konusunda tartışma kabul etmez hale geldi. AKP’ye karşı her gösteriye müdahale edilir hale geldi. Başbakan halkın denetimini istemiyor.”
“Metin Lokumcu’nun akciğerine aldığı gaz nedeniyle bir akciğeri diğerinin dört katı olmuştur. Burada yargılanan sanıkların tümü o gün ölebilirdi. Metin Lokumcu’nun öldüğü olaylarda kullanılan CS kimyasal gazı son derece tehlikeli bir gaz. Kalp krizinden öldüğü iddiası yalan. Metin Lokumcu’nun ölümüne dair soruşturma yapılıyor, deniyor. Hayır, yapılmıyor. 1,5 seneyi geçti. Bir soruşturmanın etkili yapılması gerekir. Yapılıyor görünmesi yetmez.”
“Servet Erkan’ın şansı yaşıyor olmasıdır. Çünkü otobüsün korkuluğu yoktur. Şanssızlığı ise başbakanın yakın koruması olmasıdır. Hiçbir güvenlik önlemi almadan otobüsün tepesinde gezen polisin düşmesinden sanıklar sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır. Bu durum trajikomiktir. Polisin düşmesinin tek sorumlusu kendi güvenliğinden başka kimseninkini düşünmeyen Recep Tayyip Erdoğan’dır. Recep Tayyip Erdoğan, Metin Lokumcu’nun katilini şimdiye kadar bulup çıkarmalıydı. Bulmak istememesinin nedeni polislerin işlediği suçları görmezden gelerek, üstü kapalı olarak yaptıklarını onaylamaktır. Sorumlular kimdir? Başbakan’ın gözü önünde gerçekleşmiştir. Gaz atılmasını engellemesi gerekmektedir.”
“Mahkemeler ifade özgürlüğünün kısıtlanmasında araç haline getirilmeye çalışılıyor. Mahkemelerin ifade özgürlüğünün engellenmesinde bir araç olarak kullanılmasına artık bir son verilmelidir. Bu yüzden derhal beraat kararı verilmesini talep ediyoruz. Bu mahkemenin daha fazla uzamasına gerek yoktur. Elinizdeki doneler beraat için yeterlidir. Derhal beraat verilmezse Metin Lokumcu dosyasının, polislerin yargılanacağı dosyanın ve önünüzdeki davanın bir arada değerlendirilmesi, Başbakan’ın da gelip ifade vermesi gerekmektedir.”
Beraat dilekçesinden:
Avukatlar dilekçede beraat talebinin gerekçesinin iddianamenin açık olarak gerçeğe aykırı tespitlerle dolu olması olduğunu belirttiler. Dilekçede yer alan beraat talebi gerekçelerinden bazıları:
*Metin Lokumcu’nun ölümünün araştırılmasına ilişkin bir arpa boyu yol gidilmediği belirtilerek, Hopa davasında hazırlanan iddianamenin Lokumcu’nun ölümüne hiç değinmeyip tek taraflı olduğu “İddianamede Metin Lokumcu'nun ölümü konusunun yer almaması ve iki soruşturmanın bileştirilmemesi bu yargılamanın eksik ve yanlı olarak sadece halkın haklı tepkilerinin yargılanması, 31.05.2011 günü sanki sadece bu tepkiler yaşanmış gibi bir gerçek yaratılma çabasını göstermektedir” sözleriyle ifade edildi.
*Savcılığın sanıkların lehine delilleri dikkate almadığını ise şu sözlerle ifade ettiler: “Mevcut durumda sanığın haklarını koruyup, lehe delillerin toplanılması bir kenara, iddia makamı tarafından nazara alınmayan ve fakat doğrudan sanık savunucuları tarafından dosyaya eklenen delillerin dahi nazara alınmadığı açıktır.”
*Dava sürecinin polis metinleri ile ilerlemesine de değinilerek “Polis tarafından yönlendirilen soruşturma ve kovuşturma süreçleri ise demokratik toplumlarda görülemeyeceği gibi, hukuk devleti olduğunu iddia eden bir devlet için de asla kabul edilebilir değildir” dendi.
*“Soruşturma mercilerinin, temel hak ve özgürlükleri ve bunları kullanan kişi ve kurumları ‘mücadele edilmesi ve ihraç edilmesi gereken’ kişiler olarak nitelendirerek davranmaları ve katıldıkları demokratik etkinlikleri ‘terör örgütü üyeliği’nin kanıtı olarak değerlendirmeleri, kamusal-siyasal alanın bir bütün olarak ‘yasadışı’ olarak ilan edilme çabasıdır… bir ülkede, bütün demokratik etkinliklerin ve oluşumların ‘terör suçu’na konu edilmesi, temelde ‘yürütme’nin tercihidir. Hukuk devletlerinde yargı kurumları, iktidarların ve onların emrindeki polisin tercihlerini değil, otoriterleşen iktidarlara karşı yurttaşların haklarını esas alan bir ‘teminat’ işlevi görürler”
*“Deliller bölümünde sanıkların, esnafların, siyasi patilerin, Halkevleri Derneği Şubesi'nin şikayetlerine yer verilmemiştir. Şikayet edenlerin sunduğu kayıt, tutanak ve sair deliller bu iddianameye lehe delil olarak yansıtılmamıştır. Bu şikayetler 2011/886 sayılı soruşturma dosyasında mevcuttur. Bu dosyadan yararlanmak istemeyen savcılık, aksine Erzurum Özel Yetkili Başsavcılığı soruşturmasını esas almış ve bu soruşturma ile birleştirilmiştir. Bu durum, savcılık makamının gerçeğin değil Hopa halkını cezalandırma kastıyla hareket ettiğinin kanıtıdır.”
