T24 - Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, 2012 yılının bir çözüm yılı olacağına ve olması gerektiğine inandığını belirtti. Tuğluk, Başbakan Erdoğan'ın Türkü'yle Kürtü'yle herkesin cumhurbaşkanı olabileceğini dile getirerek, "TMK-TCK ve antidemokratik yasaların değiştirilmesi çözümün başlangıcı, hatta yarısıdır. Vatandaşlık, yerel yönetim hakkı ve anadilde eğitimin anayasal güvencesi diğer yarısıdır. Barış için ise, Öcalan ve PKK’lileri kapsayan toplumsal uzlaşı yasasına ihtiyacımız var. Bunun için diyalog ve müzakere şarttır. Herkes özveri göstermeye riskleri üstlenmeye hazır olmalıdır. Demokratik Kürt siyaseti ve Kürt hareketi adil ve onurlu barış için sorumluluk üstlenmeye hazır olduğunu belirtmektedir. Zor değil, yeni sürece başlamak adına PKK elindeki askerleri bırakmalı, devlet ve siyasi iktidar da bir rehine olarak tuttuğu Kürt siyasetçileri serbest bırakmalıdır. Bunun illa imzayla, resmiyetle olması gerekmiyor. Zımnen, karşılıklı jest biçiminde gerçekleşebilir. Bu adım öl-öldür dönemi yerine, yaşa-yaşat sürecini başlatacak kadar önemli olacaktır" dedi.
Taraf gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz'in "Sayın Erdoğan'ın eşsiz fırsatı" başlığıyla yayımlanan Aysel Tuğluk'un mektubu şöyle:
Sayın Erdoğan'ın eşsiz fırsatı
Şer’den hayır doğar mı, emin değilim; ancak böyle yaygın bir inanışın bulunması pek anlamsız olmasa gerek. Uludere’de 34 insanın “operasyon kazası”na kurban gitmesinden sonra aklımdan bir türlü çıkmıyor; yıllardır esiri olduğumuz bu savaşın artık sonu gelmeyecek mi? Uludere’de yitirdiğimiz 34 canın hemen ardından bu köşede TSK ve iktidarı eleştirmiş, Kürt siyasetine de serzenişte bulunmuştum; “Siyasetçilerin varlığı artık ölümler sayesinde fark ediliyor. Daha iyi hayatlar kurmak için varlıklarına ihtiyaç duyduğumuz siyasetçiler neden hep ölümden sonra hazır bulunuyorlar halkın yanında ve neden hep yaşatmaya geç kalıyorlar” diye.
Bu yazıdan sonra Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Aysel Tuğluk aradı ve “Siyasetçiler cenazelerin önünde yürümek yerine ölümün önüne geçmek zorunda” dedi. Tuğluk, “sorumluluk gereği” olarak da aşağıdaki bu mektubu kaleme aldı.
Bugün sözü Aysel Tuğluk’a bırakıyorum.
***
Kurtuluş Bey,
Silvan olayı nasıl ki devlet ve siyasal iktidar açısından bir “kırılma” olarak değerlendirilmiş ve uzun zamandır hazırlığı yapılmış olan entegre stratejiyi devreye koymaya bahane edilmişe; aynı düzeyde Roboski Katliamı da Kürtler ve Kürt siyaseti için bir kırılma anlamındadır.
Kırılmanın ana özü şudur: “birlikte çözüm” arayışının, kararının ve iradesinin sorgulanmasıdır. Bazıları “zaten esas gündemleri buydu” önyargısı ve art niyetiyle sahne alabilir. Ancak demokratik Kürt siyaseti olarak son yıllarda ve her vesileyle en başta bu kırılmanın yaşanabileceğine dair kaygı dolu uyarılarımızı yapıyorduk. “Kötü şeyler olacak” derken dahi işaret edilen hissiyatı ve öngörüyü değil, sözün kastedilmemiş çağrışımlarını anlamakta ısrar edildi. Oysa yaşanan sürecin, yapılan tartışmaların, biriken umutsuzluk ve öfkenin yarattığı gerilime dikkat çekmiştik. Her olay, her ölüm, her tutuklama, her hakaret, her baskı, her ayrımcılık, her adaletsizlik, her oyalama, her “tek millet, tek dil” ısrarı Kürtlerle Türklerin arasına biraz daha mesafe biraz daha ayrılık, biraz daha uzaklık yerleştiriyordu.
O gün için anlamamakta ısrar edenlere sözümü güncelleyip yeniden söylüyorum; kötü şeyler oluyor, farkında mısınız?..