*2911 sayılı kanuna muhalefet suçlamasında delil olarak gösterilen anons’un uyarı ihtar anonsu olmadığı şu sözlerle ifade edildi: “Sanıklardan Yasin Evren Öztürk ifadesinde ‘Hatta elinde megafon bulunan uzun boylu kilolu bir polis şefi taşkınlık yapılmadığı sürece basın açıklamasına izin verileceğini megafonla duyurmuştu. Buna rağmen 15 dk. sonra müdahale edildi’ demiştir… Herhangi bir uyarı ve ihtar yoktur. AKP mitinginin müziğinden ve görevli polisin elindeki megafonun küçüklüğünden kaynaklı elverişsizlikten konuşmalar dahi anlaşılamamaktayken, savcılık makamı sırf megafonlu bir polis gördüğünden olsa gerek bunu uyarı ve ihtar anonsu addetmiştir.”
*“Ceza hukukun en temel normu olan ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini ihlal eden savcı hakkında hukuki işlemler yapma hakkımızı saklı tutarak, yanında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu hususu beklemeksizin derhal taşıyacağız. 5237 Sayılı TCK madde 20'de yapılan düzenleme "... (1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz..." amir hükmünü içermektedir.”
*“TOMA aracına taşın zarar vermeyeceği açıkken sırf istenen ceza miktarı yükselsin diye onlarca araç arka arkaya sıralanarak tüm sanıklar hakkında ceza tesisi talep edilmiştir.”
*Hopa davasının hukuksallığını yitirmiş, tamamen siyasal bir dava olduğu şu sözlerle vurgulandı:
“Dosyamız, iktidarın rahatsız olduğu ve iktidar partisinin politikalarına karsı görüş ifade eden, gösterilerle iktidar kararlarına katılmayan kişi ve kurumların demokratik eylemlerinin cezalandırma istemiyle soruşturulduğu bir dosya niteliğindedir.”
“Hukuksallığını yitirmiş, tamamen siyasal bir soruşturma ve yargılama faaliyetinin yaşama geçirildiği, polisin etkinleştiği ve yargının ikincilleştiği bir cezalandırma süreci mevcuttur.”
“Hopa’da HES’ler ve çay için taleplerini dile getirmek isteyen yurttaşlara karşı uygulanan polis şiddeti ve sonucunda bir insanın ölümüne karşı demokratik biçimlerde gösterilen tepkiler gerekçe gösterilerek toplumsal muhalefet öznelerinin, öğrencilerin, emekçilerin, yoksul halkın hak mücadeleleri özensiz bir senaryoyla kriminalize edilmeye çalışılmaktadır.’
*Hopa olayları sonrası Hopa’da doğasına, suyuna, yaşamına sahip çıkma çağrısı yapan Halkevleri’ne dönük saldırı ve baskılar arttı.
“Halkevleri Derneği, doğayı tahrip eden termik santrallere karşı toplantılar ve bilgilendirmeler yapmakta proje iptal davaları dahil tüm hukuki mücadeleyi vermektedir. Halkevleri Mersin Şubesi hakkında ‘AKP karşıtı odak olmak’ gerekçesi ile kapatma davası açılmıştır. Zaman, YeniŞafak gibi gerici çizgide yayın yapan gazeteler Halkevleri Derneği hakkında ‘terör örgütü yuvası’ gibi haberler yapmaya başlamış ve Halkevleri Derneği tarafından açılan dava ile mahkum olmuşlardır. Bu gibi hususlar hiçbir şekilde iddianamede ya da iddianamenin dayanağı GİZLİ bilgi notlarında yer almamaktadır.”
“4 Nisan 2011 tarihle Bakanlar Kurulu kararı ile hiçbir gerekçe bile belirtmeden Halkevleri Derneği’nin “kamu yararına dernek statüsü” kaldırılmıştır. Bu karara karşı Halkevleri Derneği Danıştay'da dava açmış bulunmaktadır.”
Dava avukatları dilekçede ayrıca Hopa halkının tek geçim kaynağı olan çay kotasının düşürülmesine ve yaşam alanlarını tehdit eden HES’lere değinerek “Hopa halkı için yaşamsal öneme sahip bu iki konu doğrudan hükümet politikaları ile belirlendiği için AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hopa’ya gelmişken haklı tepkilerini dile getirmek istemişlerdir. İfade özgürlüğünü kullanmak isteyen, horon çeken yurttaşlara, polis tarafından keyfi ve saldırgan ve yaranmacı bir şiddet uygulanarak saldırıda bulunulmuştur” dediler ve Hopa davasının hukuka aykırılığına dikkat çektiler.
Polisin Hopa halkına dönük saldırısına ilişkin “…yurttaşlarımızın ifade özgürlüğü Anayasa ve uluslararası sözleşmelere aykırı şekilde engellenmiştir” ifadelerini kullandılar.
Dilekçede 31 Mayıs günü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın polisin halka dönük saldırısına sessiz kalmasına ilişkin ise “Recep Tayyip Erdoğan kendisinin Başbakanlık sorumluluğunu bir kenara itmiş, sadece AKP Genel Başkanı sıfatı ile davranmış, kendisinden farklı görüş ileri sürmek isteyen yöre halkını karşıt grup olarak görmüştür” ifadesi yer aldı.