Devlet ve siyasi iktidar elbette ki esas sorumlusudur bu sürecin. Ancak Öcalan’ın çabalarını ayrı tutarak belirtmeliyim ki, demokratik Kürt siyasetinin ve Kürt hareketinin yanlışlıkları da oldu. Sorumluluğu herkes-hepimiz paylaşmak durumundayız. Sadece siyaset kurumu değil, meslek etiğini, vicdanını, ilkelerini, bağımsızlığını, cesaretini yitirmiş ve özellikle de operasyon kışkırtıcısı, Emniyet bülteni düzeyine düşmüş şehzade medya da sorumludur ve iktidarın siyasi ve ekonomik “cazibesine” angaje olmuş ya da bir şekilde kendini işlevsizleştirmiş STK’lar da imza almak dışında bir risk, bir rol üstlenmeyen aydını da, Ergenekon ve Silivri dışında bir gündemi olmayan muhalefeti de KCK denilen siyasi ve nokta-askeri operasyonlarla bu toplumsal meseleyi halledebileceğini düşünen ve bunu pahalıya satan strateji kurumları da, paralel devlet hayalinin mucidi Emniyet’i de yeni stratejinin entegre kurumu bağımlı yargısı da 1000 yıllık birlikteliğini omurga kemiğinden çatlattık sonunda vaziyet harika!
Kurtuluş Bey,
Uzun süredir hem şahsım hem de demokratik Kürt siyasetinin diğer sözcüleri Kürt-Türk ilişkisinin demokratik, eşit ve özgür bir hukuk ile tarihsel karakterine ve ruhuna uygun olarak yeniden tanımlanması gerektiğinden söz ediyoruz. Bunun yapılmaması halinde bu ilişkinin sorgulanacağı, dahası bu ilişki demokrasi, özgürlük, adalet değerleriyle yeniden sistematize edilmezse “1000 yıllık kardeşlik” edebiyatını dayanarak bunun sürdürülemez olacağını pekâlâ farklı öneri ve seçeneklerin varedilebileceğini endişe ile ifade ediyorduk. Zira bu ilişki bu denli eşitsiz, bu denli gerilimli-çatışmalı, bu denli dengesiz bir arada tutulamazdır.
Söz konusu ettiğim kırılma bir süredir duygu zemininde yaşanıyordu. Son Roboski Katliamı’ndan sonra “kopuş” giderek zihinsel ve siyasal bir düzeyde akmaya başladı. Ve daha kritik bir hal aldı. Ayrılık söylemleri ve tartışmaları gitgide yaygınlaşıyor. Ki, entegre strateji dedikleri “yok edici” yeni dönem uygulamalarıyla bu kaçınılmaz olarak gündeme gelecekti.
Devlet ve siyasi iktidar şiddetin en dehşet verici biçimini Kürtlere yöneltirse, herkesi en hukuksuz en siyasi biçimde tutuklarsa, tehdit ve baskı ortamını her gün biraz daha dozu artan düzeyde hâkim kılarsa; her türlü haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği, demokrasisizliği otoriter biçimde sürdürürse –ki tümü şu an uygulamadadır. Bir de üstüne yazılı ve görsel medyada aşağılamanın nefretin diliyle onur kırıcı propaganda militarist biçimde tuz-biber olursa, Kürtler de kendisine reva görülen ölüm- tutsaklık- teslimiyet dışında onurlu bir yaşam ve gelecek arayışına yönelecektir. Bunun olmaması eşyanın tabiatına da, insanın gerçeğine de aykırıdır. Nitekim Kürt coğrafyasında ve siyasetinde güncel gündem bu tartışma ekseninde şekillenmektedir.
Siyasi iktidar yeni stratejiyle Kürt meselesinde kıyıya yaklaştığını düşünüyor ve gemileri yakıyor. Olmayacağını biliyoruz. Ya geri dönüş nasıl mümkün olacak?.. BDP’nin büyük görevinin tam burada olduğunu düşünmenin zamanıdır. Yeniden...
Sayın Tayiz,
Roboski Katliamı üzerine birçok yorum-analiz yapılıyor. O masum “hata”nın BDP’ye ve PKK’ye yarayacağını düşünüp yeni stratejinin yara aldığını söyleyip kahrolanlar da var, komplo teorilerine sarılıp faili Ergenekon’a bağlayanlar da... bu minvaldeki değerlendirmeleri geçiyorum. “Hata, kusur, yanlış” vs. taktiksel-teknik kavramlar etrafında daha “naif” değerlendirme yapanlara şu hakikati hatırlatmakta fayda var:
Kürtlere dönük askeri, siyasi, hukuki, psikolojik tüm operasyonlar bir devlet stratejisi olarak devreye konulmaktadır. Siyasi iktidarlar bunun farklı söylem ve imajla yürütücüsüdürler sadece. Zorunlu ya da heveskâr hiç farketmiyor. Sonuç itibariyle bunun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. AKP iktidarı için fazladan birkaç söz söylenebilir. Egemenliğin, bir şeyler yapıyormuş ya da yapmak istiyormuş haline indirgenmiş başka bir veçhesidir. Özgünlüğü bu noktada su yüzüne çıkar.
Daha açık ifade etmek istiyorum. Kürtlere dönük her türlü şiddet daima bir strateji meselesi olarak ele alınmıştır. Biraz tarih bilinci, biraz siyaset aklı olan herkes bu sonuca ulaşabilir. Kürtlere dönük bu uygulama amaçlıdır, ideolojiktir ve operasyoneldir. Öyle 34 Kürdün öldürülmesinde çokça söylendiği gibi bilmem “hataymış, kusurmuş, istihbarat yanlışlığıymış, işaret fişeği atılmışmış” türü argümanlar uyduruk ve ciddiyetsiz gerekçelerdir, geçersizdir! Özür dahi dilenmemesi çok şeye işaret eder ama anlayana. Siyasi operasyonlardan yargı kararlarına, parti kapatmaktan N.Ç. kararına kadar; depremden sonra Van halkının aç ve açıkta, donarak-yanarak ölüme terk edilmesinden, çocuk döven, sokakta gençleri infaz eden polislerin aklanmasına kadar herşey bir devlet stratejisi dâhilindedir. Geçmişten bu güne 1924’ten 2012’ye kadar bu böyledir. Devletin Kürt meselesine dönük yaklaşımı hep stratejik işleyiş dâhilindedir. AKP’nin bunu değiştirmeye niyeti görünmemektedir.
Dolayısıyla “geçmiş iktidarlar yapmış, bu iktidar yapmaz” vs. propagandalar da aynı stratejinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir. 2002’den bu güne “ihlaller” skalasına bakmak bile yeterlidir olup biteni anlamak için.
Tam bu bağlamda yeni strateji denilen şey, yöntemlerin- tekniğin- söylemin- siyasetin güncellenip zamana ve koşullara uyarlanmasından başka bir şey değildir. Toplumda 90 yıllık devlet stratejisinin farklı taktiklerle sürdürülmesidir. Hepsi bu. Ve strateji, bugüne kadar ne sonuç elde ettiyse bundan sonra da varacağı düzey odur ayırt edici tek özelliği, Kürtlerin bu kanlı, katliam dolu, ölümlü, baskı, hakaret, ayrımcılık ve adaletsizlik yüklü “kader”e artık razı olmayacağı gerçeğidir! Eşit, özgür, demokratik ilişki ve birlikte yaşam talep edilen, tercih edilendir. Ama mevcut durum devam ederse, olmazsa olmaz da değildir. Kürtlerin psikolojisindeki yeni fay hattı tam buradan kırılmaya başlamıştır.
Kurtuluş Bey,
Kürtlerin duygu, zihin dünyasında nasıl ki bir kırılma yaşanıyorsa, buna koşut olarak Türkiye siyasetinde Roboski Katliamı’ndan sonra bazı çatışmalar, kırılmalar, yeniden düzenlemeler söz konusu olacaktır. Kürt meselesi kapsamında şimdiden bu tespitleri yapabiliriz.
1- Yeni entegre stratejinin siyasi, ideolojik ve askeri konsepti (enstrümanları) çökmüştür. Sürdürülmesi mümkün değildir. Zaten meşruiyeti yoktu. Sonuç alıcılığı da kalmamıştır, ısrarla, inatla sürdürme gayretleri kopuşu büyütecektir.
a) KCK adıyla başlanan siyasi operasyonlarla hedeflenen baskılama dinamik Kürt siyaseti ve kitlesini pasif konumda tutup mobilize olmaktan çıkarma, psikolojik inisiyatifi ele geçirip kentlere, alanlara hâkim olma gayretinin etkili olmadığı anlaşılmıştır. Son yılların en kitlesel, en sert ve en hızlı organize olabilen eylemsellikleri günlerce sürmüştür. Bundan sonra da devam edecektir.
b) Askeri operasyonlarda kamuoyuna sunulduğu gibi (abartılı rakamlarla) sonuç elde edilmemektedir. Kış koşullarının sağladığı tek taraflı avantajlar değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
2- Birlikte yaşama ve ortak gelecek iradesi gitgide zayıflamaktadır. Kürt-Türk birlikteliği sorgulanır hale gelmiş-getirilmiştir. Neredeyse zoraki birlikteliğe dönüştürülmüştür. Acilen demokratik adımlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Öcalan’a uygulanan tecridin devamı ve aleyhine düzenlenmesi düşünülen yasa ile iyice zayıflamış olan barış-çözüm umudu ve inancı dibe vuracaktır.
Karamsar ya da umutsuzluk içinde değilim ancak vaziyette hiç iç açıcı değil. Demokratik ve özgür birlikteliğe inanan, bunun için siyaset yapan ve mücadele eden biriyim. Çözüm sanıldığı kadar uzak değil.
2002 yılından beri Türkiye siyaseti tarihsel bir açmaza saplanmıştır. 2012’de bu zaman iyice derinleşecektir. Ufukta “çözüm” yok. Ancak çıkışın tek yolu da Kürt meselesinin çözüm zeminine taşınmasıdır. Burada karar verecek irade olan irade yüzde 50 oy almış AKP iktidarı ve pek tabii Başbakan Erdoğan’dır.
Hatırlatmak isterim ki; tarihsel bir şahsiyet olarak bu ülkede Kürdüyle Türküyle herkesin cumhurbaşkanı olarak seçilmek gibi eşsiz bir fırsata sahiptir Sayın Erdoğan. Bu fırsatı kendisine ve tüm ülkeye sunan yegâne husus, Kürt meselesinin çözümüne dair ortaya koyacağı iradedir.
Ya mevcut strateji ve uygulamalarla Kürt meselesini daha da içinden çıkılmaz hale getirecek ve birlikte yaşamanın bütün dinamiklerini ortadan kaldırmış otoriter bir cumhuriyetin AKP’li cumhurbaşkanı olacak.
Ya da bu meseleyi çatışma zemininden çıkarıp, siyasi ve demokratik sürece taşıyarak barışçıl çözümü geri dönüşsüz bir biçimde sağlamış demokratik cumhuriyetin cumhurbaşkanı olacak.
100 yılda bir oluşan bir oluşan bu fırsatı başta Erdoğan olmak üzere hep birlikte değerlendirmek demokratik Kürt siyaseti olarak çözüm için ortaya konulacak iradeye her türlü desteği vermek kadar, herkesin cumhurbaşkanı olma idealine de büyük katkı sunacağımızı ifade etmek isterim. Türklerin, Kürtlerin ve kültürlerin birlikte eşit, özgür ve demokratik bir şekilde yaşadığı bir ülkenin ilanını gururla yapma fırsatı birkaç aylığına Erdoğan’ın önündedir.
Unutmayalım ki;
Özal çözerek tarihselleşmek istedi, vesayetçiler canını aldılar. Çiller yok ederek tarihselleşmek istedi, şimdilerde katillerle ve çetelerle anılıp yargılanmayı beklemektedir. Erbakan ve Ecevit ürkek davrandılar, ülke ve toplum olarak tarihsel fırsatlar kaçırdık.
Şimdi Hasan Cemal’in dediği gibi “tarihin eli Başbakan’ın omuzlarında”, çözebilecek güce, imkânlara ve deneyimlere, kudrete sahiptir. Bir karar yeter...
Son sözlerimi söyleyip bitirmek istiyorum.
2012 yılının bir çözüm yılı olacağına, olması gerektiğine inanıyorum. Çözüm devletin ve siyasi iktidarın karar almasına bakar. TMK-TCK ve antidemokratik yasaların değiştirilmesi çözümün başlangıcı, hatta yarısıdır. Vatandaşlık, yerel yönetim hakkı ve anadilde eğitimin anayasal güvencesi diğer yarısıdır. Barış için ise, Öcalan ve PKK’lileri kapsayan toplumsal uzlaşı yasasına ihtiyacımız var. Bunun için diyalog ve müzakere şarttır. Herkes özveri göstermeye riskleri üstlenmeye hazır olmalıdır. Demokratik Kürt siyaseti ve Kürt hareketi adil ve onurlu barış için sorumluluk üstlenmeye hazır olduğunu belirtmektedir.
Zor değil, yeni sürece başlamak adına PKK elindeki askerleri bırakmalı, devlet ve siyasi iktidar da bir rehine olarak tuttuğu Kürt siyasetçileri serbest bırakmalıdır. Bunun illa imzayla, resmiyetle olması gerekmiyor. Zımnen, karşılıklı jest biçiminde gerçekleşebilir. Bu adım öl-öldür dönemi yerine, yaşa-yaşat sürecini başlatacak kadar önemli olacaktır.
Yeni yılda tek temennim Kurtuluş Bey, her ne olacaksa demokratik bir süreçle olmasıdır.
Saygılarımla. Kolaylık ve başarılar diliyorum.
Aysel TUĞLUK
DTK Eşbaşkanı, Van Bağımsız Milletvekili